Cumartesi, Nisan 27, 2024
spot_img

Hastayım Ben!

Onu ilk gördüğüm gün İstiklal Caddesi acımasız bir yağmurun altında banyo yapıyor; yerlere atılmış çöplerinden, sağa sola yapışarak kurumuş balgamlarından ve üzerinde uçuşan tozlarından arınmaya çalışıyordu. O kadersiz adam da sanki bütünleştiği cadde ile kader birliği yapmışçasına, yağmura aldırmadan kâh bulunduğu yerde tuhaf bir pozla dikiliyor; kâh minik adımlarla Erol Dernek Sokak’ın taş zeminini alabildiğine istemsiz bir güdüyle arşınlıyordu. Aniden bastıran sağanağın ardından herkes sığınacak bir saçak altı ya da kahvehane köşesi bulmaya çalışırken, -arada koşar adımlarla gelip geçen birkaç kişiyi saymazsak- upuzun sokakta ondan ve iki zavallı ıslak köpekten başka kimsecikler kalmamıştı.

Aylardır banyo yapmadığı için yağan yağmurdan daha temiz olmadığını mı düşünüyordu, acaba! Yoksa biraz ıslanmaktan kimseye zarar gelmez mi diyordu, kim bilir? Belki de yağan yağmurun farkında bile değildi zavallıcık.

Sadece şakaklarından favorilerine uzanan ve ense üzerinde kalmış saçlarının üzerinde parıldayan kocaman keli, öne fırlayan göbeği münasebetiyle güçlükle önü kavuşan ve birileri tarafından sırtına sevabına geçirilmiş olduğu anlaşılan birkaç yerinden aşınarak delinmiş gocuğu, diz yerlerinin öne fırladığı yırtık kot pantolonu ve Allah’ına yan bakan spor ayakkabıları ile can çekişmekte olan Beyoğlu’nun tüm trajedisinin vücuda gelmiş hali gibiydi.

Celal2

Uzunca bir süre gözlemledim, yağmur yağdı geçti, sokak eski havasına büründü, ama onun için her şey aynıydı.

Tanıdıklarda sordum, adı Celal imiş… Ellili yaşlarının ortasında. Sümerbank’tan malulen emekli, ütücüymüş. Hasta da Fenerliymiş.

Esnaftan birileri anlattı; turladığı esnada sağdaki soldaki mekanlardan birinin televizyona denk gelirse ekrana kitlenir, taraftarı olduğu takımın maçının sonuna kadar orada beklermiş, acaba kaça kaç yeniyoruz diye!

Aynı muhabbetin gazete sayfalarında da tekerrür ettiğine tanıklık edenler olmuş. Denk gelirse spor gazetelerinin de sadece Fenerbahçe sayfalarına bakarmış uzun uzun.

Şirinevler otobüs durağından biniyormuş her gün halk otobüsüne, aşığı olduğu semte, Beyoğlu’na gelmek için.

Nedense başka bir yerde göremedim kendisini. İki üç yer var bellediği, sıklıkla görüldüğü; ilki Yeni Melek Sineması’nın da bulunduğu malum sokak, diğeri ise Halep Pasajı. Bir de nadiren de Atlas Pasajı’nda görenler oluyormuş, ama hepsinde icraat aynı. Hapishane voltası atarcasına gidip geliyor boydan boya, bıkmadan usanmadan. En büyük dostu ise sigara, vapur bacası gibi tütercesine.

Celal3

Çok etkileyici bir vücut dili var Celal’in. Valla ne inkâr edeyim, onu tam bir entelektüel gibi gösteriyor. Acı çeken mimiklerle, derin ve ağır bir polemik yürütürcesine sürdürüyor mücadeleyi. Nasıl desem! Onun verdiği fotoğrafı herhangi bir düşünürde ya da profesörde vallahi zor yakalarsınız.

Duruyor, savunuyor, itham ediyor, karşı tezi ustaca çürütüyor. Bir savunma avukatını andırdığı anlarda hareketleri iyice yavaşlıyor. Bunlar bazen makul diyaloglar halinde seyrederken, aniden şiddetli bir tartışmaya hatta kavgaya dönüşüyor. Olmadı galiz kelimeler sarf edercesine el kol hareketleri çektikten sonra arkasını dönerek ilerliyor. Derken böyle noktalanmaması gerektiğine hükmederek dönüyor ve polemiği kaldığı yerden sürdürüyor. Arada bir esnaftan soran oluyor:

– “Ne oldu Celal. Biri mi var orada?”

Kafasını bir sağa bir sola çeviriyor, hayır dercesine.

– “Peki kimle tartışıyorsun?”

Yanıtını sonradan iletiyor, yazılı olarak:

– “Hastayım ben”.

Celal4

Başlangıçta herkes gibi, bir evi ve ailesi yok değil Celal’in. Sabah çıkıyor akşam dönüyor. Hiçte fena olmayan bir aileden geliyor aslında. Baba avukat, ancak çok erken yaşta kaybetmişler. Ardından ana-kız oturmuşlar yakın vakte kadar, bir de Celal.

Güzel günlermiş onlar. Evde kaldığı dönemler az çok bakılıyor, en azından banyosunu yapıyor, birkaç hafta boyunca üstünü başını değiştirmiş görünüyormuş. Ancak annenin yaşlanması, ailenin kendine göre bir hayatının olması Celal’i yuvadan diskalifiye etmiş. Af buyurun söylemeyi unuttum, bir de abisi varmış bunun ama belli ki kardeşine yardım elini uzatmaktan oldukça uzak.

Kendine göre mutluluk tarif eden ailesinden uzak hülyalara sahip olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Celal de hayatı boyunca senin gibi benim gibi bir evlilik düşlemiş. Hem de bahçesinde tavukların koşuşturacağı, sebze-meyve yetiştireceği sade bir evlilik… Saçmalamayın lan, kim kaybetmiş ki Celal bulsun!

Murat Beser gorsel. Celal1

Pekâlâ, tüm bunların ne anlamı var ya da sebebi? Artık değil, ama bir dönem dönem ağır ilaçlar kullanmış, kendisine şizofren teşhisi koyan doktorların tavsiyesiyle.

Artık konuşamıyor Celal, ama yazarak kendini ifade etmeyi az çok beceriyor. Anlayacağınız üzere -kimle mukayese ederseniz bilemem- son derece zeki bir adam. En azından sefalete, direnmeye ve isyana parlak bakıyor gözleri. Esnaf -özellikle Hacılar Döner- buna arka çıkar, sahiplenir, yemeğini sigarasını verir, arada bir eline harçlık da sıkıştırırmış, ama sohbet dersen orada dur. Öyle oturup sohbet ettiğini, iki lafın belini kırdığını falan göremezsiniz esnaf ile.

Meşhur bir işareti var, tuvalete gidiyorum işareti, basketbol oyuncularının yaptığı faul sonrası hakeme dönerek elini kaldırmasını anımsatan. Ama bilir herkes Celal için sıkıldığında “artık gidiyorum” anlamına geldiğini.

Celal’in derdini anlatma yolu yazı. Vereceksin eline kâğıdı kalemi, basacaksın soruyu. Seni anlıyor, hem de çok iyi anlıyor. Verdiği cevaplar da hiç öyle deli işi falan değil. Kendisiyle ilgilenen herkese öğretmiş bu dili. Onunla irtibata girmek istiyorsan alıp geleceksin kâğıdı kalemi. Bir de bir paket sigarayı tabi…

Her zaman değil ama, keyfi yerinde mi, kafası yerinde mi, herhangi bir konuğu, meşguliyeti var mı? Dikkat edeceksin, halinden anlayacaksın! Senle benle muhataplığı geçmez üç beş dakikayı. Zira kendi dünyasına kapandığı ya da dış dünyaya kepengi indirdiği zamanlar ise çok daha uzun oluyor. İşte o zamanlar hayli efor sarf ediyor, o hayali varlıklarla hesaplaştığı için.

***

İstiklal Caddesi’nin dokusunun değişmesi sonucu onu anlayacak, karnını doyuracak esnaf kalmadı muhitte maalesef. Celal artık sokakta yaşıyor. Ara ara belediye alı koyuyor; özellikle soğuk havalarda karlı günlerde barınağa götürüyor, ama Celal’in orada kalacağı gün sayısı en fazla iki. Kirişi kırdığı gibi soluğu yine Erol Dernek Sokak’ın gölgesinde ya da Halep Pasajı’nın solgun ışıklarının altında ya da alıyor. Kaçmasında ne yapsın, tamam yemek yatak falan var da, bir sigara bile vermiyorlar adama şerefsizler. Bir de Beyoğlu sevdası var serde, mümkünatı yok yaşayamaz başka bir yerde…

Celal’in şimdi kentsel rant altında inleyen Beyoğlu esnafından farkı yok. Bu zalim sokak hayatına ne kadar dayanacağı meçhul.

*Bu yazı Mukavemet Dergi 3. Sayısından alınmıştır.

muratbeser@muratbeser.com

SON YAZILAR