Salı, Nisan 23, 2024
spot_img

Çember Daralırken

Önümüzdeki aylarda çok sayıda işyeriyle birlikte yüzbinlerce emekçinin kredi borçları yüzünden icralık olacağı, sahip oldukları (ipotek karşılığı aldıkları) mallarını yitirecekleri, yoksullaşmanın çok daha derinleşip sosyal patlamalar için uygun bir toprak oluşturacağı açık

İktidarın sıkışıklığı devam ediyor. Pandemi ve ekonomik kriz, dış politika ve izlenen siyasetlerin uluslararası düzeyde yarattığı gerginlik ve krizler iktidarın etrafını kuşatan sorunlardan en önemlileri olarak sayılabilir.

AB’den Yaptırım Tehdidi

Türkiye’nin bir süredir bölgede ve Doğu Akdeniz’de izlediği dış siyaset gerek sınır komşuları gerekse de üyesi bulunduğu uluslararası kuruluşlar (AB, NATO) ile sorunların büyümesine yol açıyor.

Bu durumda AB nezdinde birçok kereler gündeme gelmekle beraber asıl 10/11 Aralık tarihlerinde toplanacak AB Liderler Zirvesi’nde (bir yaptırım kararından bağımsız) adeta Türkiye’nin AB ile yakın geleceği de masaya yatırılacak.

AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, geçtiğimiz Perşembe AB Dışişleri Bakanları Konseyi toplantısı sonrasında Türkiye’ye yönelik olası yaptırımları hatırlattı.

Ekim ayı başındaki AB liderler zirvesinde Türkiye’ye yaptırım uygulanması kararı beklemeye alınmış ancak gaz arama ve sondaj faaliyetlerini sürdürmesi halinde Aralık ayında yapılacak zirvede yaptırımlar konusunun tekrar gündeme alınacağı belirtilmişti.

AB liderler zirvesinde Türkiye’ye yönelik bir yaptırım kararı çıksın ya da çıkmasın, Türkiye AB ilişkileri uzun zamandır, (Erdoğan’ın “Kendimizi başka yerlerde değil, Avrupa’da görüyor, geleceğimizi Avrupa ile birlikte kurmayı tasavvur ediyoruz” demesine rağmen) giderek açılmaktadır.

AB ile mesafelenen Türkiye’nin hangi eksende yeniden kurulacağı ise başlı başına üzerinde durulması gereken önemli bir konu olarak durmaktadır.

Yeni Siyaset Merkezi

Günden güne geniş kesimler karşısındaki inandırıcılığını yitiren siyasal iktidarın pandemi koşullarının yarattığı ortamda kendisini yeniden ‘güncellemeye’ çalıştığı görüntüsü vermesi, ekonomi, hukuk ve demokrasi konularında reformlar yapacağını iddia etmesi, ama öte yandan da baskıyı artırarak iktidarda kalabilmek için her yolu deneyeceğini ortaya koyması daha belirgin hale gelmeye başladı.

Kendi iç çatışma ve ‘iktidar kavgalarına’ rağmen mevcut iktidarın seçeneği olabilecek, üstelik aynı sistemin parçaları olan her yapı ve kurum tehdit olarak görülüp, sunuluyor.

Belli ki, (içeriden-dışarıdan) Millet İttifakı’nı oluşturan partilere yönelik büyük bir sıkıştırma süreci başlamış durumda. Partilerin iç dengelerinde büyük sarsıntılar yaratamayacak olsa bile, olası bir seçimde oy oranlarında irili ufaklı oynamalar yapabilecek düzeyde; gerek parti içi tartışma ve gerginliklerin arttırılmaya çalışılması yoluyla, gerek karalama ve ithamlar yoluyla, olmadı doğrudan tehditler ile Millet İttifakı’nın zayıflatılması gündemde. Önümüzdeki dönemde özellikle Millet İttifakı’nı oluşturan partilere yönelik bu sıkıştırma hamlelerinin artacağını söylemek yanlış olmayacaktır.

Millet İttifakı’nın bu hamlelerden ne ölçüde etkileneceği, bunun olası seçimlerde ne türden oy kayıplarına yol açacağı bilinmez ancak, uzun zamandan beri, başını CHP’nin çektiği Erdoğan sonrası ‘yeni bir merkez’ oluşturma sürecinin bir hayli sancılı geçeceğini söylemek mümkün. CHP’nin ‘yeni bir merkez’ oluşturma çabalarının karşısında, siyasal iktidarın boş durmadığı dört koldan devlet imkanlarını da kullanarak kendisine geniş tabanlı bir alternatif oluşmasını var gücüyle engellemeye çalıştığı da bir gerçek.

Fakat burada dikkat çekici olan, yıllardır HDP’ye karşı (görece daha kolay) sürdürülen tecrit etmeye dönük devlet politikası hem Saray/AKP hem de MHP tarafından CHP’nin “iç güvenlik meselesi” olarak ilan edilmesiyle yeni bir evreye girmesidir.

CHP ve CHP’lilere yönelik yürütülen zaman zaman fiili saldırılara da dönüşen bu yıldırma hamlelerinin dozajının giderek artmasını, Millet İttifakı’nın AKP içinden çıkmış diğer güçleri de yanına alarak Erdoğan sonrası siyasetin merkezini yeniden kurmaya yönelik uğraşısının doğrudan sonuçlarının ortaya çıkmasını engelleme gayreti olarak değerlendirmek mümkün.

Alaattin Çakıcı’nın hapisten çıkarılması, 1990’lı yıllardan anımsadığımız Mehmet Ağar, Korkut Eken, Engin Alan’la görüntü vermesi, Çakıcı’nın Kemal Kılıçdaroğlu’nu tehdit etmesi ve son olarak IŞİD’in Ekrem İmamoğlu’na yönelik suikast hazırlığı içinde olduğu haberlerinin iktidar medyası tarafından komplo teorileriyle sunulması girdiğimiz yeni evrenin ipuçlarını barındırıyor.

Diğer yanıyla da suikast haberinin ve CHP’nin iç güvenlik meselesi ilan edilmesinin, CHP nedenlerinden biri seçmenin CHP’ye yakınlaşmasını önlemek ve korkmasını sağlamaksa biri de iktidar/Saray rejimine muhalif olan, olacak olan herkesin sindirilmesine yönelik bir operasyon olarak görülmeli…

Önümüzdeki günlerde, Cumhur İttifakı’nı oluşturan partilere dair yeni tartışma ve iç gerginliklerin artmasını beklemek yanlış olmayacaktır.

Bu durumun, 25 Kasım 2020 tarihinde İYİ Parti Genel Merkezi’ni ziyaret eden Kılıçdaroğlu’nun Akşener ile birlikte düzenledikleri basın toplantısında ‘erken seçim’ çağrısı yapmalarıyla bir ilgisi var mı bunu kestirmek mümkün değil ancak, her durumda 2023 seçimlerine kadar geçecek sürede dahi Cumhur İttifakı ve partilerine, partililerine yönelik önemli hamlelerin yapılacağı, yeni dosyaların açılacağı görülüyor.

Katar, Ekonomi, Salgın Ve Aşı

Katar’la yapılan anlaşmalar ve tank palet fabrikasının Katar’a satılması üzerinden sürdürülen ve daha çok ulusalcı çizgiye hapsedilen karşı çıkışlar özelleştirmelerin, neo liberal politikaların, yaşadığımız ekonomik krizin üzerinin örtülmesine neden oluyor. Bu tartışmalar sırasında iktidar Genelkurmay’ı da tartışmaya ortak ederek sistem içi muhalefetin ulusalcı söylemlerini de etkisizleştirmeyi başardı.

Ekonomik kriz günden güne derinleşirken iktidar da tabanını yitirmekte, ancak (bütün olarak) muhalefet de yerinde saymaktadır. Katar’la yapılan anlaşma, Merkez Bankası yönetimi ile Hazine ve Maliye Bakanlığı’ndaki değişiklik sonrası yaratılan psikolojik ortam, faizlerdeki artış ve Varlık Fonu ile piyasalara yapılan müdahale makyajdan öteye geçmemektedir.

Belki de bunun farkında olduklarından yeniden reformlardan söz etmeye başladılar.

Öte yandan emekçiler ekmek ya da ölüm arasında tercihe zorlanırken, iktidar bakanlarının kapı kapı sermayenin çeşitli kesimlerini dolaşması, pandemi koşullarında kârlarını arttıran sermaye gruplarına yeni olanaklar sunmanın arayışında olduklarını gösteriyor. 30 Kasım 2020 günü Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan ile Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün gerçekleştireceklerini iddia ettikleri reformlar için ilk önce TÜSİAD ile biraya gelmesi, ardından TOBB’ne gitmeleri ardından da MÜSİAD ile görüşmesi sermayenin pandemi ve sonrasına ilişkin beklentilerinin ajandasını çıkarma çabası olarak da okunabilir.

Ancak emekçiler açısından var olan gidişatı yakın zamanda tersine çevirecek bir politika geliştirilemezse, önümüzdeki aylarda çok sayıda işyeriyle birlikte yüzbinlerce emekçinin kredi borçları yüzünden icralık olacağı, sahip oldukları (ipotek karşılığı aldıkları) mallarını yitirecekleri, yoksullaşmanın çok daha derinleşip sosyal patlamalar için uygun bir toprak oluşturacağı açık.

Tam da bu koşullarda korona salgının artık gizlenemez düzeye gelmesi, Sağlık Bakanlığı’nın bilgileri gizlediğini itiraf etmesi ülkemizde iktidar sorunu olduğunu, iktidarın halk sağlığı sorunu olduğunu bir kez daha açığa çıkardı. Her geçen gün başta sağlık emekçileri olmak üzere salgın koşullarında çalıştırılan emekçilerin ölüm haberleri artıyor. İktidar ise yaşlıları ve çocukları eve kapatmak dışında ideolojik olarak benimsemediği kahvehane, kafe, sinema gibi yerleri kapatıp, sigara yasağı ile makyaja devam ediyor.

11 Aralık’ta başlanacağı iddia edilen aşı tartışmalarında ise, aşıdan önce, aşı karşıtları, komplo teorisyenleri ortalığı doldurdu.  Bütün bu karmaşa içerisinde doktorların, bilim insanlarının sözü neredeyse üfürükçüler kadar duyulmuyor.

Asgari Ücret

Bu ay içinde belirlenecek olan asgari ücret muhtemelen TÜİK’in enflasyon oranını geçmeyecek. Tüm çalışanların ücretlerinin belirlenmesinde, iktidarın yeni yıldaki ücret politikasını anlamakta önemli bir gösterge olan asgari ücret, ekonomik kriz ve korona salgınıyla anlamsızlaşmıştır.

2020 Mart ayından bu yana kamuda çalışanların dışında milyonlarca insanın tam ücret alamadığı, milyonlarca insanın kısa çalışma ödeneği, ücretsiz izin desteği, işsizlik maaşı ile yaşamaya çalıştığı koşullarda asgari ücret iktidarla birlikte görüşmelere katılan TÜRK İŞ başta olmak üzere diğer konfederasyon ve sendikaların da iç yüzünü, işlevini göstermektedir.

“…Ancak, özellikle, pandemi nedeniyle işçi ve emekçilere yönelik alınmış kimi hak kayıpları yaratan düzenlemelerin kısmi düzeylerde bile olsa kalıcı hale dönüştürülerek Türkiye’nin ‘işgücü piyasasının’ cazip hale getirilmek istendiği, yurttaşlara daha fazla vergi yükü bindirileceği çok açık…” demiştik. İktidar olası muhalif çıkışlara karşı salgını da kullanıp, ücretleri düşük tutarak ve sermayenin istediği yasal düzenlemeleri de yaparak ülkemizi ‘ucuz iş gücü cenneti’ne çevirecektir.

Daha Çok Mukavemet

Ekonomik krizin salgınla birleşmesi emekçilerin, yoksulların, işsizlerin, emeklilerin daha da yoksullaşmaları, sahip oldukları birçok hakkı yitirmeleriyle sonuçlanıyor. Sorumlusu olmadığımız krizlerin faturasını hepimize kesiyorlar. Salgın karşısında sermayenin daha çok kâr etmesine karşılık emeğimizle birlikte canımızı da almaya başladılar…

“Ota, süte, ete, umuda, hürriyete, kapısını çaldığımız büyük hasrete” kötülük yağarken, insan ve doğa neo-liberal barbarlığın saldırısı altında büyük bir yıkımın arifesindeyken bavulumuzu toplayıp “başka bir ülke” mi aramaya çıkacağız?”*

O halde mukavemet…

 

*(Mukavemet Dergisi Mart 2017/ 1. sayı)

1 Yorum

Bir Cevap Yazın

[td_block_10 custom_title="YAZARIN DİĞER YAZILARI" autors_id="29" limit="6" block_template_id="td_block_template_6"]

Haftalık Siyasal Durum Değerlendirmesi

4,216BeğenenlerBeğen
944TakipçilerTakip Et
6,269TakipçilerTakip Et