Merhaba, geçtiğimiz hafta Kitaba Dair’in konuğu Canan Özcan Eliaçık’tı. Canan Hoca’yla İletişim Yayınları’ndan çıkan Barbarın Tarihi Ezilenin Dini Hikmet Kıvılcımlı’da Tarih ve Din kitabı üzerine sohbet ettik.
Mete Kaan Kaynar: Canan Hocam, Yüksek Lisans tezinizde İlker Aktük Hoca danışmanlığında sendika-parti ilişkisini DİSK-TKP üzerinden çalışmıştınız. Yüksek lisans tezinizi de okudum gayet güzel bir çalışma olmuş, DİSK’ in 6. Genel Kurulu’ na kadar getirmişsiniz bu parti-sendika ilişkisini, elinize sağlık. Doktora tezinizde Türkiye Sosyal Bilimler Derneği’nden Genç Sosyal Bilimciler Ödülü aldınız. Öncelikle tebrik ederim. Kitabınızda da, katıldığınız birçok programda da Hikmet Kıvılcımlı’nın çok çalışılmadığından, unutulduğundan onunla ilgili akademik çalışmaların biyografiler niteliğinde çalışmalar olduğundan bahsediyorsunuz. Ben bu konuda yapılan çalışmalara baktığımda çoğunun sizin doktora tezinizi teslim ettiğiniz dönemlerde bitirilmiş çalışmalar olduğunu görüyorum ve aksine birçoğu da Kıvılcımlı’nın din ve tarih teziyle alakalı tezler. Ayrıca 2013 Ocak’ında da Kıvılcımlı’yı birçok yönüyle ele alan bir sempozyum düzenlendi. Ben sempozyumda yoktum ama bildirileri baştan sona okudum; çok şey öğrendim, gayet güzel bir etkinlikti. Sorum -ya da eleştirim de diyebilirim- da şöyle: Gönül ister ki siyasi tarihimizdeki her bir figürle ilgili bu arada Hikmet Kıvılcımlı ile de ilgili keşke çok ama çok daha fazla -sizinki gibi- nitelikli çalışmalar yapılsa; bu konuda da yememiz gereken birkaç fırın ekmek olduğu konusunda sizinle hemfikirim; ancak yine de Türkiye özelinde konuya baktığımızda Hikmet Kıvılcımlı’nın değil unutulması ve az çalışılması bu konudaki nadir şanslı sosyalist/tarihsel figürlerden biri olduğunu söylemenin de yanlış olmayacağını düşünüyorum. Sizin bu konudaki düşüncelerinizi de öğrenebilir miyim?
Canan Özcan Eliaçık: Hocam, her şeyden önce beni konuk olarak davet ettiğiniz için çok teşekkür ediyorum. Sorunuzu şöyle cevaplayayım; Kıvılcımlı Türkiye Sosyalist hareketi içerisinde pratik faaliyetten hiçbir zaman vazgeçmemiş bir isim ve onu kıyaslayabileceğimiz bir ikinci isim açıkçası benim aklıma gelmiyor. Bu nedenle onun ayrı bir yere konulması gerektiğini düşünüyorum, bu yüzden de onun üzerine yapılan çalışmaları hala yeterince tatmin edici bulmadığımı söyleyebilirim. Evrensel ölçekte düşünecek olursak da Kıvılcımlı gibi bir entelektüel figürün üzerine birçok ülkede yapılan çok çeşitli araştırma çalışmaları da düşündüğümde Kıvılcımlı’nın kendisinin ve fikirlerinin kendi ülkesinde dahi yeterince araştırılmadığı bir durumda olduğunu düşünüyorum. Evet, bir arşiv var, Hollanda’da Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsü dünyanın her yerinden sol düşünce ile ilgili her şeyin geldiği bir yer ve orada Kıvılcımlı’ya ayrılmış bir arşiv mevcut. Fakat bence üzerine hala yeterince çalışma yok çünkü söz konusu arşivde de hala gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen birçok şey var. Örneğin, Osmanlıca olup yeni yazıya aktarılmamış belgeler var. Ben bunlardan sadece birisine tezim de yer vermeye çalıştım. Ben, doktora tezimi yazarken elbette özgün ve az çalışılmış bir konu olmasını istediğim için 2013 yılında bu konuyu seçtim. 2013 yılında bu konuyu ele alan yalnızca iki tane tez vardı, sonraki tezler ise 2019-2020 tarihli tezlerdi. Buradan yola çıkarak bu konuda bir akademik canlanma olduğunu söyleyebilsem de bunlar çok yeni tarihler, umarım bunlardan etkilenerek bu sayı daha da artar. Kıvılcımlı şanslı mı şansız mı bilmiyorum ama bir Hikmet Kıvılcımlı Enstitüsü Derneği deneyimi var, bence bu adım çok önemliydi. Günümüzde de bu adımı tekrar hareketlendirme çalışmaları, isteği var umarım ileri ki dönemlerde bu adımı daha kurumsal bir biçimde akademide görebiliriz. Son olarak şunu eklemek istiyorum; Hikmet Kıvılcumlı dediğim gibi bir Sosyalist ve doktorcu olarak adlandırılan kendi takipçileri var. Fakat ben yalnızca bu durumun onlarla sınırlı kalmaması gerektiğini, biraz daha siyaset üstü bir konum gibi bir durumla tüm Türkiye Solu’nun bu durumda bir sorumluluk alması gerekiyor diye düşünüyorum. Evet, Hikmet Kıvılcımlı hakkında konuşmalar, çalışmalar artıyor diyebiliriz fakat keşke bu daha da artsa ve sürekli hale gelebilse diye umuyorum.
Çalışmanızda entelektüel kavramına gayet detaylı bir yer veriyorsunuz. Tabii kavramın “intellectus” kavramıyla rabıtasına da çalışmanızda değiniyorsunuz. Kitabınızda geçmiyor ama okuyucularımız için ilave bir bilgi olarak aktarmak istiyorum, ABD’nin meşhur CIA’sındaki (Central Intelligence Agency) “I”nın da Birleşik Krallık’ın iç istihbaratla ilgilenen örgütü MI5’ın (Military Intelligence Section 5) “I”nın da zeka, bilgi, istihbarat ve haber gibi anlamlara gelen “intelligence” olduğunu belirtelim. Bu çerçevede Türkçeye ve Türkiye’ye dönecek olursak “münevver” (“ay” ile teşbih edebileceğimiz gibi “aydınlatılmış”, başkasının ışığını “aktaran” ) ve “aydın” kelimeleri kelimeleri sizin de belirttiğiniz gibi, Türkçe’de “entelektüel”e, Türkiye’de Hikmet Kıvılcımlı’ya pek uymuyor. Belki onun yerine Hikmet Kıvılcımlı için “münevvir” (“güneş” ile teşbih edebileceğimiz gibi kendi enerjisiyle “aydınlatan”, “entelektüel” ) kavramını kullanmak da mümkün olabilir. Canan Hocam bu çerçevede Kıvılcımlı neden bir “kıvılcım”dır, bir “güneş”, bir “aydınlatan” bir “entelektüel”dir, birkaç cümleyle sizden dinleyebilir miyiz?
Elbette Hocam, sizin de vurguladığınız gibi tezimin en başta ele aldığı şeylerden birisi de Kıvılcımlı’yı hangi kavram içerisinde ele alabiliriz sorusuydu. ‘Aydın, münevver veya başka bir unvan ile ele alabilir miyiz?’ sorusuna cevap aramaktı. Aydın veya münevver dediğimiz de literatür de özellikle Tanzimat dönemiyle birlikte yeni bir bürokrat aydın tipinin ortaya çıktığı bu sürecin Cumhuriyete kadar uzandığını görüyoruz. Burada aydın dediğimizde belirli bir figüre ve kategoriye atıf yapıyoruz. İşte bu noktada, ‘Bu kavram Kıvılvımlı’ya uyuyor mu?’ sorusu ortaya çıkıyor. Aydın dediğimizde Türkiye’de daha çok Batıdan etkilenerek bunları ülkesine taşımaya, uygulamaya çalışan kişi gibi bir anlamda da kullanılabiliyor. Burada Kıvılcımlıyı ayrı bir noktaya koymak gerekiyor. Bu bakımdan ben entelektüel kavramının kelime anlamı ve bir entelektüele yüklenen rolleri göz önüne aldığımda, entelektüel kavramının Kıvılcımlı için daha doğru bir kavram olduğunu düşündüm. Entelektüel kavramına baktığımda en önemli karakteristik özelliklerinden birisi olarak; eleştirel olma durumu benim karşıma çıktı. Bu özellik Kıvılcımlı için bulunduğu her yerde- Örgütlü olduğu Partide, Türkiye Sosyalist hareketi içerisinde-karşımıza çıkan bir özelliği. Bir entelektüelin en ayırıcı özelliklerinden biri olarak karşıma çıksan bir diğer şey ise; bilgi üretmek oldu. Entelektüel olmak yalnızca var olan bilgiyi taşımak değildir. Kıvılcımlı’ya baktığımızda ise onun en büyük iddiasının Marksist Teoriye yeni bir katkı sağlamak olduğunu söyleyebiliriz. Bu doğrultuda ‘Tarihsel Devrim’ gibi yeni kavramlar otaya koyuyor veya ‘Barbarlık’ gibi bazı var olan kavramlara yeni anlamlar yüklüyor. Ayrıca Kıvılcımlı’nın döneminin bürokrat aydın tipinden koptuğunu, ayrıldığını söyleyebilirim. Ben bu kopuşun nedenini onun mesleğinde buldum. Bu kopuşun temelinde Türkiye Solundaki diğer kişilerden farklı olarak kendisi ve ailesinin devlet bürokrasisi içinde yer almıyor oluşudur. Bu durumun onu daha bağımsız bir hale getirdiğini savunabiliriz. Türkiye Solu’nun çok fazla ilgi duymadığı din gibi daha çok kutsallığa dayanan, rasyonel olmayan konulara ilgi duyması ve bu konular üzerine cesurca, derinlikli araştırmalar yapması onu entelektüel kılan özelliklerinden bir diğeri. Son olarak ise; Kıvılcımlı için ‘Komple Entelektüel’ kavramının kullanılmasını çok doğru bulduğumu belirtmeliyim. Bir entelektüel de görebileceğimiz birçok alanda üretim özelliği Kıvılcımlı da görülebiliyor. Resimden heykele, edebiyattan siyasete birçok alanda ortaya yeni şeyler koymayı amaçlamış bir kişidir. Bende bu bakımdan bu Komple Entelektüel kavramını çok seviyorum ve doğru buluyorum.
Çalışmanızın Hikmet Kıvılcımlı’nın hayat hikayesine yer verdiğiniz bölümlerinde de ağırlığı onun parti içinde yaşadığı gerilimlere daha özelde de Kıvılcımlı’nın Şefik Hüsnü, Laz İsmail, ve Zeki Baştımar ile yaşadığı gerilimlere verdiğiniz dikkatimi çekti. Hatta 1965’ten sonra TİP ile teşrik-i mesaisinde de TİP’e yönelik Çaltı dergisindeki eleştiri yazıları ve Türk Solu dergisindeki yazılarının makaslanmasına hatta Kemal Karpat ile ilgili eleştirilerine dikkat çekiyorsunuz. Kıvılcımlı’nın bu (polemikçi) yönünü öne çıkarmak bilinçli bir tercih mi, tesadüf mü ya da “Hikmet Kıvılcımlı zaten budur.” mu diyelim?
Aslında az önce entelektüel bir figür olduğunu vurgularken sıraladığım özelliklerden eleştirel olma ile ilişkili bir durumdan söz ediyoruz. Ben tezimde Kıvılcımlı’nın entelektüel kavramı içerisinde değerlendirileceğini bir anlamda ispata çalıştığım için Kıvılcım’ın eleştirilerine çokça yer verdim, bu elbette bilinçliydi. Ben, Kıvılcumlı’yı Sartre’nin entelektüel tanımı ve entelektüel kavramına yüklediği roller çerçevesine çok uygun görüyorum. Sartre, entelektüel için kendisini ilgilendirmeyen meselelere burnunu sokan kişi olarak tarif ederken bir yandan entelektüellerin her şeyi sorgulamasına vurgu yapar. Sizin de söylediğiniz gibi Kıvılcımlı parti içerinde, partinin hiyerarşisinden hiç çıkmasa da, sürekli tartışmalara girmiş, eleştiriler yapmıştır. Bu nedenle de parti içerinde de çok özümsendiğini söyleyemeyiz. Bu nedenle, bu tanımı Kıvılcımlı’da görebiliyorum. Fakat Kıvılcımlı’nın iyi bir Marksist olduğunu düşünüyorum. Tartışmanın, Marksizmde çok önemli bir yer tuttuğunu ve Marx’ın kendisinin de böyle olduğunu da düşündüğümüzde Kıvılcımlı’nın Marx’ı hem polemikçilik anlamında hem de teoriye bir şeyler katma anlamında örnek aldığını söyleyebiliriz ve polemikçi bir kişiliği olduğunu ön plana çıkarabiliriz.
Kıvılcımlı, sizin de belirttiğiniz gibi, “pratikten başını kaldırdıkça” tarih teziyle ilgileniyor. Bu, 23 yaşından sonra onun temel uğraşı haline gelmiş. Kıvılcımlı, yine sizin de belirttiğiniz gibi, Asya Tipi Üretim tartışmaları (ATÜT) ile ilgili olarak da uluslararası literatüre hâkim Bu çerçevede, Kıvılcımlı’nın tarih tezinin temel niteliklerini ATÜT tartışmaları içinde nereye yerleştirebiliriz.
Tarih tezi için Hikmet Kıvılcımlı’nın hayatını verdiği konu diyebiliriz. Onun herhangi bir konu üzerinde yazdıklarını tarih tezi olmaksızın tam anlamıyla anlayabilmek çok kolay değil. Onun, olayların bütününden koparılarak incelendiği tarih anlayışına dair çok fazla eleştirileri var. Tarihe de bir bütün olarak bakılması gerektiğini savunuyor dolayısıyla onun eleştirdiği bir tarih anlayışı ile diğer eserlerine ve düşüncelerine yaklaşmak onun anlaşılmasını çok güç bir hale getirecektir.. Dolayısıyla tarih yaklaşımı, düşüncesi onun için çok önemli. İlk hapishane döneminde tarihi severek çalışamaya başladığını ve çalıştıkça da bunu araştırarak yazmam gerektiği fikri oluştuğunu söylüyor, dolayısıyla ciddi bir tarih çalışması olduğunu söylemeliyim. Asya Tipi Üretim Tarzı tartışmaları (ATÜT) konusuna geldiğimizde ise Kıvılcımlı Marx’ın düşüncelerinde Asya Tipi Üretim tarzı diye bir şey olamadığını, olsa olsa doğulu için olabileceğini çünkü Marx ve Engels’in çalışmalarının bir döneminde Batıda özel mülkiyetin çok önemli olduğunu ama Doğuda o kadar önemli olamadığı sonucuna vardıklarını. Fakat Antika Tarih çalışmadıkları için bunun üzerine çok gitmediklerini savunur. Kıvılcımlı, Antika Tarihi çalışıyor yani tarih öncesi dönemin o barbarlık dönemi çalışıyor ve Marx ve Engels’in modern tarihin kanunlarını bulamaya çalıştıklarını kendisinin bu eksikliği doldurmaya çalıştığını savunuyor. Doğulu biçimi de şöyle tarif ediyor; Slav, Germen ve Romalı biçimlerin kökü aslında doğulu ortak mülkiyet biçimidir. Antika Tarih de ilk kentler kurulduğunda toplumun mülkiyeti tapınakta toplanmıştır ve mülkün tanrıdan geldiği anlayışının da temelinde bu olduğunu söylemiştir. Antika Tarihte gerçekleşen Tarihsel Devrimler sonucunda ise üstün gelen kabinelerin liderleri Babahan olur, bu kişi ortak mülkiyeti temsil etmektedir. Bu nedenle bu toplumlar için ortak mülkiyet yabancı bir kavram değildir. Doğulu biçim dediği şeyde aslında budur. Kıvılcımlı bunun daha sonra kölelik ve serfliğe dönüştüğümü söylüyor. Bu Asyalı denilen tipin- Marx’ta Doğulu Tip- Tarihsel Devrimlerle sürekli tekrarlandığını savunur. Tüm bu kavramlar Tarih Tezi’nin ana kavramları ve Kıvılcımlı, Doğulu biçim ile ilişkisini tarihsel olarak böyle kurmuştur. Türkiye’deki ATÜT tartışmaları açısından Kıvılcımlı’nın fikirleri nereye oturuyor diye baktığımızda ise; Kıvılcımlı, Osmanlı Devleti’nin çöken Bizans’tan üst yapı kurumlarını aldığını söylüyor fakat Osmanlı toprak ekonomisini İslam medeniyeti geleneğinden almıştır. Dolayısıyla Bizans’tan sadece üst yapı kurumları açısından bir etkilenme olduğunu savunuyor. Bu çerçevede Kıvılcımlı Osmanlı İmparatorluğunu ATÜT mü değil mi tartışmasından ziyade konuyu daha çok yine kendi Tarih Tezi bağlamında ele alıyor. Dolayısıyla bu tartışmalara girerek de aslında yine tarih tezini anlattığını söyleyebilirim. Osmanlı ATÜT mü değil mi tartışmasını aslında kendi tarih tezini gölgelemeye çalışan bir tartışma olarak görüyor.
Hikmet Kıvılcımlı’nın din ile ilgili görüşleri genellikle onun sosyalistliği ile birlikte değerlendirilir. Oysa onun bir psikiyatr olmasının din konusunu ele almasına bir etkisinden de bahsetmek mümkün müdür?
Tabii ki, çok doğru olduğunu düşünüyorum, bence psikiyatr olması hayatının her alanında o kadar etkili ki, din yorumunda da, tarih tezinde de bunu görebiliriz. Mesleki bilgisi, ilgisi, Freud atıfları bence okunması ve anlaşılmasını çok keyifli kılıyor. Kıvılcımlı, en çok suiistimal edilen konunun din olduğunu söylüyor ve dini aşmanın yolunun bilim olduğunu savunuyor. Bunun ideoloji ile gerçekleştirilebilecek bir şey olmadığını vurguluyor. Onun asıl odağı Tarihsel Devrimlerin meydana geldiği Antika Tarihtir. Antik Çağda bilim bilinçaltındaydı din iktidardaydı diyor, şimdi ise din bilinçaltına bastırıldı, bilim iktidarda diyor. Dolayısıyla bu bilinçaltındaki süreçlerin ortaya çıkarılması gerektiğini söylüyor. Bu süreçlere baktığımızda, din esasında çok tanrıcılıktan tek tanrıcılığa giden bir kutsallaştırma sürecidir, işte bu süreç insanlara unutturulmuştur ve bilinçaltındaki bu süreci ortaya koymak gerekir. İnsan Tanrıyı yaratmışken, Tanrı insanı yarattı gibi bir algı nasıl bu kadar egemen olabildiğini anlamaya çalışıyor ve bunu yaparken toplumsal bir psikanaliz gerekiyor. Burada kutsallaştırma kavramını anlamadan bunu anlayamayacağımızı savunarak Freud’a atıf yapıyor. Fakat tabii ki Freud’u da eleştirerek onun insanı toplumsal gidişattan ayırdığını bunun sonucunda da totemizm gibi inanışlar kişinin pisikozları gibi oldu diyor. Tüm bu düşüncelerin psikiyatr olması ile direkt ilişkisi var. Bu düşünceleri çok değerli ve önemli ve benim, onun tarih tezi ve din yorumu içerisinde çalışması en keyifli bulduğum kısımları diyebilirim.
Değerli Hocam, tüm konuklarıma sorduğum mutat bir soruyla sohbetimizi bitirmek istiyorum: Bundan sonra Canan Özcan Eliaçık okuyucuları hangi çalışmalarınızı okuyacaklar.
Tabii ki, Hikmet Kıvılcımlı üzerine çalışmaya devam etmeyi planlıyorum. Bunun dışında, yine bir kitap bölümü olarak, yine bir portre aslında, bu sefer Türkiye siyasi hayatında sol düşüncede yer alan üzerinde az çalışılmış bir kadın siyasetçi üzerine çalıştım. Umarım çıkarsa bende onu heyecanla bekliyorum. Ayrıca ben, Yüksek Lisans tezimden itibaren emek tarihi, sendika tarihi üzerine çalışıyorum. Gelecekteki bir akademik çalışmamda Türkiye dışında bir ülkeye yönelmeyi düşünüyorum. Daha uzun vadeli bir çalışma olacağı için bu kadarını söylemiş olayım şu an için. Umarım ortaya güzel çalışmalarımız çıkar.
Bende umuyorum, bir an önce güzel çalışmalarınız çıksın ve sizi de bir kez daha buraya konuk edebilelim. Katılımınız ve görüşlerinizi paylaştığınız için çok teşekkür ediyorum.