Cumartesi, Nisan 27, 2024
spot_img

Adalet, Demokrasi ve 2020’yi Bitirirken

Salt sandığa sıkıştırılmış bir muhalefet sarmalından çıkış olanaklarının geliştirilmesini sağlamak, sosyalist siyasetin önümüzdeki en önemli görevlerinden bir tanesidir

Geçtiğimiz haftanın en önemli gelişmelerinden biri, kuşkusuz AİHM’nin Selahattin Demirtaş kararıydı.

AİHM’in Demirtaş’ın uzun tutukluluğunun cezalandırmaya dönüştüğü ve tahliye edilmesi yönündeki kararı, Saray/AKP/MHP koalisyonunun hukuk dışı, siyasi tepkileriyle karşılandı. Erdoğan “Bu karar bizi bağlamaz” derken, Bahçeli, “Tanımıyoruz, takmıyoruz” diyerek HDP’nin kapatılması çağrısını yineledi.

Bir yandan “hedefimiz AB diyen Saray bir yandan da AB’nin en önemli kurumlarından olan ve Türkiye tarafından kararlarının iç hukukun üzerinde olduğu kabul edilen AİHM’in Selahattin Demirtaş kararına gösterilen tepki iktidar bloğu arasındaki bir gerilim noktası olarak okunabileceği gibi, Saray’ın iç siyasete yönelik açıklamaları olarak da görülebilir.

Ancak Erdoğan’ın Demirtaş kararını eleştirdiği konuşmasında “Yeni yılda ABD ile ilişkilerimizde yeni bir sayfa açmayı istiyoruz. ABD’nin yeni başkanı Biden’ın Türkiye-ABD ilişkilerine gereken ilgiyi göstereceğine inanıyorum. Bize bir adım gelene biz koşarak gittik. Bugün de aynı iyimserliği muhafaza ediyoruz” demesi, Erdoğan’ın Kürt meselesi üzerinden ABD yeni yönetimi ile çeşitli sorunlar yaşanma ihtimalini gözettiğinin işareti olarak okunabilir.

Belli ki Erdoğan, AB ile yeni bir gerginlik alanı açılmışken/açılacakken, ABD’yi tartışmanın dışında tutmayı murat ediyor.

Cumhur İttifakı’nın üzerinde oluşacak olası bir uluslararası baskıyı nasıl karşılayacağını hep birlikte göreceğiz.

Ancak Demirtaş’ın avukatlarının tahliye başvurusunun “AİHM kararının Türkçe çevirisinin Adalet Bakanlığı’ndan gelmediği gerekçesiyle” geri çevrilmesi, iktidarın zaman kazanma taktiklerinden bir tanesi olarak görülebilir.

Ne var ki, er ya da geç, tahliye kararı ile yüzleşecekler ve bir tercihte bulunacaklar.

Erdoğan’ın, faiz konusundaki fikirlerini her fırsatta dile getirmesine rağmen, faiz arttırımını kimi zaman Merkez Bankası’nın ‘bağımsızlığı’ndan dem vurarak, kimi zaman ise içilmesi gereken “acı ilaç” benzetmesi yaparak vatandaş nezdindeki sorumluluğundan kurtulmaya çalıştığı biliniyor.

Bu kez de “mahkemelerin bağımsızlığını” pekâlâ ileri sürebilir. Ve Demirtaş, (başka bir suçlamadan tekrar tutuklanmak üzere) tahliye edilebilir. Ya da AİHM’de görülecek FETÖ davalarının da benzer şekilde Türkiye aleyhine sonuçlanma ihtimaline karşı şimdiden Batı ile gerginlik duvarını yükseltmeyi, iç kamuoyunu konsolide etmeyi tercih edebilirler. Her durumda, haftalardır dillerine doladıkları yargı reformu söyleminin üzerindeki yaldızın bir kez daha döküleceği ortada.

Saray/AKP/MHP iktidarının her ne olursa olsun muhalifleri, özellikle de siyasi çekim merkezi olabilecek kişi ve kurumları baskı altında tutmak için her yolu deneye yöneltecek bir sıkışmışlık yaşadığı açık.

30 Kasım 2020 tarihli “Reform ve Ötesi” başlıklı siyasal değerlendirmemizde “Hatırlanacağı üzere, AKP’nin önemli isimlerinden olan Bülent Arınç’ın başta Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’nın serbest bırakılmaları, Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulması gerektiği yönündeki açıklamalarına Devlet Bahçeli’nin aşağılayıcı, suçlayıcı bir dille karşı çıkmıştı. Bunun üzerine istifa eden Arınç’a Tayyip Erdoğan’ın sahip çık(a)maması gelecek açısından önemli bir gösterge sayılmalı” demiştik.

Hukuk ve ekonomi alanlarında reform sözleriyle eş zamanlı olarak yaşananlara baktığımızda Saray/ AKP/ MHP iktidarının reformdan anladıklarının iktidar sürelerini uzatacak düzenleme ve uygulamalardan başka bir şey olmadığı görülecektir. AB’nin, ABD’nin ve uluslararası kurumların hukuk ve ekonomi alanlarında geniş emekçi kitlelerinin örgütlenme ve düşünce özgürlüğünü kapsayan gerçek bir reform istekleri de yoktur. Türkiye’nin Rusya’ya yakınlaşmaktan vazgeçmesi, uluslararası kurum ve şirketlere güven/ güvence vermesi yeterlidir onlar açısından. Saray ise iktidarının kalıcılaşması karşılığında bu yola girmekten ve her yolu denemekten çekinmeyecektir.

HEM İKTİDAR HEM MAĞDUR

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Mevlana’yı anma törenlerinde Türkçe Kur’an okutulması üzerinde AKP ve yandaş medya tek parti dönemindeki Türkçe ezan okunmasına kadar gerilere gidip muhafazakâr seçmenin dinsel hassasiyetlerini/ korkularını diriltmeye, 90’ların başından itibaren beslendikleri mağduriyet dilini kullanmaya başladılar. Buna CHP içinde yaşanmış taciz olaylarını de ekleyerek ‘ahlaki’ boyutla taçlandırmayı da ihmal etmediler.

Derinleşen ekonomik kriz, önlemeyen dolarizasyon ve dış borç (dolar) bulmaktaki zorluklar aşılamayınca Merkez Bankası, (Kasım ayında 475 baz puan arttırılan) faizleri 24 Aralık’ta yeniden 200 baz puan artırdı. Faize karşı olan (karşı olmasa bile) faiz karşıtı bir seçmen kitlesinden de oy alan Tayyip Erdoğan’ın ekonomi danışmanı Cemil Ertem “akademide, iktisatçılar arasında, medyada olduğu gibi bürokraside de gayri milli olanlar var” açıklamasıyla AKP’ye oy veren faiz karşıtlarına Saray’ın mağdur olduğu mesajı verme gereği duydu. Elbette bunun bir nedeni de yükselen faizler sonucu kredi kullananların faiz borçlarının artması ve icralık olanların tepkilerinin iktidar yerine iktidarın hedef göstereceği muhalefete yönlendirilme isteğidir.

MİLLİ İKTİDAR MİLLİ MUHALEFET

Geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “… düzgün bir muhalefeti de biz yaratacağız” açıklaması kurulması gündemde veya tartışılan partilerin durumlarını da işaret ediyor gibi. Faşist rejimlere özgü bir yaklaşımla; ihtiyaç duyulan muhalefet partilerinin de iktidar tarafından yaratılacağının açıklanması şu an var olan muhalefet partilerinin baskı altına alınmaya çalışılacağının veya ‘başka yollarla’ muhalefet edemez duruma getirileceğinin işareti olarak okunmalıdır.

Mustafa Sarıgül’ün, Muharrem İnce’nin kuracaklarını açıkladıkları partilerin CHP’yi etkisiz kılacağı hesapları yapılırken; eş zamanlı olarak yeni bir Kürt partisinin kurulacağının da işaretleri veriliyor. HDP’nin yerine düşünülen ve “Kürt Sorunu yoktur” demesi beklenilen bu Kürt partisinin iktidar bileşeni olacağı şimdiden söylenebilir. Hatta Mustafa Sarıgül ve Muharrem İnce’nin CHP’ye yönelik açıklamalarının tonlamaları dikkate alındığında muhalefet değil de daha çok iktidarın dışarıdan payandaları olacakları bile söylenebilir.

OHAL REJİMİ SÜRÜYOR

Olay TV’nin yayına başladıktan 26 gün sonra yayınının sona erdirilmesi, olası muhalif yayın organlarını doğrudan kapatmak yerine, kapalı kapılar ardından baskı yaparak etkisiz kılma yönteminin iktidarın önemli bir aracı olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.

Meclis’te “Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Önlenmesine İlişkin Kanun Teklifi” adı altında “terörizmin finansmanı”nı engellemek iddiasıyla, toplumun, bireylerin, avukatların, şirketlerin, derneklerin bir OHAL rejimine bağlandığı da göz önüne alındığında Türkiye’yi önümüzdeki günlerde ağır sorunlar beklediğini söylemek yanlış olmayacaktır.

KHK’larla ihraç edilen kamu çalışanlarının itirazlarını görüşmek ve karara bağlamak üzere kurulan OHAL Komisyonu’nun görev süresi 1 yıl daha uzatıldı. İhraç edilenlerin göreve iade veya iade edilmeme durumlarında yargı sürecini başlatabilmeleri için bu komisyonun kararını beklemeleri gerekiyor.

Komisyonun görev süresinin 1 yıl daha uzatılması ihraç edilen ve dört yılı aşkın süredir her türlü yurttaşlık hakları ellerinden alınmış olan KHK mağdurlarının mağdur edilmeye, fiili olarak ‘cezalandırılmaya’ devam edileceklerini gösteriyor.

Açık ki iktidar, muhalefeti tepeden tırnağa hareket edemez, örgütlenemez hale getirmenin açık planlarını yapıyor, adım adım bu hedefe doğru hukuki düzenlemeler yaparak ilerliyor.

BUGÜNDEN YARINA

Böylesi bir tabloda, sürekli dile getirdiğimiz üzere “Sokakta toplumsal taleplerin gür sesle dile getirilemediği koşullarda, neredeyse bütün muhalefet CHP’nin Erdoğan’ı sandıkta indirmeye yönelik hedeflerinin hız ve düzeyine mahkûm oluyor.”

İktidarın pervasızlıklarına karşı etkili bir siyasal toplumsal mukavemet geliştirilemiyor.

Daha önceki sayılarımızda da değindiğimiz işçi sınıfının yerel direnişleri sürüyor. Sınıfsal tutumunu koruyan sendika ve işçi örgütlenmeleri yavaş yavaş kendi aralarında dayanışma ilişkileri de yaratma yolunda adımlar atıyorlar. Ancak işçi sınıfının ekonomik çıkarlarını korumaya yönelik mücadeleleri, siyasal bir mücadele ile bütünleştirilemediğinde ülkenin içinde bulunduğu karanlığı dağıtmaya, yoksullukla mücadelenin büyümesine yetemiyor.

Ülkenin dört bir yanında ayrı ayrı kulvarlarda süren mücadelelerin, ortak bir zeminde nasıl iktidara karşı güçlü bir mukavemete dönüştürülebileceği sorusunun yanıtlanması aynı zamanda etkili bir sosyalist siyasetin de gelişimine hizmet edecektir.

Salt sandığa sıkıştırılmış bir muhalefet sarmalından çıkış olanaklarının geliştirilmesini sağlamak, sosyalist siyasetin önümüzdeki en önemli görevlerinden bir tanesidir.

1 Yorum

  1. Sandık demokrasisi=burjuva demokrasisi yazının özeti olarak düşünüyorum. Yaşam biçimini bireyselden başlayıp değiştirilmediği sürece ve bu süreçte öne çıkan engelleri somut koşullara göre aşma pratiği kitlelere gösteril(e)mediği sürece pek ilerle sağlanamaz..
    Çalışmalarınızda başarılar..

Bir Cevap Yazın

[td_block_10 custom_title="YAZARIN DİĞER YAZILARI" autors_id="29" limit="6" block_template_id="td_block_template_6"]

Haftalık Siyasal Durum Değerlendirmesi

4,216BeğenenlerBeğen
944TakipçilerTakip Et
6,269TakipçilerTakip Et