Cumartesi, Aralık 14, 2024
spot_img

Bilim, Bilmeyi Bilmektir

Tarihin ilk çağlarından itibaren filozoflar, hekimler, sanatçılar, bilginler yönetici sınıfın himayesinde yaşayabilmişler, yaşadıkları saraylar sadece onları değil, bilimlerini de kuşatmıştır. Bunun sonucu olarak, Thomas S. Kuhn’un anlatımıyla[ii] bilim, hâkim sınıfların denetimindeki bir paradigmanın gölgesinde gelişebilmiştir.

Bilim insanları, makalelerini bilim dergilerine gönderirler ve yayımlanmasını umarlar. Dünya çapında kabul görmüş bir bilim dergisine makale kabul ettirmek deveye hendek atlatmaktan zordur. Çünkü bilim dergilerinin yayın kurullarında bilimsel araştırma yöntemleri konusunda uzmanlaşmış, o derginin çalışma alanlarında yüzlerce bilimsel çalışma yürütmüş, akademisyen yetiştirmiş başka bilim insanları çalışır.

Yayın kurulları gelen makaleleri hallaç pamuğu gibi atarlar, ıncığına cıncığına incelerler; kullanılan yöntemler, yararlanılan kaynaklar, verilerin işlenme süreci, etik kurallara uygunluk gibi pek çok detayın didiklendiği bu aşamayı geçen makaleler dergide yayınlanır. Bu dergiler köşedeki büfenin tezgahında bulunmaz, sınırlı sayıda okuyucularının tümü bilim insanlarından veya bilim dilini okuyabilenlerden oluşur. Yayın kurulunca onaylanan makalelerin ve yazarlarının görevi tamamlanmış mıdır? Ne gezer! Macera yeni başlamıştır; bilimsel makalelerin çetin yolculuğunun yanında, Tolkien’ın ünlü roman kahramanı Frodo Baggins’in çıktığı “yüzük seferi”, mahalle parkında gezinti sayılır. Çünkü yayımlanan makaleler o alanda çalışan yüzlerce bilim insanı tarafından eski İzmir’in Sefer Usta’sından kazandibi yer gibi okunur. Makaleyi okuyan bilim insanları ileri sürülen hipotezleri benzer çalışmalarla karşılaştırır, kendi araştırmalarıyla sınarlar, bu verileri kullanarak yeni bilimsel araştırmalara girişirler; onları geliştirirler ve de eleştirirler. Bu “geliştirir, eleştirir” sözü göründüğünden çok daha zordur. Örneğin Albert Einstein’ın “yüzyılın bilim insanı” olmasının en önemli nedeni, Newton’un “mutlak zaman” teorisini çürütmüş olmasıdır.

Bilim insanları, bilimsel araştırma usullerine uymak kaydıyla farklı görüşler ileri sürebilirler; bu durum bilimsel çalışmaların güvenilmez olduğunu değil, denetim mekanizmalarının gücünü ve savların özgürce ifade edilebileceğini gösterir.

Biçim olarak “saygın bilim dergilerini” taklit eden “çakma bilim dergileri” de vardır. Yöntem hataları veya etik olmayan araştırma usulleri nedeniyle bilim dergilerine kabul edilmemiş bazı makaleler bu tür dergilerde yayınlanabilirler; sansasyondan ve/veya arkalarındaki özel sermaye çıkarlarından beslenerek daha geniş bir okuyucu kitlesine hitap ederler. Bilim insanları ve bilim dilini okuyabilenler bu dergilerin farkını bilirler, diğerleri bilmezler[i].

Bu “saygın bilim dergileri” satın alınabilir mi? Hiç kuşkusuz evet, günümüz dünyasında aksini iddia etmek safdillik olacaktır. Nedir, yayın kurullarındaki bilim insanlarını satın alarak makalelerin yayınlanması işe yaramaz, yayınlandığı zaman makaleyi didikleyen bilim insanları işin içindeki çapanoğlunu ortaya çıkarırlar ve yazanı da yayınlayanı da eşeğe ters bindirirler.

O halde, bilim insanlarını kapitalizme direnen birer Che Guevera sayabilir miyiz? Oh No… Her ne kadar Adorno haklı olarak “Bilim itaatsiz insanlara ihtiyaç duyar” demişse de tarih boyunca pek çok bilim insanı, kendilerini veya bilimlerini koruyabilmek için pek çok yalan/dolan/entrikaya başvurmak zorunda kalmışlardır. Örneğin 10. Yüzyıldan itibaren İslam dünyasında, 14. Yüzyıldan itibaren ise Avrupa’da gökbilimciler çalışmalarını astroloji ile perdeleyerek yürütebilmişlerdir.

Peki! Bilim insanları kapitalizme boyun eğen, güçlünün yanında duran, muktedirin elini yalayan kişiler midir? Hayır; bilim insanlarının çoğunun büyük maddi çıkar beklentisi veya iktidar hırsı yoktur, çünkü bu denli “deli emeği” akçalı işlere harcasalar zengin ve iktidar sahibi olabileceklerini bilirler. Kaldı ki kendini çalışmalarına adamış bilim insanlarının bu tür hırs ve hayaller için zamanı olmaz.

Nedir, bir bütün olarak baktığımızda, bilim disiplinlerinin hangi alanlarda yoğunlaşacağını, küresel sermaye ve/veya siyasi iktidarlar belirler. Örneğin İran’da bilim insanı olmak “nükleer fizikçi” olmak anlamına gelir.

Günümüz bilimi pahalı laboratuvarlara, ekipmanlara, nitelikli çalışanlara, devasa bütçelere gereksinim duyuyor. Bilim insanlarının kişisel çabaları, gönüllü vakıfların gayretleri ve hatta bazı ülkelerin samimi çabaları da yeterli olmuyor. Bazı bilim alanlarındaki çalışmalar pek çok ülkenin bütçesini kat be kat aşan milyar/trilyon dolarlık bütçelerle yürüyebiliyor. Hal böyle olunca yoksul Afrika ülkelerinin insanlarının AIDS nedeniyle ölmelerini engelleyecek dev bütçeli araştırma laboratuvarları kurulmuyor. AIDS üzerine çalışan bilim insanları yok mu? Elbette var; viroloji, enfeksiyon hastalıkları, epidemiyoloji, farmakoloji alanlarında çalışan yüzlerce/binlerce bilim insanı delice çalışıyorlar; bağlı oldukları enstitülere, üniversite yönetimlerine, hükümet yetkililerine AIDS çalışmalarının geliştirilmesi için göklerdeki kuşlar kadar çok sayıda “bütçe tahsis talep yazısı” yazıyorlar. Üzerine kırmızı kalemle “önemli, acil, uygun görüşle arz” yazan evraklar karar mercilerinin önüne gelebilse de yoklara karışıyor.

Metalin işlenmesi konusunda yıllardır olağanüstü bilimsel çalışmalar yürütülüyor ve yeni icatlar yapılıyor. Ama bu gelişim örneğin raylı ulaşım sistemlerinin gelişimi için değil silah üretimi için kullanılıyor.

Tarihin ilk çağlarından itibaren filozoflar, hekimler, sanatçılar, bilginler yönetici sınıfın himayesinde yaşayabilmişler, yaşadıkları saraylar sadece onları değil, bilimlerini de kuşatmıştır. Bunun sonucu olarak, Thomas S. Kuhn’un anlatımıyla[ii] bilim, hâkim sınıfların denetimindeki bir paradigmanın gölgesinde gelişebilmiştir.

Sorun bakalım:

-Bu yazıyı niye yazdın?

-Çünkü yakın zaman içinde Covid aşılarının kalp krizi yapıp yapmadıkları, ikiz pandemi (twindemi), paralel pandemi, long covid gibi pandeminin yeni aşamalarını anlatan bir yazı yazmak zorundayım. Bu yazıyı altlık olarak kabul edin, devam edeceğim!

 

Bu yazının başlığında Yunus Emre’nin “İlim ilim bilmektir” dizesinden esinlenilmiştir.

 

DİPNOTLAR

[i] Akademik yükselmenin liyakat esasına dayanmadığı üniversitelerin gözdesi dergilerdir.

[ii] Thomas S. Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı; Alan Yayıncılık, Çeviri Nilüfer Kuyaş, 1991.

Bir Cevap Yazın