Bugün yıl dönümü. Aladağ yurt yangının üzerinden tam 4 sene geçti. Dört sene önce 11 çocuk eğitim almak istedikleri için öldü. Yangından devlet ve tarikat ortaklığı, yoksulluk çıktı.
Sosyal Haklar Derneği olarak tanıklık ettiğimiz süreçte davanın seyri, sorumluların yargılanması, ailelerin adalet peşinde verdikleri mücadele, aileler konuştukça ortaya saçılan yoksulluğun nasıl da istismar edildiği, eğitimin devlet eliyle cemaat-tarikatlara devri, denetimsizlik, vurdumduymazlık, apar topar yanan yurt binasının kaldırılması, yangından hemen sonra yurt binasında bulunan 35 kg etin peşine düşen dernek(!) yöneticileri… Gördük, duyduk, okuduk, yazdık.
Yangından kurtulan kız çocuklarının sevk edildiği hastanedeydim. İlk kez kendilerine ait bir odaları olduğundan mı, aileleriyle sürekli birlikte olabildikleri için mi yoksa yurda dönmenin travmasından mı bilemem ancak hastaneden ayrılmak istemeyen çocuklar gördüm. Fiziksel yara almamış “yaralı çocuklar” gördüm.
O geceyi yaşamanın, arkadaşlarını, kardeşini kaybetmenin travmasının yanı sıra ikinci kattan atlayarak kurtuldukları için ayak, bel, çene kırıkları ve yanık sorunu olanlar vardı. Kısa sürede taburcu olanların yanı sıra bazıları için 4 aylık hastane dönemi başlamıştı. Bu süre içerisinde uzun süre konuşmadılar, göz teması bile kurmak zaman aldı. Yanlarında babaları ve odalarında derin bir sessizlik vardı. Odalarına giren yabancı herkesten korkuyorlardı çünkü cemaat hala peşlerindeydi. Cemaatin ısrarlı köy ve hastane ziyaretleri, Adana’daki okullarında eğitim ve yurt(!) teklifleri, dua okuma seansları,”biz de böyle olmasını istemezdik. Onlar bizim çocuklarımız gibi. Hayır için yapıyoruz. Bu yurt olmasaydı nerede kalacaktı bu çocuklar” cümleleri ile “kaza” ve “takdiri ilahi” ile şikâyetçi olmamaları için gösterilen çabalar ilk duruşmaya kadar devam etti.
Adana nasıl bir yer kocaman kocaman binalar varmış diye sordu E. bir gün. O gün Adana’ya 2 saat mesafesi olan bir köyün ve ilçenin aslında ne kadar uzak olduğunu, hatta yıllarca ötede olduğunu anladım. Cips yemenin, kola içmenin günah olduğu, tavuk etinin İslami usullere göre kesilmediği için yasak olduğu, hatta etin de verilmediği, bazen aç kaldıkları, yurt temizliğini yapmanın zorunlu olduğu, belletmenlerin dolabında olan ve kendilerine verilmeyen yiyecekleri nasıl aşırdıklarını, okul derslerine çalışabilmek için önce yurttaki dini derslere katılmaları gerektiğini, zaten okul derslerine de gerek olmadığını, kız çocuğu oldukları için belletmen olmaları gerektiği tembihlerini, hastane odasında kimi zaman gülerek kimi zaman hüzünlenerek ama en çok da öfke ile anlattılar. Kaldıkları yurda gitmeyi çok istediler bu süre içinde, neden diye sorduğumda kimisi orda kalan çantasını, kimisi kıyafetlerini, S. ise 2.kattan atlarken kırılan dişlerini bulmak istediğini söyledi gülerek.
Köylerde ise ayrı bir hayat sürüyordu. Yangında hayatlarını kaybeden çocukların bir kısmının yaşadığı Köprücük Köyündeki ilkokul, yangından sonraki yıl “yeterli öğrenci olmaması ve prefabrik okulun kötü koşulları gerekçesiyle” kapatıldı. Prefabrik okulun hikâyesi şöyleyi: Köydekiler prefabrik okulun köyün kış şartlarına uygun olmadığını söyledi yetkililere. Buna rağmen yapıldı. Okul gördüğü ilk kışta çatısı çöktü. Yine de onarılabilirdi… Köylerinde sadece ilköğretim düzeyinde eğitim alabilen çocuklar sayıları yeterli de olsa anlaşılmayan bir sebeple 5 km mesafedeki başka bir mahallenin okuluna yönlendirildiler. Yeni okullarına ulaşımları yine çok sorun oldu. Cemaatle ilişkisi olan ve okul servisi yapan tek kişinin keyfi tavırları, her gün gidip gelmemesi nedeniyle bazı aileler çocuklarını okula göndermedi. Ortaöğretim düzeyindeki çocukların hayatında değişen tek şey ortaöğretim yurdu olmayan Aladağ yerine Kozan’daki yatılı bölge okuluna gitmeleri oldu. Bu seçenek yangından önce de vardı, aileler bunu istemişse de engel olunmuş ve tarikat yurduna mecbur bırakılmışlardı. Yatılı bölge okulunda hafta sonları diğer çocuklar ailelerinin yanına gidebiliyorken Aladağlı çocuklar çoğu zaman orada kalmak zorundaydı. Çünkü köyleriyle Kozan arasındaki yol oldukça kötü, minibüs hiç olmamış milli eğitim servisi de tüm çabalarımıza rağmen düzenli olarak sağlanamadı. 11-15 yaş arası çocuklar haftalarca, bazıları aylarca ailelerini görmeden yurtta kalmaya devam ettiler. Anneleri ise o yaştaki kız ve oğlan çocuklarının banyo, çamaşır gibi ihtiyaçları nasıl giderdiğini, yemek yiyip yemediğini düşünerek kaygılanıp durdular.
Kendi okullarına bile ulaşmanın bu kadar zor olduğu koşullarda köylerine yaz okulu geleceğini “duymuş fakat inanmamış” olduklarını ilettiler 2017 yazında. O sene yaz okulunda dilek ağacına asılan dileklerin çoğu “zengin olmak”tı. Sonra “muz, çilek, muzlu pasta, futbolcu olmak, ailemin mutlu olması” şeklinde devam etti dilekleri.
2018 yılında lise giriş sınavları gelip çattığında aynı sorun karşılarında duruyordu, nerede kalacaklar? Liseye Adana’da devam etmek istemelerine rağmen yurt ve barınma sorunu yüzünden yine Kozan ilçedeki liselere devam etmek, yatılı olan okulları tercih etmek zorunda kaldılar.
Aladağ ilçesine giden çocukların da durumu uzun yıllardır aynı. Çünkü köyleri ile Aladağ ilçe arasındaki yol, ulaşım, şartlar Kozan’a göre çok daha kötü. Dolayısıyla taşımalı eğitim mümkün olamıyor. Sümeyye’nin babası Ahmet Yetim’in “yol olsaydı, minibüs olsaydı benim çocuğum ölmezdi, ben çocuğumu o yurda vermezdim, akşamları benim yanımda olurdu” sözü o köylerde yaşayan tüm çocukların hayatlarını özetleyen bir söz oldu. Aynı sebepten 4 yıldır çocuklar hala ilçelerde, aylarca ailelerinden uzakta yaşamak zorundalar.
Bugün Aladağlı kızların eğitim almak için yaşadıkları zorluklara bir de pandemi eklendi. Pandemi dolaysıyla okullar kapanınca köylerine döndüler. İnternet çekmeyen, uzun elektrik kesintileri yaşayan Köprücük köyü, tablet veya akıllı telefonu zaten olmayan evlerde EBA sisteminden eğitim görmeye çalışan, bir oda içindeki 3-4 çocuk ile ne kadar mümkün olabilirse o kadar devam edebildikleri yeni eğitim dönemini yaşıyorlar.
Felaketin hiç eksik olmadığı, her takvim yaprağına bir felaketi, anmayı sığdırabileceğimiz ülkenin çocukları olarak yine bir travmanın tarihine dayandı saatimiz. Peki, şimdisi nedir bu çocukların? Bizim için dört yıl öncesinin takvim yaprağına takılıp kalmış olan bu çocukların bugünü nasıldır? Dört yılda yangın mağduru olan veya mağdur olmayıp o köylerde yaşayan çocuklara ne oldu? Yangın söndü mü gerçekten?
Şimdi susalım, Aladağlı kız çocukları anlatsın:
G.B
“Koskoca 4 yıl geçti olayın üzerinden ama bizim için değişen bir şey yok. Acımız hep aynı, eksilmiyor zaman geçtikçe daha da artıyor ama hayat bir şekilde devam ediyor ve biz de buna ayak uydurmak zorundayız. Ben okuluma Adana’da devam ediyorum, yurtta kalıyorum. Yurtta kalmak benim için hep bir travma olacak ama mecburum. Eğitim hayatımda ve normal hayatımda zorluklar yaşıyorum, bende kalan hasarlar beni çok etkiliyor. En önemlisi manevi hasar hiç geçmeyecek
Bizim köyümüzün (Kışlak) yolları kötüydü, olaydan sonra yapıldı. Yangından önce Kozan ilçedeki okula gidebilseydik ve servis olsaydı günlük olarak gelip gidebilirdik, yurtta kalmazdık. Küçük yaşta yurtta kalmak çok zor oldu hepimiz için. Yeri geldi çamaşırlarımızı elimizde yıkamak zorunda kaldık. Süleymancıların yurdunda çoğu zaman temizliği biz yapıyorduk, bulaşıkları biz yıkıyorduk. Yemek yapmalarına da yardım ediyorduk.
Şimdi de pandemi nedeniyle zorluk çekiyoruz, eğitim hayatımız alt üst oldu. İnternet iyi çekmediği için online eğitime giremiyorum. Küçük kardeşim de ders dinlediği için EBA eğitimini her zaman takip edemiyorum. Köydeki diğer çocuklar da aynı durumda.
Son olarak; kelimelerle ifade edemem bu acıyı bizim canımız çok yandı, başkalarının canı yanmasın istiyorum. Sorumlu olanların çok fazla ceza almalarını istiyorum, serbest kalmamalarını istiyorum. Sonuna kadar peşinde olacağız, unutturmayacağız unutmayacağız.”
Z.K
“Olaydan sonra ailemle Adana’ya taşındık, okuluma da burada devam ediyorum. Köyde (Kışlak) kalırken en büyük sorunumuz yolların olmamasıydı, olaydan sonra yapıldı ancak dolmuş olmadığı için kendi imkânlarımızla gelip gidiyoruz. Pandemi dönemi eğitimimi kötü etkiledi. Kardeşlerim ve ben online eğitim alırken zorlanıyoruz. Olaydan sonra unutamadığım şey köyümüzde yaz okulu yapıldı, resim, boyama yaptık, oyunlar oynadık. Bütün çocuklar çok güzel vakit geçirmiştik.”
F.Z
“Liseye Adana’da devam etmek istedim ancak yurt imkânı olmadığı için Kozan’daki bir okula devam ediyorum. Kardeşlerim de yatılı bölge okulunda kalıyorlar. Köyümüze gelen ana yol kısmen yapıldı ancak ara yollar yapılmadığı için bizim evimize hiçbir araç gidemiyor. Uzun bir mesafeyi yürümek zorundayız. Hala öğrenciler için bir servis verilmedi, her hafta sonu eve gelemiyoruz. Eğitimle ilgili olarak servisin dışında çok fazla sorun yaşamadım ancak pandemi dönemi bizi çok olumsuz etkiledi. Evde internet çekmiyor, online derslere katılamıyorum. 2 kardeşimle beraber EBA takip etmeye çalışıyoruz. Öğrencinin nerde olması gerekiyorsa, eğitim nerede verilmesi gerekiyorsa orada verilmeli.”
P.P
“Hiçbir şey değişmiyor ki, her şey aynı. Kimse önem vermiyor, o yüzden ne anlatacağımı bilemiyorum.”