Cuma, Nisan 26, 2024
spot_img

Halka Açlık Sermayeye İtibar

İktidarın sokağı, sokak eylemlerini ‘lanetlediği’ sistem içi muhalefetin buna uyduğu dikkate alınırsa, devrimcilerin, sosyalistlerin, emekten yana olan çevrelerin, sendikaların toplumsal muhalefeti, bir mukavemet hattını örmeleri dışında bir çıkış bulunmamaktadır.

İktidar hazırladığı bir kanun teklifiyle şirketlerin itibarını zedeleyici açıklama ve haberlere hapis ve para cezaları getirmeyi planlıyor. İktidar yandaşı oldukları için devletten aldıkları garantili ihalelerle, kamu kaynaklarını soygun yaparcasına ele geçirmeyle, işçilere insanca yaşanacak ücreti, sendikal örgütlenme hakkını çok görmeyle, bilimsellikten ve kamu yararından uzak iş yapanların itibarı koruma altına alınıyor.

Saray/AKP/MHP iktidarı bununla da yetinmiyor, ‘devlet eliyle risklerin toplumsallaştırılması’ denerek kur farkı, savaş gibi nedenlerle üretimi ve kazancı düşen, ‘zarar eden’ sermayenin uğradıkları zararın devlet aracılığıyla halkın üzerine yıkılmasını da planlıyorlar. Bu da yetmiyor; kadın işçi istihdamına yönelik olarak sağlanan teşviklerle işçilik maliyetleri İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanarak işçilerin birikimleriyle oluşan fon sermayeye peşkeş çekiliyor.

Rusya Ukrayna savaşının da etkisiyle başta gıda olmak üzere en temel tüketim maddelerinin fiyatlarının artışıyla açlık sınırının altında kalan asgari ücretin artırılması, güncellenmesi önerilerine karşı Çalışma Bakanı ‘gündemimizde yok’, TÜRK İŞ Başkanı da ‘yılda bir defa zam yapılır’ diyerek halkın yaşadığı yoksullaşmaya ve açlığa karşı duyarsızlıklarını belirtmiş oldular. Oysa iktidarın Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı 2020 yılında devletten yardım alan sayısı 4,4 milyon kişiyken 2021 yılında 11 milyonu geçtiğini açıkladı. 2022 yılının ilk üç ayında bu sayının daha da arttığı çok açıktır.

Halk bu denli yoksullaşır, işsizlik artarken ve milyonlarca insan devlet yardımına muhtaç hale gelirken 2021 yılında borsada işlem gören şirketlerin net karının 2020 yılına göre 2,5 kat arttığı, BİST 100 endeksindeki 91 şirketin ise net kar açıkladığı bir gerçeklik olarak orta yerde duruyor. Kısaca söylemek gerekirse iktidarıyla, sermayesiyle, yandaşıyla korona salgını, döviz kuru artışı, savaş gibi gerekçeleri sıralayanlar için kriz yok. Buna ücretlilerin GSYH’dan aldığı payın %37’den %30 düştüğünü, iktidar ve sözcüleri Türkiye ekonomisinin ne kadar büyüdüğünün propagandasını yapmaya devam ettiklerini de eklemek gerekiyor.

15 Kasım 2021 tarihli, ‘Cezası Neyse Veririz’ başlıklı değerlendirmemizde asgari ücret tartışmaları sırasında; “Çalışanların %60’nın asgari ücretli olduğu, asgari ücretin diğer ücretlilere emsal teşkil ettiği dikkate alınarak oran tartışmalarından çıkıp insanca yaşam ücretini ve gelir dağılımında adaleti öne çıkarmak zorundayız. Şu an açlık sınırının altında kalan asgari ücretin açlık sınırın üzerine çıkarılması bir anlam ifade etmemektedir. Özellikle önümüzdeki aylarda gelecek olan zamlar, dövizdeki yükseliş de dikkate alındığında iktidarın ve yandaşlarının önerecekleri zam alım gücü açısından geçtiğimiz yılın bile gerisinde kalacaktır.” yazmıştık. Bu değerlendirmemize Ukrayna Rusya savaşının ve buna bağlı ambargolar vd. gelişmeleri eklediğimizde yalnızca asgari ücretlilerin değil, tüm ücretlilerin, çiftçilerin ve küçük esnafın ciddi bir yoksullaşmayla, açlıkla karşılaşacağı açıktır.

Saray/AKP/MHP iktidarının şirketlerin itibarını korumasını, son gelişmeler nedeniyle ‘zarar’ gördüğünü söyleyen şirketlere kolaylık sağlamasını, işverenin işçi maliyetlerini düşürmeyi amaçlayan politikalarını, hazine ve tarım arazilerini yağmaya açmasını birlikte değerlendirince ücretlilerin, çiftçilerin, işsizlerin payına açlık düştüğü görülecektir. Dolayısıyla önümüzdeki günlerde geçim derdiyle, yarın kaygısıyla irili ufaklı emekçi eylemlerinin artması olasıdır. İktidarın sokağı, sokak eylemlerini ‘lanetlediği’ sistem içi muhalefetin buna uyduğu dikkate alınırsa, devrimcilerin, sosyalistlerin, emekten yana olan çevrelerin, sendikaların ortak sorunlara üreteceği ortak çözümler için bir araya gelmeleri, toplumsal muhalefeti, bir mukavemet hattını örmeleri dışında bir çıkış bulunmamaktadır.

Son günlerde özellikle kanser tedavisinde kullanılan bazı ilaçların bulunamadığı görülüyor. Hastalar ve hasta yakınları CİMER’e başvuru dahil her yolu denemelerine rağmen bugüne dek kullandıkları ilaçlarını bulamıyorlar. Ekonomik gücü olan hastalar da ilaçlarını yurtdışından getiriyorlar. 18.10.2021 tarihli, ‘Millet Değil Yandaşlar Yiyor’, 25.10.2021 tarihli ‘İktidar Çözülürken’, 27.12.2021 tarihli, ‘Zengin Üretme Çiftliği’ yazılarımızda sağlık hakkımız ve SGK’nın karşılamaktan vazgeçtiği ilaçlara ve sonuçlarına vurgu yapmıştık. CİMER’e başvuru yapanlara verilen yanıtta da ‘SGK’nun karşılamadığı ilaçlar’ olduğu belirtilmektedir. Çok açıktır ki iktidar sağlık hakkımızı tasarruf konusu yapmaktadır. Hastanede beş dakikada tedavi olunabileceğini ‘düşünen’ iktidar eşdeğer ilaçlar diyerek tedavinin başka ilaçlarla yapılabileceğini de düşünmektedir.

PARA PUL OLDU, RAHAT OLUN

Hazine ve Maliye Bakanı “Türk Lirası en düşük durumda, daha ineceği bir yer yok. Vatandaş rahat olsun” dedi. Görevi ülke parasının değerini, dolayısıyla halkın refahını korumak olan bir bakan paranın pul olmasıyla övünme noktasına gelmiş durumdadır. Bakan hızını alamayıp “Bu ülkede iş adamı, iş kadını olmak o kadar tatlı o kadar güzel ki” diyor. Bakan haklı; bu ülkede ücretli olmak zor, işsiz olmak zor, çiftçi olmak zor, kadın olmak zor, çocuk olmak zor, bu ülkede çiçek olmak, ağaç, akarsu olmak bile zor ve acı, fakat sermaye sahibi ve yandaş olmak hem güzel hem tatlı iştir.

Oysa Tayyip Erdoğan Başbakanlığı döneminde “Para tıpkı bayrak gibi milli marş gibi bir ülkenin büyüklüğünü…” diye cümleler kuruyordu. Aradan geçen yıllar paranın pul olması kadar bizim ne kadar yoksullaştığımızı da gösteriyor. Ülkenin Maliye Bakanı da bunu açıkça dile getirmekten çekinmiyor, çünkü sendikal hareketin dibe vurduğunu, muhalefetin dağınık olduğunu iktidar da biliyor. Buna rağmen korkuları da görülüyor. Somut olarak Gezi Direnişi davasında gördüğümüz, ne olursa olsun ceza vermek üzerine kurulu, hukuksuzluğun mahkemesinin yapılması ve bu yolla topluma gözdağı verilmek istenmesi bu korkunun sonucudur. HDP’nin kapatılmak istenmesi, milletvekillerinin kürsü dokunulmazlığının hiçe sayılması, muhalif parti ve örgütlerin en sıradan eylemleri karşısında uygulanan yasaklar ve şiddet bu korkunun sonucudur.

Paranın pul olması ve Saray/AKP/MHP iktidarının ülkeyi içine düşürdüğü kriz ortamının halk nezdinde yarattığı olumsuzluk ve öfkeyi yargı ve kolluk gücüyle bastırmaya çalışan iktidar bir yandan da hazine arazilerini, lojmanları, tarım alanlarını, konutları yağmaya açarak kısmi bir rahatlama algısı yaratmaya çalışıyor. Varlık barışı ve Türkiye’den konut alanlara yurttaşlık hakkı verilmesi gibi düzenlemeler de bunun sonucudur. Son olarak Rusya yurttaşı oligarkların adeta davet edilmeleri, İran, Irak, Çin gibi ülkelerden gelenler başta olmak üzere yabancılara mülk satışları bunun sonucudur. Ülkemiz yağmaya açılmış durumdadır.

05.7.2021 tarihli, ‘Tiksindirici Borç Tiksindirici Siyaset’ başlıklı yazımızda değindiğimiz gibi; “İktidar olağan yollarla bulamadığı dış kaynağı/ dövizi varlık barışıyla bulmaya çalışırken kaynağı belirsiz, kara para dahil her türlü gelirin gelmesinin önünü açarken, para aklamanın da önünü açmış oluyor.”  Üretimi artırmak için politikalar geliştirmek yerine kaynağı belirsiz ve istihdam yaratmayan dış kaynağa bel bağlamış, geleceği değil bugünü ve önümüzdeki seçimleri kurtarmayı amaçlayan iktidar planlamadan uzak bir siyasetle halka yoksulluğu ve açlığı dayatıyor. Aynı yazımızda; “Yaşamın her alanında görünecek olan bu saldırıları tek başına hiçbir partinin, stk’nın, meslek örgütünün, çevrenin karşılayabilmesi olanaklı değildir. Halka porsiyonları küçültme, alış veriş listesi yapma önerisi yapanlar, muhalefetin ‘açlar var’ çıkışına ‘onları da siz doyurun’, son olarak da ‘söke söke alırlar’ vb. söylemler rast gele söylenmiş değildir.” vurgusunu da yapmıştık.

20.12.2021 tarihli değerlendirmemizde yaptığımız çağrımızı yinelemek istiyoruz. “Sömürüye dayalı bu sistemin restorasyonunu öneren muhalefet karşısında da sosyalistler, devrimciler, emekten yana olan güçler olarak ortak bir mukavemet hattını inşa etmemiz, kendi seçeneğimizi yaratmamız önünde kendimizden başka engel bulunmamaktadır.”

SAVAŞIN KAYBEDENLERİ

Ukrayna Rusya savaşıyla birlikte ABD ve Avrupa ülkelerinin Rusya’ya yönelik yaptırımları uluslararası sermaye için yeni rant alanları yaratmaya başlıyor. Başta enerji ve gıda fiyatlarındaki hızlı yükselişle birlikte tüm dünyada emekçiler hızla yoksullaşırken sermaye savaşı fırsata çevirmeye başlıyor. Bazı Avrupa ülkelerinde fosil enerji kaynaklarının terkedilmesi ve nükleer santrallerin kapatılması ertelenirken silah üreticileri ellerini ovuşturuyor.

Savaş her ne kadar Ukrayna topraklarında yaşanıyor olsa da uygulanan ambargo, Ukrayna ve Rusya’nın en büyük tahıl üreticileri olması gibi nedenler tüm dünyada enflasyonun artması ve ücretlilerin, dar gelirlilerin daha da yoksullaşacağı görülüyor. Görünürde savaşla hiç ilgisi olmayan ülkeler ve halklar da savaştan doğrudan etkilenmekte ve savaşın kaybedenleri olmaktadırlar.

Rusya’nın Ukrayna’yı yıldırmak ve koşullarını kabule zorlamak için kuşatma ve füze saldırıları yoluyla savaşı zamana yayacağı iddiaları doğru çıkarsa Ukrayna’dan çok daha büyük kitlelerin mülteci duruma düşeceği, yukarıda değindiğimiz dünya genelindeki enerji ve gıda fiyatlarındaki yükselişin artacağı açıktır. Dolayısıyla savaşın kaybedenleri Ukrayna ve Rusya halkları başta olmak üzere tüm dünya halklarıdır. Bu nedenle ülkelerdeki savaş karşıtı hareketlerin dünya genelinde bir barış koalisyonuna dönüştürülmesinin yollarını düşünmek zorundayız. Tüm dünyada savaşın gerekçe yapılarak otoriter eğilimlerin arttığı ve artacağı da dikkate alındığında barışı savunmak demokratik değerleri de savunmak anlamına gelmektedir.

Bir Cevap Yazın

[td_block_10 custom_title="YAZARIN DİĞER YAZILARI" autors_id="29" limit="6" block_template_id="td_block_template_6"]

Haftalık Siyasal Durum Değerlendirmesi

4,216BeğenenlerBeğen
944TakipçilerTakip Et
6,269TakipçilerTakip Et