Geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un bir TV programında Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’a yönelik eleştirileri kastederek “İletişim başkanı hesap verecek demek devletten hesap sormaktır.” dedi.
Saray/AKP/MHP iktidarının geldiği ve kendilerini gördükleri yeri bundan daha iyi anlatan bir açıklama olamazdı. Hesap sorulamaz, eleştirilemez, hesap sormak veya eleştirmek teklif dahi edilemez. Devletin parti/ çıkar grubu devletine dönüştürüldüğü gerçeğini açık seçik itirafıydı. Yani yöneticiler ve yakın çevreleri devlet, geriye kalanlar tebaa (uyruk)/ etkisiz eleman olunca elbette bir memur olan iletişim başkanından da bir danışman olarak devletten maaş alan Mehmet Uçum’dan da hesap sorulamaz!
Devleti yöneten, yönetiminde söz ve yetki sahibi olanlar kendilerinden hesap sorulamayacağına inandıkları zaman ne Gare’de ölen 16 asker ve polisin nasıl öldüğünü öğrenebileceğiz ne ekonomik çöküşe yol açan kararların sorumlusu kim sorusuna yanıt alabileceğiz, ne sıradan yurttaşlara getirilen salgın kısıtlamalarının AKP kongrelerinde uygulanmayışını anlayabileceğiz. Devlet gücünü kullanan Saray/AKP/MHP iktidarı bir süre daha bu güç sarhoşluğunu yurt içinde dilediğince kullanacak gibi görünüyor. Bu güç sarhoşluğunun iktidar içinde bir güç/ güçler yarışıyla birlikte sürdüğünü de belirtmek gerekir.
Fakat korona salgınıyla iyice derinleşen ekonomik kriz her geçen gün genişleyerek iktidar bloğuna oy vermiş olan seçmen tabanını da kuşatıyor. Faizlerin yükseltilmesiyle çiftçilerin, küçük esnafın icralık olduğu, son üç yılda 1213 şirketin iflas ettiği 31.12.2020 tarihi itibariyle 2052 şirketin iflas başvurusu yaptığı biliniyor. Elektrik faturasını ödeyemeyen 185 bin abonenin elektriği, doğal gaz faturasını ödeyemeyen 80 bin abonenin gazı kesilmiş durumda. İşten çıkarma yasağı ücretsiz izine çıkarma serbestisiyle milyonlarca işçinin ücretsiz izin ödeneğiyle açlığa tutsak edildiği, 10 milyona yakın işsizin bulunduğu, küçük küçük de olsa 20’ye yakın yerde işçi grev ve direnişlerinin varlığı, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki kayyum rektöre karşı kararlılıkla sürdürülen direniş gibi fiili durumlar iktidarı ürkütmeye yetiyor.
Özellikle emekçilerin, öğrencilerin, hak savunucularının, kadınların eylem ve direnişleri “ben devletim” diyenlere karşı “biz yurttaşız” anlamına da geliyor. Tebaa olmayı reddeden, tüm siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel haklarıyla yurttaşlık (ve sınıf) bilinciyle mukavemet gösteren insanlara karşı öfkenin, düşmanlığın bir nedeni de bu karşı çıkışı “cüret” edebiliyor olmaları, kulluğu reddetmeleridir.
TERBİYE
Gara operasyonu sonrasında oluşan başarısızlığı herkese pay ederek kendi sorumluluğunu örtmek isteyen Saray CHP ve İYİ Parti’ye İç İşleri Bakanı Süleyman Soylu ve Savunma Bakanı Hulusi Akar’ı gönderdi. Bu iki ismin özellikle CHP’ye gönderilmesindeki sembolik anlam aynı zamanda iktidarın ne denli zorda kaldığını gösteriyordu. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası yaratılan ‘Yenikapı Ruhu’nu yeniden inşaa etmeyi amaçlayan bu hamlenin reddedilmesi sonrasında Cumhurbaşkanı CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik olarak “terbiyesiz herif” yanıtını verdi. Bu öfkeli ve üstenci tavır başta da belirttiğimiz tebaa yaklaşımının yansımasıdır. Çünkü Kılıçdaroğlu şaşırtıcı biçimde Gara operasyonunun sorumlusunu, 5-6 yıldır neden girişimlerde bulunulmadığını vb. soruları sorduğu için ‘terbiyesiz’ olmuştu.
İçerde ekonomi, işsizlik, güven yitimi vb. nedenlerle günden güne zayıfladığını gören, dışarıda (Suriye, Libya, Karabağ, Ege) umduğunu bulamayan Saray/AKP/MHP iktidarı 1999’da Ecevit’i iktidara taşıyan Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesi gibi bir hamle ile gündemi uzun süreli değiştirip bir kahramanlık öyküsüyle erken seçime gitmeyi bile hesaplamış olabilir. Operasyonun başarısızlığı ve sonrasındaki olayların (resmi açıklamalardaki farklılıkların da) sorumluluğunu kendi dışındaki herkese pay etmeyi düşünen Saray’ın bu hesabı hem CHP hem de İYİ Parti tarafından bozulmuş oldu.
Tam da bu noktada 11 Ocak 2021 tarihli “Kendimizi Bulmak Kendimizi Görmek” başlıklı yazımızdaki; “Bir yandan korkuyu canlandırmak, bir yandan da muhalefeti darbeyle ilişkilendirip halklar, farklı siyasi görüşten olan kitleler arasındaki gerilimi yükseltmeyi amaçlayan bir psikolojik operasyona soyundular. Bundan sonraki günlerde Saray/AKP/MHP bloğu muhalefeti topyekûn terörle, darbecilikle ve türban düşmanlığıyla suçlayarak muhafazakâr seçmeni korkuyla tutmaya çalışacaktır.” tespitimizi anımsatmak istiyoruz.
Gare operasyonu öncesi HDP başta olmak üzere muhaliflere yönelik ‘düşük yoğunluklu’ olarak sürdürülen baskı, gözaltı, tehdit vb. girişimlerin artılacağı görünüyor. Bir hafta içinde 1000 dolayında HDP yönetici ve üyesinin gözaltına alınması, 9 HDP milletvekili hakkında fezleke hazırlanması, HDP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun dokunulmazlığına rağmen yargılanması ve hüküm giymesi, Ankara’da TİP il yöneticisi ve Öğrenci Kolektifleri üyesi üç kişinin kaçırılıp tehdit edilmesi, İHD Genel Başkan Yardımcısı Eren Keskin ve TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı gibi hak savunucularının yargılanmaları ve ceza almaları, Süleyman Soylu’nun Meclis’te İHD’ye yönelik ifadeleri vb. birlikte düşünüldüğünde 7 Haziran- 1 Kasım 2015 döneminin bir benzerinin tüm ülke genelinde uygulanma olasılığı yüksektir.
Süleyman Soylu’nun “Sorumluluğu Cumhurbaşkanımızın üzerine yıkmaya çalışmak bir cephe olma fırsatını kaçırmaktır.” sözü kurulmaya çalışılan düzenin de ipucudur.
Bu siyasi ortam ve geleceğe yönelik olasılıklar düşünüldüğünde toplumsal muhalefetin kendisine bir direnme hattı belirlemesi zorunlu ve gereklidir. Bu hattın örülmesinde var olan tüm muhalif unsurların yer alması da yetmez; vicdan sahibi, iktidardan hoşnutsuzluğunu dile getiren herkesin dâhil olmasını sağlayacak bir esneklik de dikkate alınmalıdır.
“GERİLEMEKTE OLAN BİR DÜŞMAN”
ABD’li Brooking Enstitüsü’nün Türkiye- ABD ilişkileri üzerine hazırladığı raporda ‘Türkiye’nin batıyı gerilemekte olan bir düşman olarak gördüğü ve ABD yönetiminin görüşünün de aynı yönde ilerlediği’ belirtilmiş.
Resmen seçildiği günden bu güne Tayyip Erdoğan’ın telefonlarına çıkmayan ABD Başkanı Biden’ın bu tutumu muhtemelen bir mesaj niteliği taşıyor. Bunu gören Tayyip Erdoğan ABD’yi “teröristlere yardım ediyorsunuz”, “NATO’da müttefik ülkeleriz” gibi açıklamalarla bir yandan elini güçlendireceğini, bir yandan ortak çıkarları öne çıkarıp ‘kazan kazan’ politikasıyla ABD’yi ikna edeceğini düşünüyor. (Son olarak ABD Kongre baskınına katılanlar arasında PYD/YPG unsurlarının olduğunun da belirlendiğini söyledi.)
ABD Senatosu’nda Cumhuriyetçi senatörlerin de imza attığı bir mektup Biden’a verildi. ABD Savunma Bakanlığı bütçesindeki “S-400’lerin Türkiye toprakları dışına çıkarılması” kararının yerine getirilmesi için CAATSA yaptırımlarının etkin uygulanmasını öneren bu mektup/ karar önümüzdeki günlerde en hafif maddeleri uygulanan yaptırımların ambargolara kadar uzanabileceğinin ilk işareti olarak okunabilir.
Mart ayında görülmeye başlanacak Halkbank davası, görüşülmesi Mart ayı sonuna ertelenen AB yaptırımları Saray/AKP/MHP iktidarının en önemli tıkanma noktalarını oluşturuyor. (İçerideki hamasi nutuklar, MHP ve Süleyman Soylu’nun ABD’ye yönelik açıklamaları Saray’ın ayrıca çözmesi gereken sorunlar olarak duruyor. Yaptırımlardan kurtulmak için eksen değişikliğine gidilmesi durumunda iktidar içi dengelerin değişmesi şaşırtıcı olmamalıdır.)
Özellikle Suriye, Kafkaslar, Ege ve Akdeniz’de ABD, AB ve NATO ile ters düşen politikalar ve Rusya ile süren yakınlaşmanın ekonomik, siyasi, bölgesel sonuçlarını, Saray ve AKP’nin nasıl bir hamle yapacağını bekleyip göreceğiz.
Ancak Türkiye halkları olarak her durumda faturayı bize keseceklerini de ABD emperyalizminin geçmişinden ve uluslararası kurumlarının dayattığı yıkım politikalarından biliyoruz. Saray/AKP ister ambargoyu göze alıp bildiğini okusun, ister ABD eksenine girsin her durumda yeni özelleştirmeler, zamlar, vergiler, bölgesel çatışmalar gibi emek ve yaşam karşıtı politikalar devam edecektir.
Bu nedenle yukarıda değindiğimiz direnme hattı emperyalizme, kapitalizme, militarizme, ırkçılığa, savaşa karşı da bir mukavemet hattı olmalıdır.