Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum ‘yüzyılın sosyal konut projesi’ olarak sunulan konut projesiyle ilgili dar gelirli yurttaşların biraz dişlerini sıkarak, biraz eş dosttan borç alarak ve biraz da fazla mesai yaparak bu evleri alabileceğini söyledi. bu proje açıklandığı andan itibaren büyük çoğunluğu 5.500 tl ile 10.000 tl arası maaş alan çalışanların ve yarıdan fazlası 6.000 tl’nin altında maaş alan emeklilerin bu konutların taksitlerini nasıl ödeyebileceklerini düşünüyorum… dert edindiğimden değil, aklım almadığından…
yasal çalışma süresi haftalık 45 saat olmasına rağmen Türkiye’de çalışanların %25’i 50 saatten fazla çalışıyor;* yani bakanın söylediği fazla mesai zaten yapılıyor, fakat geçim derdinden yapılıyor ki kayıtlara yansımayan, ücreti ödenmeyen fazla çalışma yapanların daha fazla olduğunu düşünüyorum… eş dosttan ‘biraz’ borç alma işi de garip, çünkü onlar da dar gelirli… bakan konut ödemelerinin nasıl yapılabileceğini anlatmaya, yol göstermeye çalışırken aklına insanca yaşayabilecek bir ücret verilmesi gelmiyor… iktidarın fıtratını bildiğim için konutun sosyal devlet ilkesi gereği kamu olarak yapılıp yurttaşlara maliyetine satılması veya aylık gelirlerinin %10’unu geçmeyecek bir ücretle kiralanması gerektiğini söylemiyorum bile… hatta en yoksul ve en mağdurdan başlayarak verilmesi gerektiğini de söylemiyorum… öyle ya ayakkabı, kağıt, çimento vs üretmeyen devlet un, şeker, yağ vs. üretmeyen devlet konut mu üretsin… sokakta resmi olarak 3,5 milyon, geniş tanımlı olarak 8 milyon dolayında işsizin dolaştığı bir ülkede devlet insanca yaşanacak bir ücreti niye versin, belirlesin, bu ücretin ödenip ödenmediğini, kayıt dışı çalışmayı denetlesin… piyasa tanrısı hepsini belirliyor zaten…
madem iktidar bir seçim malzemesi olarak konut projesini ortaya sürdü bize düşen el yükseltip bu projeyi adına uygun hale getirmektir. bütün partilerin, örgütlerin sokakta olduğu/ olacağı seçim sürecinde bu proje için açıklanan konut fiyatlarının sermayeye sağlanan kolaylıklar gibi sabit tutulup, sermaye için yapılan vergi afları, istihdam ve prim kolaylıkları gibi yarısının devlet tarafından karşılanmasını savunmalıyız… buna rağmen ödeyemeyen yurttaşların icraya verilmeksiniz ödediği tutarın devlet borçlanma faizi de işleterek iadesini, yerine en mağdur kişinin dahil edilmesini savunmak çok mu zor olur? maden ki ‘cumhuriyet kimsesizlerin kimsesi’ olma iddiasındadır, madem ki adı sosyal konuttur o zaman sosyalleştirmek ve kimsesizlerin kimsesi ve sesi olmak çok mu zordur…?
sosyal konut projesinde de sendikaların sessizliklerini bozmalarını beklemek düşsel bir beklenti biliyorum. fakat hiç olmazsa şunu desinler; 15 yıl öncesine kadar emekli olanlar aldıkları kıdem tazminatı ile iyi kötü bir ev alabiliyorlardı… bugün 6-7 kişinin kıdem tazminatını bir araya getirsek yine de alamıyorlarsa sendikaların bu durumda bir suçu yok mu? ekonomik- demokratik bir hak örgütü olan sendikalar için üyelerinin (hatta tüm çalışanların) ev sahibi olmaları bir ekonomik- demokratik savaşım değil midir…?
Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum biraz dişini sıkarak, biraz borç alarak, biraz fazla mesai yaparak yol gösterirken yoksullara biraz insan muamelesi yaptığının ayrımında bile değil… yoksullaşmanın kitleselleşerek katlanılamaz duruma gelmeye başlamasıyla birlikte özellikle bu yılın başlarında zam fırtınasının işçi eylemleriyle karşılandığı günlerde iktidar üyeleri ve yandaşları meyve sebzeleri taneyle, gramla almayı öneriyorlardı, anımsadınız mı? toplumun büyük çoğunluğu öğün eksilterek, marketlerdeki ucuzluk kampanyalarını izleyerek, kültür, eğlence, spor gibi en insani ve gelişim için en gerekli harcamalarını keserek yaşıyor/ yaşıyor gibi yapıyoruz…
günlük tartışma ve telaşımız içinde birçok şeyi görmüyor veya bugünü kurtarmak uğruna öteliyoruz. örneğin 2019’dan bu yana tüm dünyada (özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde) ortalama yaşam süresi düşmeye başlamış durumda… genellikle korona salgını ve Rusya Ukrayna savaşı ile açıklanma yoluna gidilse de gıdaya ulaşımdan sağlık hizmetlerine ulaşıma, çalışma koşullarından çevresel koşullara kadar çok sayıda etken ortalama ömrü etkiliyor… bir de ortalama ömür dediğimiz ayrımsız tüm ülke/ dünya nüfusunun ortalaması, oysa bunun sınıfsal ayrımı da yapılmalı… yani aynı ülke içinde varsıllar ve yoksullar ortalamayı birlikte oluşturuyorlar, fakat çevre kirliliğinin yoğun olduğu kentlerde yaşamak, çalışmak zorunda kalanlar ortalama ömrünü yaşayamıyorlar. biz aynı ülkenin yurttaşı mıyız diye sormayalım mı? (Türkiye’de 79 yıl)…
dünyada ortalama ömrün 84 yıl olduğu ülke de var, 55 yıl olduğu ülke de var… o zaman biz aynı dünyanın insanları mıyız diye sormayalım mı? ya da Pir Sultan’ın dediği gibi; “Dünyanın üzerinde kurulu direk/ … / Bu düzeni kim kurmuş, bizler de bilek/ …” sermaye ve bu sömürü düzenini savunanlar emeğimizi çalmakla kalmıyor, ömrümüzü de çalıyorlar. ortalama ömür denilen şeyde biz ortalamanın altındayız, kişi başı yıllık gelir denilen şeyde biz kişi başı bile değiliz… bunları sormayalım mı?
önümüz kış; kömürün başkenti sayılan Zonguldak’ta 1 ton kömür 7.500 tl’ye çıktı. büyük olasılıkla havalar iyice soğumaya başladığında 10.000 tl’ye çıkacak ki internette baktığım bazı sitelerde şu an 9.000 tl’ye satılan yerler var… en düşük emekli maaşının 3.500 tl, asgari ücretin 5.500 tl olduğu bir ülkede sobalı evde oturan emeklilerin, asgari ücretlilerin durumunu varın siz düşünün… denilebilir ki devlet yakacak yardımı yapıyor. fakat sanıldığı gibi tüm yoksulları kapsamıyor; bir kere sigorta, emekli sandığı kaydı olanlara, muhtaçlık sınırı olarak açıklanan asgari ücretin 1/3’ten fazla gelire sahip olanlara yakacak yardımı yapılmıyor… kömüre yapılan zammı ilk okuduğumda açlıktan ölmeyenler soğuktan donacaklar dedim kendi kendime…
ben de biliyorum; hala daha soğuktan dondurmayacak, açlıktan öldürmeyecek kadar dayanışma ilişkileri var toplumun. fakat yoksullaşma o kadar geniş bir tabana yayıldı ki önümüzdeki yıllarda bu dayanışma ilişkileri de kaçınılmaz olarak ortadan kalkacak… yandaşların iktidara alan açmak için vatan, millet, ümmet diyerek sokaklara çıktığı, LGBT+ üzerinden nefreti körüklediği, yaşam biçimi üzerinden sanata ve sanatçılara saldırdığı bugünlerde bizim derdimiz evsizler, yurtsuzlar, öğün atlatanlar, yaşamı ve ömrü çalınan insanlardır… bize ücretin, ekmeğin, tatilin, sanatın, ömrün, yaşamın birazını layık görenlere sormaya devam edeceğiz; “bu düzeni kimler kurmuş, bizler de bilek”