6. Filo’ya bağlı bir birlik (Filoya bağlı Sancak Gemisi Little Rock Kruvazörü ve Wood Derstoyeri) ilk kez, 7 Ekim 1967 tarihinde Derin-İz Tatbikatı vesilesiyle İstanbul’a gelmiş; bu tarihte İstanbul’da oturma eylemi yaparak 6. Filo’yu protesto eden gençler “…emperyalizmi topraklarından yarım asır önce silah zoru ile kovarak dünya geri kalmış ülke halklarına önderlik eden Türk ulusunun yatak odalarına kadar girmeye cür’et eden Amerikan emperyalizmine artık tahammül kalmamıştır,” şeklinde bir açıklama yapmakla yetinmemişler; okullarında oturma eylemleri gerçekleştirmişlerdi. Yukarıda da özetlenmeye çalışıldığı gibi, 6. Filo 15 Temmuz 1968’de tekrar geldiğinde ise gençliğin tepkisi, oturma eylemi ve basın açıklamalarının çok ötesine taşacak; 17 Temmuz’da, 6. Filo’nun İstanbul’a gelişinin üçüncü günü, İTÜ Gümüşsuyu Öğrenci Yurdu’nu basan polis, ummadığı bir tepkiyle karşılaşacaktır: Öğrenciler, Ekipler Amiri Necati Karahasanoğlu’nu rehin alırlar. Sadece bu öğrenci yurduna gerçekleştirilen polis baskınında kırka yakın öğrenci yaralanır. O gün ağır yaralanarak hastaneye kaldırılan dört öğrenciden biri de -öğrenci yurdunun ikinci katından aşağı atılan- Hukuk Fakültesi Öğrencisi Vedat Demircioğlu’dur; Demircioğlu, sekiz gün komada kaldıktan sonra 24 Temmuz’da vefat edecektir. Vedat Demircioğlu’nun ölmesini takip eden gün de olaylar devam edecek, Demircioğlu’nun katledilmesini protesto eden gençlerden üçü yaralanacak, toplam 49 kişi gözaltına alınacaktır.
24 Temmuz’da, yani Vedat Demircioğlu’nun komada can verdiği gün, TBMM’nin tatil edilmesini protesto etmek üzere toplanan ve bu nedenle gözaltına alınan öğrencilerin duruşmalarının yapılacağı saatlerde Adliye önünde bir araya gelen topluluk içerisindeki Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu öğrencisi da, gösteriler sırasındaki olaylardan kaçarken bir dolmuşun çarpması sonucu ölecektir. Vedat Demircioğlu’nun Konya Taşkent’e defni bile olaylara vesile olur; cenaze gizlice defnedilir. Demircioğlu’nun cenazesinin Taşkent’e defni sırasında yükselen anti-komünizm, İslâmcılık ve taşra tutuculuğu ekseninde şekillenen nefretin daha organize hâlini görebilmek için Türkiye’nin sadece bir yıl daha sabretmesi, 16 Şubat 1969 tarihini beklemesi gerekmektedir. Ölümlerin artık şahsî-adlî vaka olmaktan çıkarak örgütlü-kitlesel katliamlara dönmesi için ise yetmişlerin ortalarını… 6. Filo 10 Şubat 1969’da üçüncü defa Türk kıyılarına demirlediğinde, kelimenin tam anlamıyla yer yerinden oynayacaktır. Gemiler İstanbul’a gelmeden önce –9 Şubat’ta– öğrenciler gözaltına alınmaya ve dağıtacakları bildirilere el konulmaya başlanacak; TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar aynı gün yaptığı basın açıklamasında, hükümetin “…Amerika’ya karşı zaafını polislerini gençlere saldırtarak örtmeye kalkış”tığını iddia edecek; Birlik Partisi (BP) Genel Başkanı Hüseyin Balan, düzenlediği basın toplantısında, 6. Filo’nun Türkiye’yi rahat bırakmasını isteyecek; 27 Mayıs Derneği’nde düzenlenen konferansa konuşmacı olarak katılan, eski Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı Amiral Sezai Orkunt, NATO’ya (North Atlantic Treaty Organization – Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) verdiğimiz karşılığı alamadığımızı söyleyecek; Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) üyeleri ve Sosyal Demokrasi Dernekleri İstanbul’da 6. Filo’ya karşı protesto bildirileri dağıtacaktır. Asıl önemlisi, Türkiye’yi yönetenler ve Türkiye’yi yönetenleri yönetenler, toplumdaki bu tepkiyi artık sadece polisiye müdahalelerle bastıramayacaklarının farkına varacaklar; İkinci Dünya Savaşı sonrasında tedavüle giren doktrin –yani yeni küresel müesses nizam (Truman Doktrini)– 1960’ların Türkiye’sinde muhalif gençlerle mücadeleyi, bizzat devletin paraminiler aygıtlarına (ülkücü harekete) tevdi edecektir. 6. Filo’ya bağlı gemilerin İstanbul Dolmabahçe’ye demirlemelerinin ardından yaşananları ve özellikle bu eylemleri engellemek adına yapılanları anlatmak için protesto ve tepki kavramları yetersiz kalır: Çıkan olaylarda İstanbul’daki Türk-Amerikan Dış Ticaret Bankası’nın camları kırılır; Harbiye Orduevi önünde toplanan gençler, aralarından seçtikleri Harun Karadeniz, Sıtkı Coşkun, Mustafa Gürkan ve Enver Nalbantoğlu isimli dört öğrenci aracılığıyla Garnizon Kurmay Başkanı Tuğgeneral Necati İşçi ile görüşmek ister; görüşme devam ederken polis dışarıda arkadaşlarını beklemekte olan öğrencilere müdahale eder; Taksim Anıtı’na siyah çelenk bırakılır; Ankara’da Zafer Meydanı’nda Amerikan bayrağı yakılır; İzmir ve Zonguldak’ta da ABD karşıtı gösteriler düzenlenir. Gösteriler bir günle de sınırlı kalmayacak, ilerleyen günlerde, Taksim’deki protesto mitinginde 50 kişi yaralanacak; 13 Şubat 1969’da İzmir’de 6. Filo’yu protesto ederek açlık grevine başlayan 10 öğrenci, aynı gün Ankara’daki olaylarda da 36 öğrenci gözaltına alınacaktır. 15 Şubat’ta çıkan olaylarda, Trabzon’da 6. Filo’yu protesto eden öğrencilerden 16’sı yaralanır. 16 Şubat’a gelindiğinde, artık protesto mitingleri yok; bir nev’i iç savaş vardır: Taksim’de düzenlenen Emperyalizme ve Faşizme Karşı İşçi Yürüyüşü 6. Filo’ya karşı bir protesto mitingi olma sınırlarını aşar; Dolmabahçe ve Beşiktaş camilerinden çıkan İslâmcı gruplar, mitinge katılanlara saldırırlar ve Turan Erdoğan’ı bıçaklayarak; Ali Turgut Aytaç’ı da bel kemiğini kırarak katlederler. Olayları takiben gözaltına alınanlar, iki kişinin ölümüne neden olan İslâmcı gruplar değil; protesto mitingine katılanlardır. O günün gazetelerinde, gözaltına alınan 52 protestocunun çoğunluğunun yaralı halde oldukları vurgulanır. Olaylar, ertesi gün, İzmir’de de tekrarlanır: Taksim’deki vahşeti kınamak için toplanan Ege Üniversitesi öğrencileriyle sağcı grupların kavgasında da yaralılar vardır.
Olaylar dinmeyecek; 23 Eylül 1969’da İstanbul Üniversitesi Öğrenci Birliği (İÜÖB) Kongresi’ne katılan Mustafa Taylan Özgür, Beyazıt Meydanı’nda faili meçhul bir cinayete kurban gidecektir. Altmışların sonuna gelinirken Türkiye, yetmişli yıllarda, özellikle de bu dönemin ikinci yarısında yaşayacağı bir iç savaşa doğru itilmektedir. 6. Filo’ya bağlı gemiler, Ekim 1967’de Türkiye’ye geldiğinde Filo komutanı Amiral William Martin, Filo’nun gelişi üzerine yapılan protestolara şaşkındır. Gazetecilere yaptığı açıklamada “6. Filo 20 yıldır Türkiye’ye gelip gitmektedir. Bu ziyaretler dâima dostluk içinde yapılıyor. Bu defaki protestonun manasını anlayamadım,” der. Amiral’in anlayamadığı, 20 yılda –kabaca İkinci Dünya Savaşı sonrasından 1960 ortalarına kadar– dünyadaki değişimdir. Aslında şaşkınlığında da haklıdır(!): 5 Nisan 1946’da –yani tam da Amiral’in vurguladığı gibi 20 yıl önce– Missouri ve beraberindeki gemiler İstanbul’a geldiklerinde, değil protesto edilmek; saygı ve sevgi gösterilerek, ihtiramla karşılanmışlardı. Geminin adına sigaralar imâl edilmiş, pullar basılmış, İstanbul genelevlerinde hummalı hazırlıklar yapılmış, Bezmi-Âlem Vâlide Sultan Câmii’ne üzerinde welcome yazan mahyalar asılmış; misafirleri yolcu etmek üzere Beylerbeyi’nden Üsküdar’a, Beşiktaş’tan Sarayburnu’na kadar bütün sahiller kadın, erkek, çoluk çocuk doluşmuş; Türkiye’den ayrılan gemileri uğurlamak isteyen İstanbulluları Yeşilköy açıklarına kadar uğurlamak üzere 10 gemi tahsis edilmişti. Altmışlı yılların ikinci yarısına gelindiğinde ise bambaşka bir dünya vardır artık. 7 Ekim 1967’deki oturma eylemi ve basın açıklamasına şaşıran amiralin, kendi ülkesinin de kamplarından birinin liderliğini yürütmekte olduğu Soğuk Savaş’ın gerçek yüzünü anlayabilmesi için 16 Şubat 1969’daki olayları beklemesi gerekiyordu: Cumhuriyet gazetesi olaylardan sonraki gün Kanlı Pazar: Taksim Savaş Alanına Döndü manşetiyle çıkacaktı.
14 Şubat 1969 tarihinde MTTB ve KMD öncülüğünde Bayrağa Saygı adında anti bir miting düzenlenir. Bu mitingi anlamadan 16 Şubat’taki Kanlı Pazar’ı anlatabilmek zordur. O gün 14 Şubat’taki mitingde KMD adına konuşan Darendelioğlu; “Pazar günü komünistler miting yapacak, biz bu mitingde savaşacağız. Silahı olan silahıyla, olmayan baltasıyla gelsin” der. Mitingden bir gün önce de Bugün gazetesi yazarı Mehmet Şevki Eygi şunları yazacaktır: Büyük fırtına patlamak üzeredir. Müslümanlar ile kızıl kâfirler arasında topyekûn bir savaş kaçınılmaz hâle gelmiştir… Müslüman kardeşim, sen bu savaşta bitaraf kalamazsın. Ben namazımı kılar, tesbihimi çekerim, etliye sütlüye karışmam deyip de zulmedenlerden olma, gözünü aç bak… Komünizm küfrüne karşı derhal silahlan. İslâm’da askerlik ve cihad ihtiyâri değil, mecburidir… Cihad eden zelil olmaz. Sağ kalırsa gazi olur. Canını veren şehitlik şerefini kazanır… Ezanlar susturulmasın, Müslümanlar komünizmle çarpışan devlet kuvvetlerine yardımcı olsunlar. Bu iki kışkırtıcının söyledikleri aslında olacakların habercisi gibiydi. Ancak belirtilmelidir ki, bu kışkırtmada Eygi daha etkili olmuştur zira hem ulusal bir gazetede yazarak daha çok kişiye hitap etmekte hem de, Taşkın’ın Muhafazakârlığın Uslanmaz Çocuğu adlı çalışmasına göre, geleneksel bir iletişim köprüsü olan cemaate vaaz verir gibi yazı üslubuna sahip olmasından ötürü sağcı kitle üzerinde daha güçlü bir etki bırakmıştır. 16 Şubat Pazar sabahı, Dolmabahçe’de toplanan yaklaşık 10 bin kişilik –ki pek çoğunun Anadolu’nun çeşitli şehirlerinden otobüslerle ve kamyonlarla İstanbul’a getirildiği söylenir– milliyetçi-muhafazakâr kitle, toplu namaz kıldıktan sonra “Ya tam susturacağız, ya kan kusturacağız” nidalarıyla Taksim’e Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye Kahrolsun Amerika pankartları taşıyan solcu gençlere taş ve sopalarla saldırır. Saldırı sonrası Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan öldürülür; çıkan olaylarda pek çok kişi de yaralanır. Cumhuriyet gazetesi, 17 Şubat 1969 günü Kanlı Pazar, Taksim Savaş Alanına Döndü, Hürriyet gazetesi ise Kanlı Pazar manşetiyle çıkacaktır. Kanlı Pazar ile milliyetçi-muhafazakâr kesim, “komünistleri” püskürtmüş, müttefik Amerikan askerlerini korumuştur. Başka bir ifadeyle İslâm “düşman”ı ve “Moskofların maşası” komünistlere karşı mücadele eden “dost”umuz Amerika böylece korunmuş olur. Kamuoyu, Kanlı Pazar sonrası çıkan olaylardan milliyetçi-muhafazakâr kesimi sorumlu tutunca, KMD adına savunma işi Orhan Kirvelioğlu’na düşer. Kirvelioğlu Kanlı Pazar’ı, “Bedir’den, Sakarya’dan, Aziziye Tabyaları’ndan bir parça” şeklinde tabir eder ve sitayişle bahseder. Nitekim Eygi de, 11 Nisan 2006 tarihinde Yeni Şafak gazetesine verdiği bir röportajda, olaylardan dolayı vicdanen rahatsızlık hissetmediğini, “Bugün aynı şartlar olsa yine aynı şeyi hiç tereddütsüz” yapacağını söyler ve Kanlı Pazar’ın kanlı mirasını sahiplenir. Bu saldırı, milliyetçi-muhafazakâr kesim ile solcular arasındaki kutuplaşmayı arttırır ve adeta 1970’lerdeki çatışmaların habercisi niteliğini taşır. Kanlı Pazar, KMD’nin Türkiye siyasal hayatına bıraktığı en kalıcı faaliyeti olarak tarihe geçer. KMD’nin bu faaliyeti, milliyetçi-muhafazakâr kesim ile sol arasındaki mesafeyi arttırmıştır. Bununla birlikte, milliyetçi-muhafazakâr kesim içerisinden Kanlı Pazar’ı açık bir şekilde eleştiren ve onun mirasını reddeden düşünür olarak Nurettin Topçu’yu sayabiliriz. Topçu, Hareket dergisinin Mart 1969 sayısında Kanlı Pazar saldırısını kınar ve Müslümanlığın bu olmadığını belirterek, “İslâm dinini kendi nefisleri ile hırsları için böyle şuursuzca alet yaparak Amerikan donanmasına yaranırcasına” savaşanları şiddetli bir şekilde eleştirir. Kanlı Pazar’ı ve KMD’yi açık bir şekilde kınayan ve onları reddeden başka bir oluşum, 2012’de kurulan Anti-kapitalist Müslümanlar’dır. Bu oluşum, KMD mirasını reddetmek için komünizmle mücadele derneği ismine kinayeyle Kapitalizmle Mücadele Derneği adı altında örgütlenmiştir. Ayrıca Anti-kapitalist Müslümanlar “Biz olsaydık biz de solcularla birlikte 6. Filo’yu taşlardık” şeklindeki açıklamalarıyla Kanlı Pazar’ın sağ kesim içindeki mirasını da reddetmişlerdir.
16 Şubat’taki olaylarda, Toplum Polisinin seyirci kaldığı olaylarda 2 genç yaşamını kaybeder. Saldırıya MTTB sahip çıkar. MTTB’nin yayın organı Millî Gençlik saldırıyı, “Polis ve sonradan yetişen askerî birlikler, solcuları halkın elinden kurtardı. Meydanda 10 dakika sonra bir tek solcu kalmamıştı, hepsi de tabanlarını yağlamış, mücahitlerin önünde tutunamamışlardır,” diyerek anlatır (Türk Bayrağına Saygı Mitingi). Kanlı Pazar’dan sonra 6. Filo’nun Türkiye ziyaretlerine ara verilir. Gösteri yürüyüşü AP hükümetine yakın gazetelerde Ya Tam Susturacağız, Ya Kan Kusturacağız, Kızılları Boğmanın Vakti Geldi, Kızıl Emperyalizmin Para ile Tutulmuş Uşaklarını En Ufak Bir Kıpırdanışta Gebertmek İçin And İçildi gibi başlıklarla duyurulur. Protestocu öğrencilere karşı gruplar tarafından dağıtılan Aziz Türk Milleti başlıklı bildiri bu çevrelerin Türkiye-ABD ilişkilerine nasıl baktıklarını ortaya koyar: “Amerikan 6. Filosunun İstanbul’a gelmesini vesile bilerek harekete geçen komünist sergerdeler [elebaşılar], son günlerde miting, yürüyüş gibi bahanelerle huzurunuzu bozup proletarya ihtilâlını gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Bu militanların kuzeyden emir aldıklarından şüphen olmasın… Kim ki bunlar, senin reyinle iş başına gelenlere Morisson Süleyman, cani uşak diyebiliyorlar. Kim bunlar? Kim ki bunlar, sokaklarda her türlü haksızlığa cüret edip kızıl Çinlilerin elbiseleriyle boy gösteriyorlar?” AP İstanbul İl Gençlik Teşkilatı Başkanı İbrahim Çetinkaya’nın Kanlı Pazar sonrasında söyledikleri, AP’nin olaya bakışını yansıtır. “Zincirin son halkası nihayet o her zaman hakaret ettikleri şerefli Türk polisinin dahi mani olamadığı, milletin kürreiarzı [yerküreyi] patlatırcasına galeyanı, yani bu meydanda cereyan eden Taksim olayları, solcuların deyimiyle Kanlı Pazar. Eğer bu anarşistler, midelerinden Moskova’ya veya Pekin’e bağlı olanlar geçmişten ders almadılarsa, gelecekte bu inançlı topluluğun daha nice şanlı pazarlar yapabileceğini unutmamalıdırlar. Aksi takdirde acırım onların haline.” Bu döneme ilişkin anılar ve değerlendirmeler, Başbakan Demirel’in ikili anlaşmaların başta TİP olmak üzere muhalefet partileri, artan Amerikan karşıtlığından etkilenen subaylar ve son olarak SSCB tarafından AP hükümetinin konumunu zayıflatacak biçimde araçsallaştırılmasına engel olmak istediğini göstermektedir. Anlaşıldığı kadarıyla, müzakerelere Türkiye adına taraf olanların ikili anlaşmalar konusuna kendi konumlarını pekiştirecek bir doğrultudan yaklaşmaktadır. Görüşmelere Dışişleri adına katılan Turgut Tülümen anılarında müzakerelerin aslında içeridekiler arasında sürdürüldüğüne işaret eder: “Müzakereleri sözüm ona Amerikalılar ile yürütüyorduk. Asıl müzakere ve tartışma ortamı, Genelkurmay ve diğer yetkililerle yapılan çeşitli toplantılarda yaşanıyordu.” Haydar Tunçkanat, İkili Anlaşmaların İçyüzü başlıklı kitabında, sertliği ile tanınan Genelkurmay Başkanı Cemal Tural’ın da işin başında anlaşmalara karşı takındığı uzlaşmaz tutumunu, ABD’den davet alıp da Devlet Başkanlarına özgü bir protokolle ağırlandıktan sonra değiştirdiğini, uzlaşmaya ayak direyen subayların başka görevlere atandığını, dahası Genelkurmay’ın ilgili komisyona temsilci göndermeyi bıraktığını ileri sürer.
Keyifli pazarlar
*Bu yazıda Türkiye’nin 1960’lı Yılları içerisinde yer alan yazılardan; özellikle Gencer Özcan, Aybars Yanık, Tanıl Bora, Levent Odabaşı, Bayram Koca
Yüreğine ve kalemine sağlık. Derinlikli bir mücadele tarihi özeti. Bilhassa gençler tekrar tekrar okuyabilir..