Cuma, Ekim 4, 2024
spot_img

Bizim Payımız Kimlerin Cebinde

Bizim ürettiğimiz mal ve hizmetler karşılığı elde edilen toplam gelirden payımıza açlık ve yoksulluk düşüyor ve buna da piyasa diyorlar… Soru çok açık bizim payımız nerede, kimlerin cebine, kasasına giriyor…?

zor günlerden geçiyoruz… daha doğrusu 2018 yılında görünür olmaya başlayan yoksullaşma ardından korona salgını ve Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasıyla dünya çapında kendini duyumsatan açlık riski ve otoriterleşme eğilimleri önümüzdeki yılların da zorlu gececiğini gösteriyor…

çocukluğumda yokluk denen şeyin bir kısmını yaşamıştım. yani iktidarın CHP’yi eleştirmek, suçlamak için sıkça kullandığı yağ, benzin kuyruklarını, bazı tüketim maddelerinin karaborsaya düştüğü zamanları yaşadım… fakat bir farkı belirtmem gerekir; o zaman para vardı, ürün yoktu. yani ürünü bulabilirseniz karaborsa fiyatına da olsa alabiliyordunuz… bugün ürünü bulsak da alamıyoruz, çünkü paramız, o ürünü düşünmeden alabileceğimiz gelirimiz yok… hatta öyle ki var olan gelirimizin/ işimizin yarın olacağına da güvenemiyoruz…

yapılan bir araştırmada (1) halkın %65’i temel gereksinimi olan ürünleri karşılayamamaktan korkarken, %50’den fazlası da önceki ay ödeyemediği 1 faturası veya karşılayamadığı bir zorunlu ihtiyacı olduğunu belirtiyor… zaten iktidar da yapıp ettikleriyle bu gerçeği gösteriyor; (kabul etmiyor gibi yapsa da) örneğin Tayyip Erdoğan “kriterlere uyan 4 milyon haneye doğalgaz desteği verilecek” demesi de, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yardım yapılan yurttaş sayısının 11 milyona çıktığını gösteren istatistikleri de kitleler halinde yoksullaştığımızı gösteriyor… yani ürün ve hizmet olsa da alabileceğimiz gelirimiz yok… öyle ki yukarıda sözünü ettiğim araştırmaya göre toplumun %70’i sahip olduklarını yitirmekten korkarken, sağlık sorunlarını çözememekten korkanların oranı %60’ın üzerinde…

geçmiş dönemlerde edindiği ekonomik varlıkları olanlara veya büyük çoğunluğu iktidar yandaşı orta ve üst gelir grubundakilere bakarak yukarıda bir kısmına değindiğim gerçekliği görmek olanaklı değildir… eğer beyniniz/ bilinciniz bu sermaye düzeni tarafından dumura uğratılmamışsa çalışanların %80’yakınının asgari ücret ile 7.000 tl arası ücrete tutsak edildiğini görebilirsiniz… açlık sınırının 5.000 tl’ye dayandığını, yoksulluk sınırının 15.000 tl’yi geçtiğini de düşününce… piyasa denilen şeyin bir cehennem olduğu daha somut görülür. yani, piyasada mal ve hizmetin bulunması sonucu değiştirmiyor, çünkü ücretlilerin büyük çoğunluğu için mal/ ürün bir vitrin malzemesi, hizmet ise düştür.

o zaman biz niye açız, biz niye yoksuluz sorusunu sormaktan bıkmamak gerekiyor… çünkü bu ülkede ve dünyada birileri kazanmaya devam ediyor. üstelik öyle böyle değil, büyük kazanıyorlar… örneğin ülkemizde AKP öncesinde 6 olan dolar milyarderleri sayısı 26’ya çıktıysa birileri kazanıyor, para var demektir… daha önceki yazılarımda da değindiğim kişi başı yıllık gelir oranları üzerinden de bakmakta ısrar etmeliyiz. iktidarın açıkladığı veriye göre Türkiye’de kişi başı gelir 8.500 dolar dolayında; o zaman hepimiz yıllık gelirimizin ne kadar olduğuna bakıp aradaki farkın nereye gittiğini sormalıyız… 4.250 tl. alan asgari ücretliye gitmiyor. 8-10 bin tl alan emekçilere gitmiyor, çiftçilere gitmiyor, ortalama 2.800- 3.000 tl maaş alan 14 milyon emekliye de gitmiyor… bizim ürettiğimiz mal ve hizmetler karşılığı elde edilen toplam gelirden payımıza açlık ve yoksulluk düşüyor ve buna da piyasa diyorlar… soru çok açık bizim payımız nerede, kimlerin cebine, kasasına giriyor…?

bu halimizle en basit anlamda tüketici bile değiliz artık… fabrikadaki bir makinanın parçası, tarlada, ofiste bir üretim malzemesi kadar değerimiz var sermayenin gözünde… binasının, araçlarının sigortasını yaptırmayan patrona rastlayamazsınız, fakat işçisinin sigortasını yaptırmayan patron on binlerledir… işi kullandığı araç gerecin bakımı yaptırmayan patrona rastlamak olanaklı değildir; işçinin hastalanması, yaralanması gibi durumlarda bırakın ‘geçmiş olsun’ demesini ilk iş çalışamadığı günlerin ücretini keser patronlar…

biliyorum ‘zor günler’, ‘zor yıllar’ diye başladığım yazı sermaye, sömürüye, işçi işveren ilişkilerine geldi… fakat gördüğümüz ve göreceğimiz kıtlık, açlık, yoksulluk doğal bir afet değil ki… insan yapımı bir durumdan söz ediyoruz; hatta tam olarak sermaye dediğimiz kötülüğün örgütlü ve en acımasız halinden söz ediyoruz. öyle değil mi? ufak tefek ayrımlar olsa da aynı yeryüzünde hepimiz insanız diyorsak size, bize yeter (veya çok gelen) birilerine neden yetmez? bu dünyada birçok devletten daha varsıl birkaç insanın varlığı size garip gelmiyor mu? peki devletlerin bu varsılları korumak ve kollamak için bize benzeyen hatta bizden olanların ellerine silah ve cop bize karşı kullanmaları…?

geçtiğimiz yıl okumuştum; dünyada 13 milyar insana yetecek kadar gıda maddesi üretiliyormuş… o zaman neden dünyada 2 milyara yakın insan açlık koşullarında yaşıyor ve her yıl 15 milyona yakın insan açlık ve kötü yaşam koşulları nedeniyle ölüyor…? soruyu şöyle de çevirebiliriz; ölüm nedenlerimiz, ölme biçimlerimiz neden bu kadar farklı? yani parası olanlar neden savaşlarda, çatışmalarda ölmez…? neden hastalık, iş cinayeti veya trafik kazaları gibi nedenlerle ölenlerin tamamına yakını yoksuldur, ücretlilerdir…? neden insan yapımı ölümler bu ölümlere yol açan koşulları yaratanların payına değil de emeğiyle geçinmeye, yaşama tutunmaya çalışan garibanların payına düşer…?  bu soruları ve yanıtlarını örgütleyebilirsek çözüm için de örgütlenebiliriz…

geçen haftaki yazımda Karabük’te birlikte canına kıyan iki lise öğrencisini yazmıştım… bu kez Manisa’da 15 yaşında bir çocuk canına kıydı… görünen o ki bu acılarla daha sık karşılaşacağız. bu özkıyım olaylarında iktidarların payı çok büyük… daha doğrusu insan emeğinin sömürüsüne dayalı bu düzen her durumda ölümlere kapı aralıyor. bu haberleri duyururken dikkatli olmak, özendirici, yol yöntem gösterici, haklılık payı içeren vb. bir dil kullanmamaya, görüntü paylaşmamaya dikkat etmemiz gerekiyor…

 

önsözden dipnota

öteyüzündeyiz yaşamın ve ölümün

kirletenler bir yanda

bir yanda dilenenler gününü

 

ben benliği böyle eziyor işte

böyle eziliyor içindeki sevdanın seni

 

öteyüzündeyiz gülenlerin

sevgililer hüzünlü dipnotları

sevişmeler açlık belasına tutsak

 

1) Yöneylem Araştırma

  • erkene alınmış bir ölümün ertelenmiş şiiri, kitabımdan (s.17)

 

Bir Cevap Yazın

Salim Çalık
Emekli Maden İşçisi, Şiir Yazar
[td_block_social_counter style="style8 td-social-boxed td-social-font-icons" twitter="madenden_sonra" tdc_css="eyJhbGwiOnsibWFyZ2luLWJvdHRvbSI6IjMwIiwiZGlzcGxheSI6IiJ9fQ==" facebook="100006151743281" open_in_new_window="y" manual_count_facebook="836" instagram="_madenci/?hl=en" manual_count_instagram="733" block_template_id="td_block_template_1" social_rel=""]
[td_block_10 limit="6" custom_title="YAZARIN DİĞER YAZILARI" autors_id="3" block_template_id="td_block_template_6"]