Cuma, Nisan 26, 2024
spot_img

Bizler Zararda Olanlarız

Ömrümüzü çalanlar, düşlerimizi çalanlar, canımızı çalanlar bize ahlak, bize namus, bize yurtseverlik, bize dürüstlük satarlar… Ve unutmayın, unutmayalım bizler zararlı değil zararda olanlarız...

son günlerde ülkemizin birçok noktasının saran yangınları düşünürken yetkililerin ‘can kaybı’ yönündeki açıklamalarına takıldım yine… yangın nedeniyle ölen insanlar var. kimisi yangın söndürmek için savaşırken, kimisi kaçamadığı için, kimisi başka bir canlıyı kurtarmak isterken… doğaya bir bütün olarak bakmaya çalışan ve insanı doğanın bir parçası olarak gören biri olarak can kaybımız çok; o kadar çok ki…

deprem, yangın, sel, heyelan gibi olaylardan sonra her ‘can kaybı’ yok dendiğinde de buradan bakar ve düşünürüm… can kaybı her zaman var. insan içine doğduğu kültür ve sermayenin yarattığı/ dayattığı bakış açısının, eğitim ve öğrenimin de etkisiyle kendisi dışındakileri önemsemiyor… her şeyi kendisiyle, ait olduğu toplumsal, siyasal, etnik, dinsel, cinsel yapılarla ilişkilendirip bir önem/ önemliler ve zarar/ zararlılar listesi yapıyor. çoğu kişi bunun ayrımında değil ne yazık ki…

hepimizin ‘genel bilgileri’ arasında yer alan iki örnek; amerika kıtasını kristof kolomb keşfetti değil mi? peki amerika kıtasında yaşayan kızılderililer, aztekler, mayalar insan soyundan değil mi? eğer tarihi beyaz adamın gözünden yazar ve okursanız rengi, dili, dini bize benzemeyen insanları yok sayar, onların yaşadığı toprakları keşfedersiniz… kendi topraklarını korumak, kollamak istedikleri için de zararlı görürsünüz…

bağ bahçe işleriyle uğraşanlar bilir ayrık otları vardır. bu otlar çok dirençli ve yayılmacıdır; bu yüzden de tarım işiyle uğraşanlar bu otu (ve diğer otları da) zararlı görürler. çare ekilen ürüne zarar vermeyen! ilaçlarla kökünü kurutmaktır… çünkü ekilen ürünü basar, gelişimini yavaşlatır vs. oysa bu ot-lar elle de, biçerek de, hayvan besleyerek de denetim altında tutulabilir. son yıllarda özellikle fındık üreticileri ilaçla (zehirle) bu zararlılardan kurtulma yolunu seçmeye başladılar. oysa diğer canlılarla ilişkisi, erozyonu önlemesi, gelişimini tamamlayıp çürüdüğünde gübreye dönüşmesi gibi yararları üreticinin/ kapitalistin gözünde hiçtir, hatta ‘yüktür’… (bu zehrin fındığa ve diğer meyve sebzelere geçerek insanı da zehirlediği gerçeği ayrı tartışma)

insan kendisini önceleyip, kendisi dışındakileri (insanlar, hayvanlar, bitkiler dahil) zararlı (veya gereksiz/ önemsiz) görmeye başladığında, kendisinin verdiği zararları da haklı görmeye başlıyor… buna kapitalist üretim, bölüşüm, tüketim ilişkilerini de ekleyince ortaya bir canavar çıkıyor bence…

ruhumuz, duygularımız, düşlerimizle varız

iktidar da sermaye de bize ruhumuz yokmuş, duygularımız, düşüncelerimiz yokmuş gibi davranıyor görüyor musunuz…? işyerlerindeki, evlerindeki eşyaların bakımına gösterdikleri özeni bize göstermiyorlar… bizim sahibimiz gibi davransalar da içten içe sahibimiz olmadıklarını, günün birinde (ölmezsek) bir biçimde yollarımızın ayrılacağını bildikleri için nefretle karışık umursamaz bir bakışları var…

yine de sevgi, kardeşlik cümleleri kuruyorlar; gözümüzün içine baka baka yalan söylüyorlar. üstelik bu yalanlara inanmamızı istiyorlar… sanki ‘açız’ dediğimizde ‘şükret’ diyen onlar değilmiş gibi… sanki ‘haklarımız var’ dediğimizde bizi suçlu ilan eden onlar değilmiş gibi…

hepimizi aynı görüyorlar…

bizi nasıl mı görüyorlar? bir malzeme gibi, araç gibi görüyorlar… iş gören bir araç! kimimiz işçi, kimimiz köylü, kimimiz öğrenci, kimimiz kamu emekçisi, hatta kimimiz işsiz… hepimize roller, görevler verip işe koşuyorlar. daha doğduğumuz anda belirleniyor (belirlenmeye çalışılıyor) bu roller ve görevler. görünürde biz seçmiş, biz istemiş gibiyiz…

kaçımız gönüllüce seçtiğimiz bir işte, bir alandayız? kaçımız istiyor olmamıza rağmen sosyal, kültürel, sanatsal, sportif çalışmalar yapabiliyoruz? hatta tembellik edebilir miyiz istediğimiz saatler ve günlerde?

örneğin kendinizle ilgili en özel, size özgü düşünüz nedir? iş sahibi olmak değil, çocukları okutmak, evlendirmek değil, bir ev almak değil sorduğum… örneğin dünyanın öbür ucuna tatile gidip bir ay bile olsa yarını düşünmemek… yetenekli olduğunuz, bir konuda sınırlama olmaksızın eğitim almak, kendinizi gerçekleştirmek. yarın kaygısına kapılmadan bir gün olsun dilediğiniz (çok istediğiniz) şeyleri alabilmek… böyle düşleriniz var mı? ya da size haksızlık eden bir yöneticinin özür dilemesi… işiniz, cinsiyetiniz, inancınız, etnik kimliğiniz gibi ayrımların olmadığı bir kentte, ülkede, dünyada yaşamak…

iktidar da sermaye de bize ruhumuz yokmuş, duygularımız, düşüncelerimiz yokmuş gibi davranıyor demem bu yüzden… bizim ömrümüzde bir günümüz de, ölümüz de beş paradan fazla etmiyor onların gözünde… iş cinayetinde ölen işçileri anımsayın; kan parası diye verdiklerini… kan parası dedikleri son bulmuş bir yaşamın bedeli!!!  bu para miktarını belirleyenlere sövsek bize verdikleri kan parası yetmez istedikleri tazminatı ödemeye…

ölümümüzü haber verdiğimiz için bizi döven, hapseden, dünyamızı zindan edenler, biz ölünce arkamızdan gözyaşı döküp, güzellemeler yapan bunlar var ya; tüm ömrümüzü çalıp ‘haram yemedik’ diye hava atarlar… yani demem o ki ömrümüzü çalanlar, düşlerimizi çalanlar, canımızı çalanlar bize ahlak, bize namus, bize yurtseverlik, bize dürüstlük satarlar… ‘tanı bunları…’

ve unutmayın, unutmayalım bizler zararlı değil zararda olanlarız; ruhumuz, duygularımız ve düşlerimizle varız, fakat zarardayız… ‘beyaz adama’ karşı amerika’daki yerlilerle… gerici taliban ve ışid zulmünden kaçmaya çalışanlarla… insana ve doğaya yararcı/ faydacı anlayışla bakan kapitalist üretim anlayışının tarlada yok etmeye çalıştığı ayrık otlarıyla kardeşiz…  insanlığı doğanın, kendimizi insanlığın bir parçası olarak görüp konum almadıkça bir hiçiz…

1 Yorum

Bir Cevap Yazın

Salim Çalık
Emekli Maden İşçisi, Şiir Yazar
836BeğenenlerBeğen
733TakipçilerTakip Et
633TakipçilerTakip Et
[td_block_10 limit="6" custom_title="YAZARIN DİĞER YAZILARI" autors_id="3" block_template_id="td_block_template_6"]