insan bencilleşmeye ve kendi kişisel çıkarlarını her şeyin önünde ve üzerinde görmeye başlayınca söyleyeceği yalanlara ilk önce kendini inandırır… bu kişi siyaset yapıyorsa, bu kişi iktidar gücü kullanıyorsa, bu kişi sermaye sahibiyse söylediği yalanlar daha büyük ve ‘kutsal’ olur… kutsal denilen; ya Allah için, ya vatan için, ya insan içindir. kendi için bir şey istiyorsa namerttir yani…
kimi veya kimleri ikna etmek istiyorsa, kimlerden çıkarı, beklentisi varsa onların duyarlılıklarına yönelik söylemleri pervasızca kullanır. bu uğurda rakip/ ‘düşman’ olarak gördüğü kişileri, toplulukları hedef göstermekten çekinmez. gün olur iktidar gücüyle tüm yurttaşlara eşit uzaklıkta olması gereken devleti rakip/ ‘düşman’ olanların üzerine sürer… gün olur ekonomik gücünü bu insanları ezdirmek için kullanır… gün olur içimizde yaşamamız gereken dini daha ‘dindar’ olanların eline silah olarak, ateş olarak verir… gün olur hepimizin vatanı olan bu toprakları ‘daha çok’ seven ırkçıların savaş alanına çevirir… gün olur parti kapatır, gün olur kadınları kurban eder, gün olur işçileri tam anlamıyla karın tokluğuna tutsak eder, gün olur niyet okur mahkum eder… her şey ‘kutsal değerler’, her şey ‘ahlak ve geleneksel değerler’, her şey ‘vatan için’dir…
artık karşımızda bir insan değil, her değeri acımasızca sömüren, kendisi dışında hiç kimseye değer vermeyen ve hiç kimseye, hatta aynada gördüğü kendisine bile güvenemeyen, bu nedenle tüm canlılardan daha tehlikeli bir canlı türü vardır… bu insana/ insanlara bazı ruhsal teşhisler konulabilir. fakat yaptıklarının iktidar, güç, çıkar için yaptığı gerçeği dikkate alındığında hasta muamelesi yapmak, hastalık üzerinden anlamaya çalışmak bu insana/ insanlara iyilik, rakip/‘düşman’ olarak gördüğü kişi ve toplumlara kötülük yapmış oluruz…
bu durumda elimizde hukuk olduğunu varsayabiliriz. ancak bazı durumlarda bu varsayım da yanıltıcı, düş kırıcı olabilir. çünkü siyasi, ekonomik, dinsel gücü iktidar için kullanmaktan çekinmeyen ve bunu kutsayan kişi kendisine karşı çıkan herkesi düşman gördükleri için hukuku da araçsallaştırmaktan geri durmaz…
çünkü bilir ki hukuk, tüm yurttaşlar tarafından kısmen kutsanmış ve tüm yurttaşları buluşturma, etkileme gücüne sahiptir. ve yine bilir ki hukukun kararları tartışılsa bile bağlayıcıdır. bu nedenle iktidar, güç, çıkar ilişkilerine hukuk da dahil edilir. böylece hukuk/ yargı yaşamın her alanında yasa ve değerleri değil iktidar için ‘gerekli olan’ı referans alır… böylece tüm baskı, şiddet, hak ihlali, kışkırtma, yok sayma gibi eylemlere meşruluk kazandırılır… artık hukuk toplumun bin yıllardan bu yana yarattığı ve genel olarak üzerinde anlaşma sağlanmış bir değer/ kurum değil bir denetim, hatta yok etme aracıdır… artık hukuk/ yargı yurttaşları, kurumları ve devleti bir arada tutan anayasa ve yasaların (hakların) koruyucusu değil kişisel gücün, kişisel çıkarların, kişisel iktidarın koruyucusu durumundadır…
böylesi bir durumda kişiler, toplumlar, yurttaşlar hakları olanın azamisini istemeyi unutup, asgari olarak sunulana (bahşedilene) razı olmaya doğru bir eğilim gösterirler. özellikle dinsel, ırksal, geleneksel (feodal) değerlerle bölünmüş ve yurttaşlık bilincinden uzaklaşılmışsa soluk alıp vermek, karın tokluğu, göze batmamak gibi davranışlar/ teslimiyet giderek yaygınlaşır ve ‘normal’ olabilir…
o zaman bu iklimde sağlam kalanların mümkün olabildiğince örgütlü biçimde iktidar ilişkilerinden değerlere, toplumsal ilişkilerden kurumlara, var olan haklardan olması gerekenlere dek yaşamın her alanını kapsayıcı eleştirisine gereksinimimiz var… unutturulanları/ unuttuklarımızı/ vazgeçtiklerimizi anımsatırken duymadıklarımızı/ görmediklerimizi/ düşünmediklerimizi de tartışmamızı/ görmemizi/ düşünmemizi sağlayacak, bir arada durma ve birlikte yaşayabilme yeteneğimizi yeniden kazandıracak, kültürel yapının yeniden inşası sürecinde yol ve yöntem önerilerine, pratiğine gereksinimimiz var…