kapitalizmin içine düştüğü krizin bedelini emekçilere ödetmek için işten çıkarmaların, ücretsiz izin kullandırmaların, ücretleri düşürmenin yoğunlaştığı bir süreçten geçiyoruz. tüm dünyayı etkisi altına alan ve işçi sınıfının sendikal-siyasal açıdan “örgütsüz” olarak yakalandığı bu kriz sömürüyle birlikte açlığın, işsizliğin, çatışmaların, toplumsal çözülmenin de küresel ölçekte yaşanmasına yol açıyor.
artık hiçbir çalışan yarınına güvenle bakamıyor. işsizler gelecek umudunu yitiriyor. en gelişmiş olanından en gerisine bütün ülkelerin emekçi halkları yarını bile düşünemeyecek kadar günlük yaşamlarını sürdürebilme endişesiyle yaşıyorlar. herkesin kendi gününü kurtarmaya, kendisi için düşünmeye ve tedirginlik duymaya başlaması işçi sınıfının dağılmasına, yalnızlaşmasına yol açıyor. tam da bu durumda krizin gerçek sorumluları olan ve günlük yaşamlarında en küçük bir olumsuz değişiklik olmayan siyasi iktidarlar ve patronlar krizden çıkış için emekçilerin sırtına daha çok binmeye başladılar.
(yukarıdaki satırları 2009 1 Mayıs’ı öncesi yazmışım… 2008 yılında ABD’de başlayan finans krizinin dünyayı etkisi altına aldığı günlerde ülkemizde bazı firmalar işçi ücretlerini %35’lere varan oranlarda düşürerek krizin yükünü emekçilere yıkmışlardı.) 2020’de başlayan korona salgını ve salgınla buhrana dönüşme aşamasındaki ekonomik kriz koşullarında 1 Mayıs’ı karşılayacağız… bu kez emekçilerin sırtında yalnızca ekonomik kriz yok; korona salgını var, tek adam rejimi var, devletle bütünleşmiş bir iktidar var, sarı sendikacılık bile yapamayan sendikalar var…
emekçiler aleyhine kötü olan, yaşamlarını zehir eden koşullar ve düzenlemeler her yıl daha da artıyor. öyle ki ‘bundan daha kötüsü olmaz, olamaz’ dediğimiz her düzenleme ve koşul kısa bir sürede ‘aranır’ hale geliyor…
düzen öldüremediğini çürütüyor
Türk Tabipler Birliği korona için “işçi sınıfı hastalığı” teşhisi koydu. iktidar sermayenin tüm isteklerini yerine getirmek, çarkları döndürmek uğruna emekçileri çalışmaya ‘mahkum’ edip koronadan ölümlerin artmasına yol açtı… yalnızca emekçileri çalıştırarak değil; insanların topluca bulunduğu ekonomik ve siyasi rantı yüksek mekanların açık kalmasına, şehir içi ve şehirler arası ulaşımın sürmesine izin vererek de ölümlerin artmasına yol açtı… ölümleri yarıştırmak doğru değildir; yine de virüsten ölenlerin %90’dan fazlasının emekçiler ve emekçi ailelerin bireylerinden oluştuğunu not düşmek gerek. Yoksa bu kadar gevşek, bu kadar tutarsız ve bu kadar umursamaz olabilirler miydi…?
26 Nisan tarihli gazeteduvar’da son 3 ayda antidepresan kullanımının 15 milyon kutuya ulaştığı haberi vardı. aynı haberde; 2019 yılında 49 milyon kutu, 2020’de 54 milyon kutu antidepresan kullanıldığı bilgisiyle birlikte 2002-2019 yılları arasında geçim sıkıntısı nedeniyle 5.806 kişinin intihar ettiği, Birleşmiş Milletler’in 149 ülkede yaptığı araştırmaya göre ‘dünya mutluluk raporuna’ göre 93. sırada olan Türkiye’nin 104. sıraya düştüğü belirtiliyordu.
Doğan Alpaslan Demir 30 Ekim 2020’de Mukavemet’teki ‘SARS-CoV-2 Virüsü Yoksulluk, Eşitsizlik ve Sömürüden Besleniyor!’ başlıklı yazısında “Kapitalizmin mülkiyete dayalı kurduğu dünya düzeni, çalışılan işi ve işyerini putlaştırır, eşitsizliği meşru ve haklı kılarak finansal yatırımcılara hizmet eder. İnsanların çoğu için iş ve işyeri sadece ekmek kapısı değil aynı zamanda sosyal kültürel aidiyetinin tamamlayıcısıdır. Pandeminin yarattığı yoksulluk, işsizlik ve enfeksiyon nedeniyle artan ölüm riski, finans dünyasının fetişlerini tehdit eder hale gelmiştir.” diyerek emekçilerin bugün içinde bulundukları savunmasızlık, gelecek kaygısı gibi sosyal, psikolojik duruma da işaret ediyor…
düne kadar düzenli işi olan, bu nedenle de büyük çoğunluğu banka kredileriyle, borçla ‘yarına yönelik’ harcamalar yapan, çocukları okula giden, düşleri olan milyonlarca insan kısa sürede bunları yitirdi, yitirebileceği korkusuyla yüz yüze geldi… gerici ve mikro milliyetçi yapılar dışında sınıfsal niteliğiyle gündeme emekten yana müdahale edecek örgütlerin yokluğunda işçiler, köylüler, yoksullar sözcüğün tam anlamıyla bir savunmasızlığın içinde buldular kendilerini…
bu satırları yazarken iktidar tam kapanma kararı aldı. Türk Tabipler Birliği, sendikalar, bilim etiğine sahip bilim insanları aylardır korona salgınına yönelik önlemlerin yetersizliğini dile getiriyorlardı. ne zaman ki günlük vaka sayısı 60 bine, ölüm sayısı 300’lere çıktı, kapanma kararı geldi… fakat kapanmanın ayrıntılarını uygulamayla göreceğiz. şu an; kapanma süresince çalışmayacak/ çalışamayacak olan emekçilerin bu döneme ait gelirlerinin ne olacağı belirsiz. daha doğrusu ödenmeyecek gibi görünüyor…
salgının başladığı günden bu yana kamuda çalışanların dışındaki ücretlilerin tam maaş alamadığı, milyonlarca çalışanın kısa çalışma veya ücretsiz izin ödeneği ile yaşama tutunmaya çalıştığı düşünülünce… dünyanın en büyük 20 ekonomisi arasında bulunan bir ülkede yurttaşların her türlü ekonomik, sosyal, kültürel, sağlık vb. harcamalarının gözetilerek kayba uğramamaları gerekir… bunu bir temenni ve düz mantık olmaktan çıkaracak ve yaşama geçirecek olan emekçilerin, köylülerin, işsizlerin ortak mukavemetidir.
22 Mart 2021 tarihinde Mukavemet’te belirtildiği gibi; “Bizim açımızdan önemli ve anlamlı olan ülkemizde ve dünyada insanların yardıma muhtaç olmadan yaşayabilecekleri bir düzendir. Üretilen değerlerin tüm yurttaşların ortak malı olduğu gerçeğinden hareketle yardım düzeninin kişisel/ toplumsal eşitlik ilişkilerini ve özgürlüğü de ortadan kaldırdığını unutmadan kapitalist üretim- bölüşüm ilişkilerini ortadan kaldırmak öncelikli görevimiz ve sorumluluğumuzdur.” 1 Mayıs’a doğru yürürken bu yaklaşımın siyasi ve politik dilini yaratmak ve 1 Mayıs’tan geleceğe bu dille yürümek zorundayız…
biter (gün olur)
denizin büyüttüğü yüreğimiz
gün olur çatlar
insancıl şarkılarla dalgalanır ellerimiz
biter kutsanmış sessizliğimiz
biter sömürülmenin hüznü
yüzümüzde yaşımızdan büyük çizgiler
biter kötücül saltanatı sermayenin
sokaklarda yalnızlığın ürkütücülüğü
fabrikalarda şiirleşirken emeğimiz
dirilir öpüşleri bile ertelenmiş sevdalar