Seçimlerin ardından açıklanan yeni kabine sonrası muhalif kimi iktisatçıların ve etkili isimlerin Hazine ve Maliye Bakanlığına getirilen Mehmet Şimşek ile Merkez Bankası Başkanlığına getirilen Hafize Gaye Erkan’a şans verilmesi yönündeki açıklamaları neo liberalizmin bir hegemonyaya sahip olduğunu da görmemizi gerektiriyor. Seçimleri Altılı Masa’nın kazanması durumunda ekonomide ve siyasi alanda restorasyon politikalarına yönelecekleri yönündeki tespitlerimiz Saray/ AKP/ MHP bloğunun seçimleri yeniden kazanması ve oluşturduğu kabine sonrası ekonomik alanda gerçekleştirilecek gibi görünüyor. Kesin yargıya varmak için erken olsa da faiz artışlarının konuşuluyor olması, Tayyip Erdoğan’ın ‘ekonomi alanında Mehmet Şimşek’le yolumuza devam edeceğiz’ şeklindeki açıklaması sözünü ettiğimiz ekonomi alanındaki restorasyonun kabulü olarak görülebilir.
İktidarın ekonomi politikalarına yönelik olarak şans verilmesi gerektiğini söyleyen muhaliflerin sözlerinin arasındaki hukuk, demokrasi, güvenilirlik, öngörülebilir olma vb. öneri ve uyarılarının sermaye lehine olduğunu anlamak için çok da büyük bir çaba gerekmiyor. Siyasal olarak liberal/ neo liberal olmayı yalnızca ekonomi için isteyenler iktidarın sokakta ve yaşamın diğer alanlarındaki gerici politik karar ve eylemlerini, devlet içindeki gerici örgütlenmesini görmemekte, hatta uyum göstermekte sakınca görmüyorlar. Bu durum, söz konusu olan sermayenin çıkarıysa gerisi teferruattır gibi açıklanabilir. Dolayısıyla devrimcilerin, sosyalist ve emekten yana olanların yalnızca sözünü ettiğimiz muhalif çevrelerde değil, toplum içinde de kanıksanmış neo liberal hegemonyayı görmesi gerekmektedir. Devletin hizmet ve üretim faaliyetlerinden çekilmesi gerektiği düşüncesinin sokakta da karşılık bulduğunu, 1980 24 Ocak Kararları ve 1990’lı yıllardan bu yana beyin yıkama makinası olarak çalışan iktidarların, medyanın, kanaat önderi olarak toplum önüne çıkarılan insanların yarattığı ideolojik, siyasal, sosyal, kültürel hasarın büyüklüğü aynı zamanda ortak bir mücadeleyi zorunlu kılmaktadır.
Seçimlerin hemen ardından birçok kentte Saray/ AKP/ MHP iktidarının ve sivil uzantılarının gerici ve faşist karar ve eylemlerine tanık olmaya devam ettik. Ataol Behramoğlu’nun Bitlis’te Bitlis Eğitim ve Tanıtma Derneği tarafından düzenlenen kitap fuarındaki söyleşisi iptal edildi. Bu karar sonrası yazar/ şair Şükrü Erbaş’da tepki olarak kendi söyleşisini iptal etti. BEKSAV Sinema Kollektifi’nin ‘Pride’ filminin gösterimi yasaklanırken, filmi izlemek için gelen çok sayıda LGBT+ üyesi de gözaltına alındı. İstanbul Bahçelievler Mehmet Akif Ersoy Ortaokulu öğrencileri Cuma namazına çağrıldı. Birçok kentte Onur Haftası etkinlikleri valilik kararlarıyla yasaklanırken, yapılan etkinliklere katılanlar da gözaltına alındı. Geçtiğimiz hafta sanatçılar Mabel Matiz ile Melike Şahin’in 19 ve 30 Haziran tarihlerindeki Denizli konserleri ile Melike Şahin’in 22 Temmuz Bursa konseri iptal edildi. Bu tür yasaklamaların iki yıldır arttığını ve daha da artacağını beklemek gerekiyor. Bu yasaklamalar yaşanırken Gebze Teknik Üniversitesi’nde ise iki öğrenci topluluğu ‘Haremlik Selamlık Bahar Pikniği’ düzenledi.
HDP üzerinden Kürtlere yönelik baskı ve gözaltılar sürdürülürken Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına rağmen Cumartesi Annelerinin/ İnsanlarının her cumartesi yaptıkları basın açıklamalında gözaltına alınmaları artık bir rutin haline dönüştürülmektedir. Seçimler sırasında bir sokak röportajında; ‘Biz artık doktor dövüyoruz’ diyerek bunu bir gelişme olarak belirten vatandaşla ilgili olarak yapılan üç ayrı suç duyurusunun takipsizlikle sonuçlanırken, Eskişehir’de bir kadına yönelik saldırıyı protesto etmek isteyen kadınlar güç kullanılarak gözaltına alındı. İşçilerin gasp edilen hakları için yaptıkları eylemler kelepçe vurularak gözaltına alınmayla sonuçlanmayla sonuçlanırken çok sayıda kentte muhalif kamu emekçileri baskı, mobing, sürgün vb. uygulamalarla sindirilmeye çalışılıyor.
Yazımızın başında belirttiğimiz muhalif yazar ve kanaat önderleri ekonomide liberal, neo liberal politikaları savunup iktidara şans verilmesini isterken, liberalizmin bireysel özgürlükler, laiklik gibi hassasiyetlerini de görmezden gelip, sessiz kalarak iktidara bu alanlarda da destek olduklarını görünür kılmak, kırk yıldır yarattıkları ideolojik, siyasal, kültürel çürümeyi görünür kılmak devrimcilerin, sosyalistlerin sorumluluğudur. Restorasyona rıza üretmeyi ve sermayenin fikri tahakkümünü de sürdürmeyi amaçlayan bu tür girişim ve açıklamalara karşı sömürünün yalnızca ekonomide değil, toplumun her alanında yerleşik hale getirilmek istendiğini görmek ve buna uygun politik, siyasi araç ve örgütlenmeler yaratmanın mücadelenin bir parçası olduğunu görmek gerekiyor.
Seçimler ve sonuçları üzerine sosyalist ve devrimcilerin kendi iç muhasebelerini yapmaları elbette gereklidir. Fakat on yılı aşkın süredir bir rejim krizi yaşandığını, son seçimlerde ortaya çıkan sonuçların da bu krizin sürdüğünü gösterdiğini göz önünde tutmak gerekiyor. Düzen/ devlet içi odaklar kendilerini sistem içi partilerde ifade ederlerken sosyalist ve devrimcilerin düzen içi bu dengeyi bozacak örgütlenme ile siyasi ve politik bir güç yaratamadıklarını da gösterdi. Toplumsal muhalefetin gerilediği ve güçlü olmadığı koşullarda siyasal muhalefetin de etkisiz kalacağını, kaldığını bu seçimlerde yeniden görmüş olduk. YSP ve TİP Meclise girmiş olmaları önemli olmakla birlikte hem Emek ve Özgürlük İttifakı’nın, hem de Sosyalist Güçbirliği İttifakı’nın kendi hedeflerinin ve beklentilerinin çok gerisinde kalmaları parti ve örgütlerin yan yana gelmelerinin yeterli olmadığını göstermiştir. Bu nedenle Saray/ AKP/ MHP iktidar bloğunun ve sermayenin mevcut ve olası hamlelerini, hem iç hem de uluslararası ilişkilerini dikkate alan bir muhalefet anlayışıyla sokak muhalefetini yükseltecek yeni mücadele anlayışlarına ihtiyaç bulunmaktadır.
ASGARİ ÜCRET, ASGARİ YAŞAM
Bu yazıyı hazırlarken asgari ücret tartışmaları sürüyordu. Muhtemelen yayımlandıktan sonra da asgari ücret açıklanmış olacak. İktidarın asgari ücreti genel/ ortalama ücrete dönüştürmeye yöneldiğini sosyalist, devrimci ve emek mücadelesi veren her örgüt, kişi belirtmektedir. Ucuz emek ve bunun sonucu olarak ihracat artışı üzerine kurmaya çalıştıkları ekonomik düzen iktidarın uluslararası sermayenin beklentilerini karşılamaması nedeniyle gerçekleşmemişti. Hazine ve Maliye Bakanlığına Mehmet Şimşek’in, Merkez Bankası Başkanlığı’na Hafize Gaye Erkan’ın getirilmesi uluslararası sermayeye mesaj niteliği taşıyordu. Dolayısıyla iktidarın ne olursa olsun dış kaynak arayışı ve beklentisinin ilk göstergesi asgari ücret artışıyla görülecektir.
2024 Mart ayında yapılacak yerel seçimler nedeniyle iktidarın sert önlemlerden kaçınacağı belirtilse de sonrasında olabilecekler konusunda fikir verecek şekilde adımlar atacağı da açıktır. Sosyalist, devrimciler, emekten yana olanlar olarak asgari ücret tartışmalarında üretim bölüşüm, toplumsal kesimlerin ekonomiden aldıkları pay ve Türkiye ayarındaki Avrupa ülkelerinin durumu gibi konuları anlaşılır bir dille formüle etmemiz gerekiyor. İktidarın büyük ölçüde emekliler, asgari ücretliler (hatta bakım yardımı ve sosyal yardım alanlar) tarafından desteklendiği göz önüne alınarak siyasal haklarla birlikte ekonomik ve sosyal haklar, yurttaşlık hakları, devletin görevleri gibi kavramları bugüne uygun olarak görünür kılmaları, tartışmaları gerekmektedir.
Asgari ücretin en önemli özelliği, toplu iş sözleşmesi yapan işçilerden kamu çalışanlarına ve emeklilere kadar tüm ücret artışlarına ölçü alınmasıdır. Dolayısıyla asgari ücret tartışmalarına tüm ücretlilerin dahil olabileceği ve toplumsa muhalefete dönüştürebileceği örgütlenmeler ve araçlar üzerine düşünmek gerekmektedir. Fakat asıl tartışma ve mücadele iktidarın asgari ücreti genel ücrete dönüştürme politikalarına ve çalışanların %50’den fazlasının asgari ücretli oluşuna karşı verilmelidir. İktidarın ücretler konusunda rıza ürettiği, kitle ve oy tabanını da bu rıza üretimi yoluyla koruduğunu göz önüne almadan, buna karşı bir söylem ve anlayış yaratmadan asgari ücret, en genel anlamıyla ücretlilerin ulusal gelirden aldığı payı görünür ve anlaşılır kılmadan etkili bir mücadele verilemeyecektir. Dolayısıyla asgari ücret tartışmalarının ve asgari ücretle ilgili verilecek mücadelenin ideolojik, siyasi yani sınıfsal özüyle tüm toplumun mücadelesi olduğunu bilince çıkarmak sendikalarla birlikte sosyalist ve devrimcilerin işidir.
İktidarın önümüzdeki dönemde uygulayacağı ekonomi politikalarına ilişkin olarak Mehmet Şimşek’in Hazine ve Maliye Bakanı yapılmasını Kemal Derviş benzetmesiyle 2001 krizi ve sonrasına benzetenler olduğu gibi, yaşanan krizin büyüklüğü ve kapsamı açısından 24 Ocak 1980’e benzetenler de var. Her iki durumda da emekçilerin, çiftçilerin kazanılmış hak olarak gördükleri haklarını kaybettiği, sendikal örgütlenmelerin gerilediği, yoksullaşmanın arttığı düşünülürse özellikle 2024 yerel seçimlerinden sonra ekonomik saldırıların diğer alanları da içererek büyüyeceği söylenebilir. Saray/ AKP/ MHP bloğunun ekonomi dışı alanlarda da gerici/ faşist düzenleme ve baskıları sürdüreceğini, siyasal krizi kendi lehine çevirmek için yeni hamleler içine gireceğini beklemek gerekiyor. Hem burjuva kutuplar arası, hem de seçmen düzeyindeki pata pat durumunu kırarak sürekli iktidar arayışı içinde oldukları açıktır.
Sosyalistler, devrimciler, yaşam ve emek savunucusu tüm güçler önümüzdeki dönemin yeni ve olası çatışma alanlarını, muhalefet dinamiklerini saptayarak ortak ve fiili bir mücadeleyi örgütlenmenin yol ve yöntemlerini bulmak zorundadır. Durum tespiti yapmanın ötesine geçip yapılan tespitlere göre örgütlenme araçlarını ve alanlarını da yaratmak gerekmektedir. Emek hareketi ile birlikte toplumsal muhalefetin gerilemesinin önemli nedenlerinden birinin de sosyalist ve devrimci hareketin dağınıklığı ve güçsüzlüğü olduğunu daha fazla göz ardı edemeyiz.