Perşembe, Mart 28, 2024
spot_img

Franz Liszt’in İstanbul Serüveni

Franz Liszt, 1847 yılında İstanbul’dan geçti. Hem de fırtına gibi…

Usta piyanist, Osmanlı sultanının tam karşısındaydı. Parmakları, onun için özel olarak temin edilmiş kuyruklu piyanonun tuşlarında uçarcasına dans ediyordu. Melodiler havaya yayıldıkça sultanın gözlerindeki hayranlık da büyüyordu. Macar besteci ve piyanist Franz Liszt’in övüldüğü kadar harika bir müzisyen olduğunu, hatta hakkında söylenenlerin onun dehasını yansıtmaya kâfi gelmediğini düşünüyordu.

Sene 1847’ydi, mevsimlerden yaz… Haziran ayının ilk günleri şehre ılık esintiler getiriyor ve güneş ışığı denizin, ağaçların, Çırağan Sarayı’nın ve tekmil binaların üstüne yağıyordu.

Sultan Abdülmecid tıpkı babası ve selefi II. Mahmud gibi Batı müziğini, sanatını seven, kulaklarını klasik müziğin tekdüze olmaktan uzak, renkli melodileriyle ve çoksesli doğasıyla beslemekten keyif alan, estetik duygusu gelişmiş bir padişahtı.  O yüzden Klasik Müzik tarihinin en büyük besteci ve piyanistlerinden biri olan, virtüözlük kavramının piyano özelinde ortaya çıkmasını sağlayan Franz Liszt’i dinlediği her anın tadını çıkardı. Konser bitiminde de besteci, piyanist ve müzik eğitmeni Franz Liszt’i kıymetli hediyelerle saraydan uğurladı.

Franz Liszt de memnundu elbette Osmanlı sarayında ve İstanbul’da bulunmaktan. Bunu daha sonra yakınlarına yazdığı mektuplardan anlıyoruz. Aslında o dönemde piyano çalışındaki ustalığı, artistik yeteneği, besteciliği ve karizmatik kişiliğiyle Avrupa kentlerinde fırtınalar koparan ve nice güzel kadının aklını başından alan Franz Liszt’in İstanbul’a gelmeyi çok istediğini de biliyoruz. Bu şehre gelmesinden evvel dostlarına yazdığı notlar, mektuplar bu arzusunun kanıtları.

İSTANBUL’DA BEŞ HAFTA

Neticede 1847 senesinin haziran ayında kente ayak basan ve Osmanlı Sultanı Abdülmecid’in baş tercümanı M. Le Baron H. Resta tarafından karşılanan Franz Liszt, Çırağan Sarayı’na götürülmüştü. Bahsi gecen sarayın bugün bildiğimiz Çırağan olup olmadığı ise şüpheli. Zira müzikolog, orkestra şefi, besteci, müzik araştırmacısı Emre Aracı, Andante Dergisi’nin 2011 Kasım sayısı için kaleme aldığı makalede, Liszt’in konser verdiği Çırağan Sarayı’nın bugün bildiğimiz yapı değil, II. Mahmud’un Beşiktaş sahilinde inşa ettirdiği, daha sonra yıkılan saray olduğunu belirtmişti.

Şurası bir gerçek ki Franz Liszt, beş haftalık İstanbul seyahatinde sadece sarayda konser vermedi. Rus Elçiliği’nde ve Büyükdere’deki Franchini Köşkü’nde de onu merakla bekleyen İstanbullu dinleyicileriyle buluştu. Kim bilir nasıl büyük bir etki yarattı müzikseverlerin üzerinde. Neticede Klasik Batı Müziği tarihinin en usta besteci-piyanistlerinden birinden bahsediyoruz.

Düşünüyorum da Franz Liszt omuzlarına dökülen saçları, yeşil gözleri ve karizmatik duruşuyla kelimenin tam anlamıyla herkesi büyülemiş olmalı. Başta kadınlarınki olmak üzere bütün gözler üzerindeyken belki mutluydu belki de Avrupa’da bıraktığı sevgilisi Marie d’Agoult’yu özlüyordu.

Franz Liszt, piyano için bestelediği yapıtlarıyla, senfonik şiirleriyle ve başka bestecilerin eserleri üzerine yaptığı çeşitlemeleriyle de tanınan bir sanatkârdı. O çeşitlemelerden birini de Sultan Abdülmecid için yapmıştı. Bu ilginç eserden ve eserin asıl bestecisinden bahsetmek için biraz geriye, II. Mahmud dönemine gitmeliyim.

DONİZETTİ PAŞA VE MECİDİYE MARŞI

II. Mahmud’un Mehterhane-i Hümayun’un yerine kurduğu Batı tarzındaki askerî bando Muzika-yı Hümayun’un başına, ‘Aşk İksiri’, ‘Don Pasquale’, ‘Lucia di Lammermoor’ gibi unutulmaz operaların İtalyan bestecisi Gaetano Donizetti’nin ağabeyi olan Giuseppe Donizetti getirilmişti. Giuseppe Donizetti, Muzika-yı Hümayun’da çalan müzisyenleri eğitti, onlara Batı repertuarını öğretti ve İstanbul sokaklarında konserler verdi. Halkın en azından bir kesiminin kulakları Klasik Batı Müziği’ne ve çoksesliliğe alıştıysa bunda Donizetti Paşa’nın rolü büyüktür. Muzika-yı Hümayun daha sonra Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın da temelini oluşturacaktır oluşturmasına, ama konumuz bu değil.

1856’da İstanbul’da hayata veda eden ve İstanbul Harbiye’deki Saint Esprit Kilisesi’ne defnedilen Donizetti Paşa, Sultan Abdülmecid için ‘Mecidiye Marşı’nı bestelemişti. İşte Franz Liszt, bu marş üzerine çeşitleme yaparak unutulmaz bir piyano eseri vücuda getirdi. Piyano için bestelenen bu güzel eseri dinlerseniz Osmanlı ruhunun Klasik Batı Müziği’yle uyumlu birlikteliğinin tadını çıkarırsınız.

Bu arada Giuseppe Donizetti’nin, Franz Liszt de dahil olmak üzere devrin önemli Klasik Müzik sanatçılarının İstanbul’a getirilmesinde büyük rolü bulunduğunu da belirtmeden geçmeyelim.

Liszt’in haftalarca İstanbul’da kaldığını belirtmiştim. Belki “İstanbul’un neresinde?” sorusu aklınıza gelmiştir. Beyoğlu’nda, devrin meşhur piyano tüccarı Alexandre Commendinger’in evinde, efendim. Nur-i Ziya Sokak’ta bulunan bu ev yanmış maalesef, ancak onun yerine inşa edilen yapının cephesinde, Franz Liszt’in İstanbul’a geldiğinde orada ikamet ettiğine dair bir tabela bulunuyor.

TUTUKLANMA ÜZERİNE BİR ŞEHİR EFSANESİ

Franz Liszt’in İstanbul’a ayak basar basmaz “sahtekârlık” gerekçesiyle tutuklandığına dair bir şehir efsanesi var. Buna göre, Listmann adındaki başka bir piyanist, daha önce Liszt adıyla sultanın huzurunda konser vermiş. Franz Liszt İstanbul’a gelip kendini tanıttığında ise “sahtekâr” olduğu düşünülerek tutuklanmış. Ancak tutuklama meselesinin gerçekliğine dair elle tutulur bir kanıt olmadığı gibi, bestecinin Abdülmecid’in tercümanınca karşılanıp saraya götürülmesi de bu dedikoduyla çelişiyor. Devrin gazete haberlerinden anlaşıldığı kadarıyla hakikaten Franz Liszt’ten bir süre önce Listmann ismindeki piyanist, İstanbul’da konserler vermiş, ama kendini Liszt olarak tanıttığına dair bir emare yok.

Franz Liszt’in, İstanbul seyahatinden yıllar sonra kuzenine yazdığı mektupta piyanist Listmann’ın, adını kullandığı için ondan özür dilediğini söylemesi ise ilginç. Kim bilir belki de bu heyecan verici dedikoduyu dillendirmek besteciye eğlenceli gelmişti. “Yaratıcı insanlar severler böyle heyecan verici hikâyeler anlatmayı,” deyip geçelim.

Sonuç olarak Franz Liszt, 1847 yılında İstanbul’dan geçti. Hem de fırtına gibi… Sadece piyano çalışıyla Sultan Abdülmecid’i ve İstanbulluları büyülemekle kalmadı, hâlâ tartışılan şehir efsanelerinin doğuşuna da vesile oldu. Franz Liszt gibi efsanevi bir kişiliğe de efsaneler yakışır, öyle değil mi?

 

- Advertisement -

Bir Cevap Yazın

Özlem Ertan
Gazeteci, Yazar
1,520TakipçilerTakip Et
1,320TakipçilerTakip Et