Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati geçtiğimiz günlerde 2022 yılını değerlendirirken 2023 yılında kişi başı gelirin ‘daha da yükselerek’! 12.000 doların üzerine çıkacağını söyledi… iktidarın ekonomi politikalarındaki bilinçli seçimi ve inadı nedeniyle büyük bir kitlenin yoksulluktan açlığa, orta gelir grubunun ise yoksulluğa doğru savrulduğu dikkate alınırsa böyle bir hedefin seçmenlere yönelik bir propaganda olduğu açıktır. (yurttaşlara değil, seçmenlere yönelik bir hedef)
öncelikle geçmişte, üstelik AKP iktidarı döneminde 12.500 dolar kişi başı geliri gördüğümüzü anımsatmak isterim… 2013’te 12.500 dolar, 2018’te 11.000 dolar, şu an 9.000 dolar… komik görünse de Saray/ AKP/ MHP iktidarı 2020 yılında Berat Albayrak’ın açıkladığı Yeni Ekonomi Programında 2023 yılında kişi gelir hedefini 25.000 dolar olarak belirlemişti… geldiğimiz noktada 25.000 dolar hedefi bir yana 3.500 dolar yitirmişiz ve bugün yitirdiğimizi yerine koyacakları bir oranın propagandasını yapıyorlar… sanırım bizi eşeğini yitirip, bulunca sevinen kullar gibi görüyorlar…
geçmiş alışkanlıklarımızla ekonomik verilerde, özellikle ücret, kişi başı gelir, kira gibi kalemler hakkında konuşurken dolar üzerinden karşılaştırmalar yapıyoruz. 12.000 dolar kişi başı gelir hedefini okuyunca iktidarın da bu alışkanlıkları kullandığını düşündüm… hatta asgari ücret artışlarında da duyduk; 2002’deki asgari ücretle 2023’teki asgari ücretin dolar karşılığı ne kadar arttığı/ artırıldığı söylemlerini… uzun zamandır toplu iş sözleşmeleri, asgari ücret, memur ve emekli maaş artışları gibi ücret tartışmalarında farklı yollar geliştirmemiz gerektiğini, fakat kesinlikle yüzdelik rakamlar yerine alım gücü üzerinden ve artışlar için 6 ay, 1 yıl yerine 2- 3 aylık dilimlerin savunulması gerektiğini düşünüyorum…
dolarla (dövizle) maaş almayanlar için kişi başı gelirin, ücretin dolar ile ölçümü her zaman doğru bir sonuç vermez, vermiyor. herkes biliyor ki bu iktidar dövizi sabit tutmak için hazineyi boşaltmak pahasına elinden geleni yapıyor (bu yolla da birilerine! kaynak aktarıyor… söylemek istediğim; 2002’de, 2010’da hatta 2020’de 1 dolar ile aldığımız mal ve hizmeti bugün alamıyoruz; büyük olasılıkla bu politika sürdürülürse bugün 1 dolar karşılığında aldığımız mal ve hizmeti yarın alamayacağız… kısacası bu iktidar aynı anda hem dövizi, hem de alım gacü açısından ücretleri baskılayarak yoksulları açlığa, orta gelir grubunu yoksulluğa itiyor. dolayısıyla dolar karşılığı ücretler geçmişe göre artmış gibi görünse de alım gücü açısından ücretler eriyor… fakat iktidar geçmiş alışkanlıklarımıza, ezberlerimize güvenerek ücretlerin dolar karşılığı arttığı propagandasıyla ücretlerdeki erimeyi, alım gücünün düşmesini, hatta 20 milyon insanın sosyal yardıma muhtaç oluşunu gizliyor…
bir başka yanı da kişi başı gelir artsa da bölüşüm politikaları nedeniyle gerçekte halkın büyük çoğunluğunun dolar karşılığı veya alım gücü açısından geliri artmıyor, artmayacak da… iktidar seçimleri de düşünerek halka (seçmene) geleceğe yönelik bir düş (hayal) satıyor. gelir dağılımındaki korkunç yıkımın ve gelecek kaygısının artması nedeniyle bu düş karşılık buluyor olabilir… özellikle de seçim öncesi asgari ücrete, hatta emekli ve memur maaşlarına yeni güncellemeler yapılırsa.
fakat kişi başı gelir artışı vaadi veren iktidarın özgürlükler, adalet, eşitlik gibi konulardaki fiili politikalarından kişi başına daha fazla baskı, daha fazla hukuksuzluk, daha fazla ayrımcılık düştüğünü görüyoruz, yaşıyoruz… medyaya yansıyan haberlere bile bakmanıza gerek yok; çevrenize bakın yeter. işçi örgütlenme ve eylemlerinden çevre eylemlerine, kadın cinayetlerine ve yargılamalarına, neredeyse tüm muhalefetin terörist olarak ilan edilmesinden KHK ile ihraç edilenlerin %85’inin başvurularının reddedilmiş olmasına kadar o kadar çok olay, olgu var ki… medyaya verilen cezaları, vekilliği düşürülenleri, kayyum atanan belediyeleri, açılan hakaret davalarını, iktidarla ilişkili olanların yargı dahil hiçbir kurum tarafından sorgulanamaz oluşu vb…
iktidar bizlere yurttaş değil seçmen, birey olarak değil tebaa olarak bakıyor. bu yüzden de karın tokluğu üzerinden vaatleri yeterli görüyor ki o da yazdığım gibi, yitirdiğimiz eşeği bulduğunu, bulacağını söyleyip sevinmemizi istiyor… oysa bizim tam da Afrikalı kölenin beyaz adama söylediği gibi özgürlüğe gereksinimimiz var; ‘özgür olmazsak aç olduğumuzu nasıl söyleyebiliriz.’ çalışanların sendikal örgütlenmesi iktidarın ve kamu kurumlarının gözleri önünde engelleniyor… işçiler, kadınlar göz göre göre öldürülüyor… ülkenin en değerli, en korunması gereken alanları talan ediliyor… bu ülkenin çocuklarının ölümünden sorumlu olanlar, gözlerimizin önünde çocuklarımızı öldürenler cezasızlıkla ödüllendiriliyor… tutukluluk cezaya, ceza işkenceye dönüştürülmüş durumda… ve iktidar 12.000 dolar kişi başı gelir hedefiyle yoksulken açlığa, orta gelirliyken yoksulluğa sürüklediği bizlere verebilecekken vermediklerini, elimizden aldıklarını vaat veriyor…
kişi başı 12.000 dolar vaat edenler geçim derdi için oyuncaklarını satan çocuğa, karne armağanı olarak çocuğuna et yemeği yapan anneye, ikinci elden aldığı montu giyerken ‘acaba ölen birinin montu muydu?’ diye düşünen gence, ‘karımı sevmesen intihar ederdim’ diyen emekliye, market market indirim kovalayan yurttaşa, devlette iş umudu sömürülen yüzbinlerce atanamayan insana kişi başı gelirimiz 12.000 dolar olacak diyorlar… peki o zaman; şu an kişi başı gelir 9.000 dolar ve durumumuz ortada, 12.000 dolar olduğunda bizim için ne değişecek? bu yüzden bizim kişi başı gelirle eş zamanlı olarak kişi başı adalet, kişi başı özgürlük, kişi başı sendika, kişi başı doktor, kişi başı kitap- sinema- tiyatro, kişi başı eşitlik taleplerimizle bir karşı dili ve bilinci öne çıkarmamız zorunludur… çokça attığımız slogan var ya; ‘vermeyecekler, alacağız!’ sloganını gerçek kılmanın yollarını bulmamız gerekiyor… bize dayatılan ve olağanmış gibi gösterilen asgari yaşam düzenine karşı insanca yaşamı örgütlemek dışında seçeneğimiz ve yolumuz yok… ayrımında mısınız bilmiyorum; yaşamak dediğimiz şeyin için boşalmış durumda ve çoğumuz unutuyor; gerçekten şu an yaşadıklarımız ve yaşayamadıklarımızı birlikte düşünüp; kendinize ‘yaşamak bu mu?’ diye sorduğunuz olmuyor mu? işte bu soruyu kendimize ve birbirimize değil, iktidara sormalıyız…