Çarşamba, Nisan 24, 2024
spot_img

Eğitim Sen’li Bozdoğan: Okulların Açılması Siyasi Beka Meselesi

Pandemi dönemi hayatın tüm alanlarını hazırlıksız yakaladığı gibi eğitim alanında da neoliberal politikaların sonucu olarak ciddi bir kriz ve belki de çöküş yarattı. Neoliberal eğitim politikalarının pandemiyle birleşen etkisi belki de çok uzun yıllar ortak geleceğimizi etkileyecek sonuçları yaratacak gibi duruyor. Eğitim, sağlık, kentleşme, gıda-tarım politikaları gibi hayatın tüm alanlarında pandemiden çıkışın yol haritasının oluşturulması, pandemi gerçeğiyle beraber kamusal politikaların, yeni bir sosyal programın oluşturulması acil gündem olarak önümüzde duruyor. Konuya ilişkin Eğitim Sen merkez yönetim kurulu üyesi Özgür Bozdoğan ile konuştuk.

Pandeminin başladığı Mart döneminden beri eğitim alanında yaşananları kısaca değerlendirebilir misiniz? Okulların açılması sorunu, hak kayıpları ve yaşanan mağduriyetler neler oldu?

Öncelikle okulların açılması ile ilgili tartışma esasında “nasıl bir sosyal politika?” sorusuna çok ciddi yanıtlar veriyor. Okulların açılması veya eğitim kurumlarının yaşantısına nasıl devam edeceği tartışması bizatihi siyaseten yapılan tercihlerle ilgili yapılan tartışmaya dönüşmüş durumda. ABD’de, İngiltere’de okulların açılmasıyla ilgili tartışmalar var ve devamında Türkiye’de de yürütülen tartışma iki farklı yaşamsal tercihin, iki farklı dünya görüşünün bir biçimiyle çatışması halinde devam ediyor. Bir tarafta sermayenin ve siyasal iktidarların çıkarlarını ve devamını savunanların okulların açılması ve eğitimin nasıl devam etmesi gerektiği konusunda ortaya koyduğu yaklaşımlar var, diğer taraftan da eğitimin temel bir hak olduğunu, bu hakkın alınıp satılamaz ve eşitlik düzleminde gerçekleşmesi gerektiğini savunanların koyduğu yaklaşım var. Yani eşit olarak bu haktan yararlanılmadığı sürece bu hakkın hak olmaktan çıkıp bir ayrıcalık haline dönüşeceği, yoksullar-dezavantajlı gruplar-mülteci çocuklar-özel eğitim gereksinimi olan çocuklar, ana dili Türkçe olmayan öğrenciler gibi pek çok farklı kesim açısından da bir mağduriyet yarattığı gerçeğini gören bir yerden, okulların açılması tartışması bir turnusol görevi görüyor.

Biz bu tartışmanın asla basit, teknik bir mesele düzleminde sürdürülmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Yani bu tartışmayı şu şekilde sürdüremeyiz; okullar hangi tarihte hazır olacak, ya da nasıl hazırlanacak, uzaktan eğitim mi olacak, okullar kapansın mı, vb. Okulların açılması da kapanması da uzaktan eğitimin kendisi de bu soruya vereceğiniz yanıtla şekilleniyor.

İNGİLTERE VE ABD İLE BENZER DURUMLAR

Biz diyoruz ki okulların açılması ancak ve ancak çocuğun üstün yararı gözetilerek yapılmalı. Çocuğun eğitim hakkı aracılığıyla hayatında bir değişiklik yaratma olanağına, çocuğun eğitim aracılığıyla sosyalleşmesi, ilgi ve yeteneklerini fark etmesi, bilişsel-duyuşsal-fiziksel yeteneklerini geliştirmesi, kendini gelecek dünyaya hazırlaması, içinde var olduğu dünyayı algılaması, bu dünyaya ve topluma karşı olan sorumluluklarını fark etmesi ve bütün bunlarla beraber kendini geliştirdiği bir süreç olduğu için okullarda eğitimin yüz yüze başlama koşulları varsa açılmalı. Bu koşullar yoksa yine bu gerekçelerle, bu bakış açısıyla uzaktan eğitim süreci planlanmalı. Yanıtı böyle verdiğimiz zaman okulların açılması tartışmasını, hangi koşullarda açılacağını, ya da “eğitim alanında nasıl bir sosyal program önereceğiz?” sorusunu yanıtlamış oluyoruz.

Yanıtınız eğer şuysa; “okulları açmazsak siyasal iktidarın salgınla mücadelede başarısız olduğu düşüncesi algısı gelişebilir, okulların açılması salgınla mücadelede başarılı olunduğunun en önemli göstergesidir, bu yüzden ne koşullarda olursa olsun 1-2 haftalığına da olsa devlet sorumluluğunu yerine getirdi, salgınla mücadele etti ve okulları açtı. Ancak duyarsız veliler, sorumsuz öğrenciler, görevini yerine getirmeyen öğretmenler ve idarecilerden kaynaklı salgın yeniden yayıldı ve okulları kapattık” Esasında burada Türkiye, İngiltere ve Amerika benzerlik gösteriyor. Okulların açılmasıyla ilgili tartışmanın kendisi siyasi iktidarın salgınla mücadelede, dolayısıyla iktidarın uyguladığı politikalarla başarılı olup olmamasıyla ilgili bir gösterge olacağı için okulların açılması konusunda bir ısrar var. Ama bu ısrara rağmen hem iktidar partisinin kendi içerisinde hem yaşamın kendi doğallığında hem de bu fikre ikna olmayan geniş toplumsal kesimler arasında ciddi bir hoşnutsuzluk var. Çünkü sağlıkla ilgili çok ciddi bir sorun ve bilinmezlik var.Bu sorun ortadayken okulların sadece siyasal beka nedeniyle açılması gerçekten ciddi bir tartışmaya yol açıyor.

İKTİDARIN MESELESİ: EKONOMİNİN ÇARKLARI

Birinci düzlem bu, ikinci düzlem ise okullar nicelik olarak düşündüğünüzde oldukça büyük bir kesimi temsil ediyor. Yükseköğretim kurumlarıyla beraber 18 milyon örgün eğitim öğrencisi var. Sadece yükseköğretimde 8,5 milyon öğrenci var, devlet okullarında 1 milyon öğretmen var, diğer çalışanlar ve özel öğretim kurumlarında çalışanlarla beraber 500 bin civarında destek personeli, 500 bin civarında yükseköğretim kurumlarında çalışanlar var. Dolayısıyla eğitim alanın etkilediği 30 milyona yakın insan var. Türkiye nüfusunun üçte biri kadar. Ülkedeki çok temel bir konudan söz ediyoruz. Sermaye ve ekonominin işleyişi ile bu alanda istihdam edilen çalışanlar, emekçiler ve patronlardan oluşan iki boyut var. Burada ayrıntılı konuşmamız gereken boyutu bu. Bir tarafta özel okul patronları var diğer tarafta özel okul çalışanı emekçiler var ve pandemi döneminde işsiz kalan öğretmen, güvenlik, temizlikçi vb çalışanlar var.

Siyasi iktidarın beka meselesiyle beraber ikinci önemli boyut da ekonominin çarklarının dönmesi, sermayenin faaliyetini sürdürmesi ve bir taraftan da bu alanda istihdam edilen emekçilerin çalışmaya devam etmesi. Eğer yanıtınızı; siyasal iktidarın bekası ve ekonominin gereksinimleri üzerine inşa ederseniz o zaman okulların açılması tartışmasını, şu anki iktidar medyasında olduğu gibi, teknik bir düzeye indirirsiniz, teknik bir düzeyde tartışırsınız. Teknik düzeydeki tartışma da çok basit sonuçlar yaratır gibi görünüyor.

EN ÇOK YOKSUL ÇOCUKLAR MAĞDUR OLDU

Milli Eğitim Bakanlığı senaryolardan bahsediyor, her senaryonun, alınan her kararın etkilediği milyonlarca insan var. Bizim açımızdan hakları gözeten, öğrencilerin ve emekçilerin haklarını temel çıkış noktası olarak kabul eden, “çocuğun üstün yararı” dediğimiz temel hareket noktasını belirleyici olarak gören ve eğitimdeki eşitliğin hiçbir şekilde kalkmayacağı kapsayıcı bir eğitim yaklaşımını hayata geçirecek bir çözüm üretilmesi gerekiyor.

Salgın döneminde ne oldu?

Bunların hiçbiri olmadı. Mart ayından bu yana okulların kapalı olduğu ve uzaktan eğitimin devam ettiği dönemde yoksul çocuklar başta olmak üzere çok geniş kesimler mağdur oldular. Bu mağduriyet maalesef siyasi iktidarın temsilcileri ve bilim insanı sıfatını taşıyan milli eğitim bakanlığı bürokratları tarafından normal ve meşru görüldü. Yani yoksul çocukların mağdur olması normal bir sonuç olarak görüldü. Yoksullar meslek lisesi, imam hatip lisesine gidebilir veya hiç okumayabilir, ucuz iş gücü olabilir ama varsılların eğitim aldığı alanlara çok da müdahale etmesin şeklinde bir yaklaşımla sürdürüldü.

Aynı oda içerisinde 4-5 çocuk salgın döneminde yaşamını sürdürmek durumunda kaldı. Bu çocukların bir kısmının uzaktan eğitime erişimi olamadı. Uzaktan eğitime erişimi olanlar ise aynı odayı paylaşmak zorunda kaldılar, 3 öğün beslenemediler.

Okul çok önemli bir denetim mekanizmasıdır; çocuğa yönelik istismarın, şiddetin önlenmesinde önemli bir mekanizmadır. Dünyanın her yerinde böyledir. Çocuğun istismar edilmesine karşı, çocuğun fiziksel ya da duygusal olarak şiddete maruz kalmasına karşı okul önleyici bir kurum olarak görevini yerine getirmek durumundadır. Bu dönemde okul devreden çıktı.

Okul, aynı zamanda taşımalı öğrenciler için sıcak yemek anlamına gelen bir kurumdur. Türkiye’de taşımalı eğitimin çocuklara sağladığı tek avantaj, öğlenleri ücretsiz sıcak yemek yeme olanağıydı. Pandemi döneminde bu olanak da ortadan kalktı. Örneğin ABD’de bu konuyla ilgili önemli raporlar yayınlandı, özellikle güney eyaletlerinde yoksul çocuklar arasında beslenme bozukluğuna kadar giden sonuçları olduğu belirtildi. Orada da öğle yemeği pek çok okulda ücretsiz olarak veriliyordu.

UZAKTAN EĞİTİM ŞİDDETE MARUZİYETİ ARTTIRDI

Uzaktan eğitim döneminde öğrenciler okuldan uzak kaldığı için aile içerisinde kimi baskıcı otoriter şiddete maruz kaldılar. Aile içerisinde daha önceden günün 8-9 saati bu şiddetten bir biçimiyle kurtulabilen çocuklar tamamen o evin içine hapsoldular.  Keza kadınlar için de öyle.

Yani salgın döneminde uzaktan eğitim, eve kapanma belki sağlık açısından koruyucu bir önlem oldu ama pek çok öğrencinin eğitim hakkı açısından büyük sıkıntılar yarattı. Yoksullar ve zenginler arasında eğitimde olmaması gereken eşitsizlik, dünyanın her yerinde olan eşitsizlik, daha da derinleşti, daha görünür hale geldi. Biz de bu dönemde bunu tartışıyoruz; sağlık önceliğimiz, çocukların sağlığını önceleyen bir yaklaşım geliştirmeli. Bunun için uzaktan eğitim gerekiyorsa da önceki dönemde olduğu gibi devam etsin diyemeyiz.

Eğitim eğer uzaktan devam edecekse, okullar neden başka bir kamusallık yaklaşımı içerisinde yeniden yapılandırılmasın?

Okullar neden 24 saat açık bir halk merkezleri haline getirilmesin? Okullarda neden her gün yoksul halka, başta da öğrencilere sıcak yemek verilmesin? Oralar farklı mekânlar olarak düzenlenmesin? Ben eminim ki okulları pandemi döneminde yeniden yapılandırdığımızda pek çok öğretmen arkadaşım gönüllü olarak okullarda görev alacaktır. Tüm çocukları kardeşleriyle kış dönemi tek göz odada, ısınamayan, beslenmenin de yetersiz olduğu ortamda evde kalmaya zorladığınız ortamda salgından kısmi olarak koruyorsunuz ama başka açıdan zarar veriyorsunuz. Doğal olarak biz bir yaklaşım gerçekleştirirken çocuğun sağlığını koruyalım ama beslenme, dinlenme, kendini geliştirme, eğitim alma arkadaşlarıyla sosyalleşme, yeteneklerini geliştirme konusundaki temel haklarının da önünü açalım.

OKULU YENİDEN DÜŞÜNELİM

Her mahallede bir okulumuz var, her mahallede bir cami bir de okul var. Bu kurumları nasıl yapılandırırsanız öyle işler. Okulları neden bugüne kadar egemen siyasi düşüncenin kendini yeniden ürettiği, yapılandırdığı gibi düşünelim? Okullar yeniden yapılandırılabilir. Salgın döneminin sağladığı böyle olanaklar var. Örneğin denilebilir ki; yoksul çocuklar gündüz saatlerinde ders çalışmak için okulları fiziksel mekân olarak kullanabilir. Okulun kütüphanesini, işliklerini kullanabilir, spor salonlarında spor yapabilir. Öğretmen arkadaşlar da gönüllü bir şekilde çocuklara refakat edecektir, yardımcı olacaktır, rehberlik edecektir, vb. Dolayısıyla okulların açılması tartışması bu genişlikte düşünülmesi gereken bir tartışmadır. Uzaktan eğitime erişim konusunda New York’ta bir bilgisayar dağıtım süreci başlamıştı, yoksul çocuklara bilgisayar dağıtıldı (demokratların seçim vaadiydi zaten) Biz burada Milli Eğitim Bakanlığına ABD’yi örnek verirken demiştik ki “yoksul çocukların uzaktan eğitime erişimini sağlayın ama bu tek başına yetmez” Yani meselenin kendisinin tek başına internet erişimi, tek başına diz üstü bilgisayar ya da televizyon olarak görmeyen daha bütünlüklü şekilde gören bir yaklaşım lazım. Ondan kaynaklı da MEB ile bizim sürdürdüğümüz tartışma bu düzlemde devam ediyor. Çocuğun haklarını bütün olarak hepsini eşit şekilde geliştirme olanağı tanınması gerektiğini düşünürseniz okulların ne şekilde açılacağına bu yönde karar verirsiniz.

Hem geçen dönemin eksiklerini giderelim hem alandan müdahale edelim hem de Eğitim Sen’in tarihsel birikim ve deneyiminden faydalanalım. Sadece fikri düzeyde ve kâğıt üzerinde hareket eden bir örgüt değil bizim sendikamız. Hayatın içinde öğrencilerimizin, eğitim ve bilim emekçilerinin, halkımızın yaşamına da dokunan bir sendikayız. TÖB-DER’den, TÖS’ten aldığımız miras bu şekilde. Biraz daha sizin de odaklandığınız gibi, “eğitim alanında nasıl bir sosyal politika?” konusuna yaklaşım geliştirmek istiyoruz.

Uzaktan eğitimdeki sorun sadece teknik imkânlar ve bu imkânların sağlanması değil şüphesiz, o çocukların ev içerisinde eğitimiyle ilgilenecek kişiler de gerekiyor. Çözümsüz bir nokta gibi duruyor. Önümüzdeki 1 yıl çocuklar hiç okula gitmezlerse ne olur? Bir nesil kaybolur denilebilir mi?

Olabilir. Bu konudaki bilimsel her çalışma bize gösteriyor ki; okuldan uzakta kalma süresi, yüz yüze eğitimden uzakta kalma süresi arttıkça okula geri dönüş ve eğitime devam etme oranı düşüyor. Özellikle sosyo-ekonomik gelir düzeyi alt ve orta sınıflar için sosyal kesimler için bu düzey daha da geriye gidiyor.

UZAKTAN EĞİTİM YOKSUL KESİME OKULU BIRAKTIRIYOR

En alttakilerin okulu terk etme, okuldan uzaklaşma oranı çok yüksek. Eğitim Sen’in de üye olduğu Birleşmiş Milletler Eğitim Enternasyonalinin hazırlamış olduğu raporlarda dikkat çektiği hususların en önemlilerinden bir tanesi bu. Okuldan ayrı kalma süresi uzar ve önlem alınmazsa, yeterli bir yaklaşım geliştirilmezse okula geri dönüş oranı azalacak. Kimlerde azalacak? Çocuk işçiler arasında, kız çocukları arasında, göçmen ailelerde azalacak.

Küresel bir yaklaşım gerekiyor. Bunun için bir siyasal tercih, bütçe ve kararlılık oluşturulması gerekiyor. Yani pandemi ile mücadele için ayırdığınız bütçenin mutlaka sosyal bir bütçe olması gerekiyor. Bu bütçenin sermaye kurumlarının desteklenmesinden ziyade, en alttan başlayarak en olumsuz etkilenen kesimlerin pandemiye karşı desteklenmesi, güçlendirilmesi üzerine inşa edilmesi gerekiyor.

Dünya genelinde durum nasıl, model oluşturabilecek örnekler var mı? Kaynak var mı?

Türkiye’den sadece Eğitim Sen’in üye olduğu, tüm ülkelerin eğitim sendikalarından oluşan Eğitim Enternasyonalinin ve sendikamızın kaynakları var. Pandemi döneminde geliştirmiş olduğu politikalar ve yayınlarla ve yeni yaklaşımlarla ciddi bir etki yaratmaya çalışıyor. Ayrıca BM içerisinde kurulan kimi komisyonlar var, sendikamız onların da yürütme kurulu üyesi aynı zamanda. Belki de en kapsamlı, en özgün örnek Türkiye’den çıkacak. Küçük kentlerde ve kasabalarda, pandemi döneminde evde kalmalarından kaynaklı yaşanan sorunların aşılması için konulan örnekler var. Öğretmenlerin gönüllü çalışmaları var. Pek çok Latin Amerika ülkesinde öğretmenler köylerde ve kasabalarda kendi çalışmalarını yapıyorlar. Bizim sözünü ettiğimiz biraz daha farklı bir çalışma. Her mahalledeki okulu bir yaşam merkezi gibi kurgulayan, öğretmenlerin de gönüllü olarak öğrencilerle ve halkla beraber olacağı bir model yaratma çabası.

Şu ana kadar salgın sınıfsal ilerledi. Yaygınlaşması daha esaslı olacak gibi görünüyor. Yoksul mahallerde veya yoksul halka temas edenler arasında daha çok yayıldığı görülüyor. Öğretmenin evi ve okulu arasındaki mesafe bile salgından etkilenmeyi arttıracak bir faktör olarak görünüyor. Diğer taraftan il ve ilçe düzeylerinde kapatma konuşuluyor eğitimle ilgili olarak. Salgının yayıldığı bölgelere göre kapatma olursa özel okulların kapanması çok daha geç olur. Bu eşitsizliği misliyle arttıracak bir şey değil midir?

Öğretmenin evi ile okulu arasında mesafe olmasıyla ilgili olarak pandemi döneminde; her öğretmen ve öğrencinin kendi mahallesindeki okulu kendi yaşam alanı olarak sahiplenmesinin olanağı yaratılmalı. Böylece toplu ulaşımdan da çekilmiş olacaktır. Yapılan LGS’de şu olabilirdi, sınavların yarattığı eşitsizlikleri de ortadan kaldırmak için her öğrencinin kendi evine en yakın okula gitmesi bir seçenek olarak sunulabilirdi.

Eğitimde özelleştirme ve onun arka planında yatan rekabet, yarışma ve elemeye dayalı bir eğitim sistemi çocukları seçmeye, büyük yoksul kesimleri sistemin dışında bırakmaya neden olan bu uygulamalar pandeminin açığa çıkardığı noktalardı.

Öğrenciler farklı semtlere gitmesin, servis kullanmasın, kendi semtlerindeki okullara devam etsin. Kamuya ve devlete düşen de okulların olanaklarını ve koşullarını bir biçimde birbirine yakınlaştırmak olsun. Bunu özellikle önümüzdeki dönem çok tartışacağız, konuşacağız ve örneklerini yapmaya çalışacağız.

İlçelerde, illerde ve semtlerde okullar farklı zamanlarda açılabilir mi? Bu çok kritik bir soru.

EŞİTLİK YOKSA EĞİTİM AYRICALIKTIR

Bir an için şöyle düşünebiliriz; Artvin’de hiç vaka yoksa Artvin’deki okulu neden kapalı tutalım? Artvin’deki Okulu açarız oradaki çocuk eğitim alır gibi bir düşünce, konuyu sadece sağlıkla ilişkilendiren teknik bir mesele gibi gören anlayışın önermesi olabilir. Ancak bu öyle bir mesele ki başta da ifade ettiğim gibi eşitliği ortadan kaldırdığınız anda eğitim hak olmaktan çıkıp ayrıcalık haline geliyor.

Bu kim için ayrıcalık olacaktır? Tabi ki özel okullar için ayrıcalık olacaktır. Bir özel okul velisine gelen mesaj şöyle “okulumuz özel okul ve olanakları iyi, çok fazla öğrenci almayacağız, öğrenci sayısını 120’den 90’a düşürdük bütün sınıfları açık havaya taşıdık, kampüsümüz uygun, sınıftaki öğrenci sayımız en fazla 8 olacak gönül rahatlığıyla çocuğunuz okula gelebilir” Buradaki mesele şu; illerde, ilçelerde, semtlerde okullar salgının yayılma potansiyeline göre farklı dönemlerde açılıp kapanırsa zaten var olan eşitsizlik çok daha fazla derinleşecektir. Temel soru şu, bu neyi çözer? Yüz yüze eğitimin esas olması eğer toptan yapabiliyorsanız bütün öğrenciler için yapılabilirse anlamlı olur. MEB yöneticileri zannediyor mu ki; bir semtteki bir okulu açıp diğer okulu kapattığınızda, açılan okuldaki öğrenciler kaygısız ve sıkıntıdan arınmış bir şekilde eğitim alabilecekler? Kuşkusuz değil.

Bütün bir eğitim sistemi sınav merkezli bir ana omurga üzerine inşa edildiği için sınavı çıkardığınızda sistem çöküyor. Sınavı çıkardığınızda özel okula, dershaneye, özel derse ihtiyaç kalmıyor. Test kitabına, online sitelere ihtiyaç kalmıyor. Sistemin kendisi eşitsizliğin devamı üzerine kurulduğu için ve eşitsizliğin devamı ancak sınavlar aracılığıyla sağlanabildiği için sınav merkezli eğitim sistemi var. Salgın döneminde bile LGS ve YKS’yi yapmanın, bunu da turizm sektörüne göre ayarlamanın etkeni budur.

Eylül dönemi için ana sınıfı, okul öncesi öğrencileri, ilkokul 1 ve 2. sınıflar, 8. ve 12. sınıflar yüz yüze eğitime başlayacak, diğer sınıflar uzaktan eğitim yapacak şeklinde planlama yapılmaya çalışılıyor. Seçilen sınıflara dikkat edin, okul öncesi,1 ve 2.sınıflar; ailelerin tek başına evde bırakamadıkları çalışan aileler açısından sorun olan yaş grubu. 8 ve 12. sınıflar; sınava girecek öğrencilerin olduğu sınıflar.

ÇÖZÜM ORTAK AKIL KOLEKTİF İRADE

Türkiye’deki öğrenci ve öğretmen sayısı buradaki nüfusun yoğunluğu çok daha genel çok daha geçerli bir karar alınmasını zorunlu hale getiriyor. Bizim önerimiz; bilimsel çalışalım ortak akılla çalışalım kolektif irade olsun. Ama en önemlisi mutlaka toplumsal bir mutabakat sağlansın. Üzerinde mutabık kalınmayan bu kadar geniş bir nüfusu ilgilendiren bir konuda karar alınmasını ve adım atılmasını çok da mümkün görmüyoruz.

Pandemi sonrasında kamusal yararı gözeten politikaların yaratılması için kolektif bir akla ihtiyaç olduğu ortada. Bu politikaların yaratılması nasıl mümkün olur?

Biz de böylesine bir arayış içindeyiz. Bu alanda beraber faaliyet yürütebileceğimiz, eğitim alanını bir mücadele alanına çevirebileceğimiz kurumlarla bir araya gelmeyi düşünüyoruz. Eğitim alanını Türkiye’nin ve ortak geleceğimizin alanı olarak görüyoruz. Eğitim aracılığıyla yeni bir rejim inşa edilmeye çalışılıyor.

EĞİTİM MÜCADELESİ GELECEK MÜCADELESİDİR

Doğal olarak yeni rejime ikna olmayan geniş kesimlerin eğitim alanında yürüteceği mücadele sadece eğitimle ilgili pedagojik bir mücadele değil, bir ortak gelecek mücadelesidir. Yine bu kapsamda Eğitim Sen’in bulunduğu illerde ve ilçelerde yerel dinamiklerle (belediyeler, muhtarlıklar, siyasi partiler, dernekler, platformlar, bireyler vb.)bir araya gelmek istiyoruz. Bu alanda bir ortaklaşma yaşayalım ve alanı dinamik bir alan haline getirelim. Merkezi iktidarın kendi tercih ve yönelimlerinden kaynaklı boş bıraktığı hizmet götürmediği ve götürmeyeceği aksine oradaki alanı daraltacağı pek çok yer var. Bunlar yerel yönetimler tarafından mutlaka doldurulabilir. Bizim de pandemi dönemi ve sonrasında eğitim alanında böyle geniş bir birlikteliğe ihtiyaç olduğu kanaatindeyiz.

Bir yıl okulların kapatılması öğrencilerin zararına olur dediniz. Bir yandan da il ilçe bazlı ya da kamu-özel sektör temelli farklı uygulamalara karşı çıkacağız dediniz. Peki, bu ikisi arasında nasıl bir denge tutturmak lazım?

Gerçekten çok zor bir durum. Burada aşama aşama bir yanıt üretmek gerekiyor. Öncelikle çocukların sağlığını koruyacak en genel önlemlerin sağlanması gerekiyor. İkincisi çocukların eğitim hakkının salgın koşullarında dahi olsa, uzaktan eğitim devam ediyor dahi olsa en az zararla yaşama geçmesi için önlemlerin alınması lazım. Şunu demek istiyorum. Uzaktan eğitimin nasıl yapılacağı konusunda yeni bir tanıma ihtiyacımız var. Okullar ya tam açık olacak ya da uzaktan olacak. Bu iki düzlem arasında gidip geldiğimizde yanıt üretmek çok güç.

YENİ NORMALE YENİ EĞİTİM TASARIMI

O yüzden de biz başından bu yana küresel olarak da aynı kavramı kullanıyoruz; ‘yeni normalde okulu yeniden düşünmek’ adı altında bir çalışmaya ihtiyaç olduğu kanaatindeyiz. Eğitimin nasıl yaşama geçeceği ile ilgili yeni arayışları mutlaka düşünmek durumundayız. Bu yeni araçları düşünürken de şu ana kadar kullanıla gelmiş, olağan dönemler için geliştirilmiş araçları düşündüğümüzde bu soruya yanıt vermemiz çok mümkün değil. Yani geçtiğimiz dönemdeki gibi olur. Uzaktan eğitim adı altında normal derslerin videoya çekilerek televizyonlarda yayınlanmasını karşımızda görürüz. Oysa bizim burada kastettiğimiz çocuğun gereksinimlerini karşılayan, çocuğun yaş dönemi gelişim özelliklerini dikkate alan, çocuğun içinde bulunduğu ruh halini gözeten, çocuğu salgınla da mücadele eden, sosyalleşme gereksinimini de karşılayan bir yaklaşımla yeniden içeriklendiren yeni araçlar geliştiren bir bakış açısına ihtiyaç var. Belki arka arkaya dizilmiş sıralara oturmuş, kara tahta başında öğretmenin ders anlattığı bir formatı değil ama öğrencinin kısmi de olsa gereksinimlerinin karşılandığı yeni bir forma yeni bir biçime ihtiyaç var.

Dünya Sağlık Örgütü ve Birleşmiş Milletler ciddi bir uyarı yapıyor; eğitimden bir sene kesintisiz bir şekilde uzakta kalınması dünya açısından bir kuşağın kaybedilmesi anlamına gelir. Belki çok abartılı belki çok rahatsız edici bir tanım ama içerisinde kısmi doğruların olduğu öğrencilerin pek çok açıdan sıkıntı yaşayacağı bir dönem. Geleneksel olarak sermayenin ya da siyasal iktidarın çıkarlarını değil de çocuğun, halkın kamunun yararını gözeten bir bakış açısıyla bir çözüm üretmemiz gerekiyor. Biz bunu üretebileceğimizi düşünüyoruz. Bunun için tartışmayı biraz da geniş ve zengin yapmak lazım. Belki de şöyle olacaktır: çocuklar derslerin bir bölümünü uzaktan eğitim aracılığıyla alabilirler ama o derslerin içerikleri yeniden belirlenmeli. O derslerle ilgili çocukların uzaktan eğitime erişimi yeniden tarif edilebilir. Mutlaka çocuğun diğer gereksinimlerini de gören ek politikalarla ek tedbirlerle desteklenmesi gerekecek.

Eğitim emekçilerinin hastalığa yakalanma durumu bu haliyle daha fazla olacaktır, bir yandan da SGK, Covid-19 un meslek hastalığı sayılmayacağına ilişkin genelge yayınladı. Eğitim emekçileri arasında mart döneminde Covid-19 vakası çok yaşanmadı sanıyoruz ama olduysa eğer örnek varsa SGK genelgesi ile ilgili dava açıldı mı?

Bugüne kadar vefat eden öğretmenler, İstanbul ve Kocaeli’nden Vefa destek gruplarında görev alan bizim üyemiz olmayan arkadaşlarımız. Görünen o ki okulların yüz yüze eğitime açılması ile beraber bu yoğunluk çok ciddi bir şekilde yaşanacak. Burada emekçilerin hakları ile ilgili de çok ciddi bir tartışma yürütmemiz gerekecek. Pandemi döneminde emekçilerin yaşadığı hak kayıpları ile ilgili çalıştayımızda bir gündemimiz olacak. Bir işçi statüsünde çalışan arkadaşlarımız yaşadığı mağduriyetler ve hak kayıpları, iki kamu görevlisi statüsünde çalışan arkadaşlarınızın yaşadığı sorunlar ve iş güvencesi bağlamında bu iki sorunu masaya yatıracağız.

Pandemi dönemi ayrıca şunu gösterdi; kamusal yaşantı kendisini ya da devletlerin hiçbirisi kendisini salgına göre örgütlemediği için salgınla beraber kamusal hayat her gün yeniden inşa edildi ve bu yeni inşa içerisinde hak kayıpları çok yaşandı, çok büyük boşluklar oluştu. Örneğin Boğaziçi ve Hacettepe Üniversitesi’nin sosyal tesislerinde çalışan işçi arkadaşlar neredeyse beş ay maaş alamadılar. Salgın bu şekilde devam ettiği sürece gündelik hayattaki altüst oluş işlerin yeniden tarifini çok fazla konuşmamız gerekecek. 18 Mart tarihinde 20 bin öğretmen arkadaşımız atandı. 20 bin arkadaşımız üç ay boyunca MEB tarafından göreve başlatılmadılar(hiç kimsenin, göreve başlatmama yetkisi olmamasına rağmen). Oysa 657 sayılı devlet memurları kanunu çok açık, sadece olağanüstü hallerde cumhurbaşkanına 15 günlük süreyi(göreve başlama süresi) kısaltma yetkisi veriyor. Dikkat edin uzatma değil kısaltma yetkisi veriyor. Fakat MEB, yasal yetkisi olmamasına rağmen pandemi döneminin kendisine verdiği olanakları kullanarak üç ay boyunca arkadaşlarımızı göreve başlatmadı.

Salgında gelinen aşama ve eğitim kurumlarının durumu ile ilgili çalıştayımızda (sonuç raporu linki aşağıda) tüm bu sorunlara yanıt aramaya çalışacağız. Türk Tabipleri Birliğinden salgının geldiği aşama, bakanlık verileri, alınan önlemlerin değerlendirilmesi ve eğitim kurumlarının birlikte değerlendirmesini yapacağız. İkinci oturumda Türkiye’nin pek çok farklı ilinden ve okul türünden arkadaşlarımız kendi deneyimlerini aktaracaklar. Pandemi döneminde okulların açılmasıyla ilgili ne düşünüyorlar, Antep-Hatay-Adana gibi göçmenlerin yoğun olduğu illerdeki arkadaşlarımızla dahil ettik çalışmaya göçmen çocuklarının bulunduğu okullarda pandemi dönemi ikinci bir ayrımcılığa neden oldu mu? İstanbul-Kocaeli-Zonguldak’tan arkadaşlarımız deneyimlerini aktaracaklar. Yükseköğretim ve kadın oturumu şeklinde devam edecek.

Pandemi söyleşilerinin dördüncüsünü yapıyoruz ve her görüşmede ortaya çıkan şu ki; her kesim, meslek grubu ve akademisyenler kendi alanlarında çok kıymetli işler yaptı, biriktirdi ve yapmaya devam ediyor ancak acil ihtiyacımız olan şey bunların bir sosyal program haline getirilmesi. İnsan temelli, kamusal yararı gözeten sosyal politikaların inşasını yaratmak için en geniş çerçevede bir araya gelmek gerekiyor belki de. sağlık, eğitim, gıda-tarım politikaları, kentleşme politikaları, ekoloji politikaları bir bütün olarak ele alınmadan pandemiden sağlıklı bir çıkış olmayacağı görülüyor.

Biz de böyle bir gereksinimden yola çıkmak istiyoruz. Eğitim alanı bizim yıllardır örgütlü olduğumuz bir alan olduğu için biz bu alanın dönüştürülebileceğini ve hem bir mücadele hem de inşa alanına dönüştürülebileceğini düşünüyoruz. Çok farklı pratiklerin hayata geçirilebileceğini ve bunun da yaşamın içinde dönüştürücü olabileceğini düşünüyoruz. Özellikle büyük kentler metropoller başta olmak üzere yerel yönetimlerle bir araya gelerek farklı çalışmaların yapılabileceği ve alternatiflerin oluşturulabileceği kanaatindeyiz.

ÖZEL OKULLAR KAMULAŞTIRILMALI

Yeni dönemde veya pandemi sonrası yeniden inşa sürecinde, eğitim alanında en temel geçiş dönemi talepleri genel hatlarıyla ne olur?

1- Tüm öğretmenlerin kadrolu ve iş güvenceli olarak atanmalı. Çok temel bir talep, sözleşmeli-ücretli geçici çalışan öğretmenliğe son verilmeli

2- Eğitim yöneticileri tamamen liyakat temelli ve demokratik katılımla belirlenmeli

3- Sınavlar kaldırılmalı. Uygulanabilir, makul taleplerdir.

4- İlkokul yeniden 5 yıla çıkmalı

5- Proje okul uygulamasına son verilmeli. Proje okullar, ayrıcalıklı okullar üreten ve okulları kamu kurumu olmaktan çıkaran siyasi iktidarın aparatına dönüştüren uygulamalardır.

6-Özel eğitim ve rehabilitasyon merkezleri kamulaştırılmalıdır. Devletin finanse ettiği ancak özel statüde olan kurumlar. Yaklaşık 32 bin öğretmen çalışıyor, çoğunluğu asgari ücretle haftada 6 gün çalışıyorlar ve yaz tatili yapamıyorlar. Onların da sendikalaşma süreci devam ediyor ve kamulaştırma en temel taleplerden birisi.

7-Özel okulların kamulaştırılması vb. şeklinde devam edebiliriz.

 

EKLER

12-13 Ağustos Salgında Gelinen Aşama ve Eğitim Kurumlarının Durumu ile ilgili çalıştay sonuç raporu

http://egitimsen.org.tr/wp-content/uploads/2020/08/%C3%87al%C4%B1%C5%9Ftay-Rapor-Metni-son-1.pdf

4 Eylül 2020- Uzaktan Eğitim’de yaşanan sorunlar. Çalıştayda, eğitim emekçileri ve bilim insanları uzaktan eğitim deneyimlerini, yaşadıkları sorunları dile getirmişlerdir.

https://egitimsen.org.tr/egitim-sen-uzaktan-egitim-calistayi-sonuc-raporu/