Perşembe, Nisan 25, 2024
spot_img

Her Alanda Zorbalık

Altılı Masa ve bileşenleri iktidar karşısındaki tek seçeneğinin kendileri olduğu algısıyla bir tahakküm ilişkisi kurmaya çalışıyorlar. ..Diğer taraftan HDP'nin Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kendi adayı ile katılacağını açıklaması, özellikle, 2.turda siyasal pazarlık gücünü de arttırmaya yönelik bir hamle olarak görülmelidir.

Saray/AKP/MHP iktidarı ideolojik, siyasi, ekonomik, kültürel olarak hegemonya kurabilmek için devlet kurumları dahil her aracı, her yolu kullanarak iktidarını sürdürmek, sermayenin çıkarlarını korumak konusundaki pervasızlığını her geçen gün artırarak sürdürüyor. Geçtiğimiz hafta açıklanan memur ve emekli maaş artış oranlarından, HDP’nin hesaplarına bloke konulmasına, eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş’in öldürülmesinden, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması kararının Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından onanmasına, mafya ve tarikat- cemaatlerle verilen fotoğraflardan, özgürlüklerin kullanılmasına kadar çok sayıda alanda yapılanların bir tek adı olabilir, zorbalık. Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminin de ‘Allah’ın bir lütfu’ olarak kullanışlı bir araca dönüştürülmesiyle birlikte muhaliflerin kamudan tasfiyesiyle başlayan süreç tüm demokratik alan ve yolların ortadan kaldırılmasıyla işletilerek bugüne gelindi.

Geçtiğimiz hafta memur ve emeklilerin maaş artış oranlarının bir müjde olarak, alkışlarla şova dönüştürülerek açıklanması iktidar ve bileşenlerinin halka nasıl baktıklarının bir yanşamasıydı. Önce %25 olarak açıklanan artış oranı sosyal medyada yükselen tepkilerin de etkisiyle Tayyip Erdoğan tarafından %30’a yükseltildi. Daha önceki değerlendirmelerimizde değindiğimiz Tayyip Erdoğan’ın imajına hizmet eden benzer bir durumu asgari ücretin açıklanması sırasında da görmüştük. Kamuoyuna eli sıkı bir Çalışma Bakanı, Hazine ve Maliye Bakanı görüntüsünün ardından artışı yeterli görmeyip inisiyatif kullanan bir lider görüntüsü uzun yıllardır özellikle hazırlanıyor. Son memur ve emekli maaş artışında büyük tepki gören Memur Sen de bu orta oyununa dahil olarak, artışın biraz daha artırılmasını arz etti, Saray isteği yerine getirdi. Memur Sen’le birlikte Saray ve bileşenleri de bunun propagandasıyla günü kurtarmaya yöneldiler. Üstelik bunu da bir yıldır baskı altında tutulan ve yükselmesine izin verilmeyen dolar kuru karşılaştırmalarıyla süslemeyi ihmal etmediler.

Fakat alım gücü açısından ücretliler de, emekliler de yapılan ücret artışının geçmiş yılların çok gerisinde olduğunu altından ekmeğe, etten meyve-sebzeye kadar verdikleri örneklerle dile getirdikleri, bir de seçimin etkisiyle asgari ücretten sonra memur ve emekli maaşları için de temmuz ayı öncesinde bir güncelleme yapılabileceği şimdiden konuşulmaya başlandı. Başta sendikal hareket olmak üzere emek mücadelesi veren tüm güçlerin rakamlar, oranlar yerine tüketim maddeleri ve hizmetler üzerinden karşılaştırmalar yaparak ve kişi başı yıllık gelirin bölüşümünü öne çıkarması gerekmektedir. Yoksa iktidarın yüzdelik oranlar, dövizle karşılaştırmalı ücret artışları propagandaları yoluna girilir ve bu da iktidarın ve sermayenin istediği şeydir.

Kuşkusuz geçtiğimiz naftanın en önemli olaylarından biri Ülkü Ocakları eski Başkanı Sinan Ateş’in öldürülmesiydi. Cinayete adı karışan tetikçiler, tetikçileri çakarlı araçla Ankara’ya getiren polisler, MHP ile ilişkileri, arananlarından birinin MHP milletvekilinin evinde yakalanması, cinayetle ilgili arananlardan birinin Hasan Ferit Gedik cinayetinden ceza alan ve dört yıldır aranan bir firari olması gibi özellikleriyle Saray/AKP/MHP iktidarının Susurluk’u denilebilecek bir olaydır yaşanan.

Sinan Ateş MHP’nin içinde muhalif olduğu ve Ülkü Ocakları Başkanlığı görevinden alındığı, cinayet zanlılarının ilişkide bulunduğu siyasiler, öncesinde yapıldığı söylenen görüşmeler, cinayet sonrası MHP’nin takındığı tutum gibi çok sayıda unsur birlikte düşünüldüğünde bu cinayetin siyasi bir cinayet olması kadar bir gözdağı içerdiği de açıktır. 18.01.2021 tarihli ‘Her Şey İktidar İçin’ başlıklı yazımızın alt başlıklarından biri ‘Sansür Olmazsa Kurşun’du. O yazımızda; “Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı’nın ve muhalif iki sağcı gazetecinin saldırıya uğramaları Saray/AKP/MHP bloğunun şiddeti artıracağının işaretlerini veriyor.* Bu baskıcı söylem ve şiddet gösterileriyle aynı zaman dilimlerinde Tayyip Erdoğan’ın çok sayıda küçük parti başkanı veya ileri gelenleriyle görüşmesi bir erken seçim hazırlığı gibi görünse de, öncelikle Millet İttifakı’nı dağıtma (başarabilirlerse ‘Milli Muhalefet’ yaratma) isteği…” yazmıştık. Bugüne kadar gelinen süreçte CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na, HDP milletvekillerine yönelik fiziki saldırıları da aynı kapsamda değerlendirmek gerekiyor.

HDP’ye yönelik kapata davası sürerken savcılığın talebiyle Anayasa Mahkemesi’nin HDP’nin hesaplarına bloke konulması kararı siyasete yargı aracılığıyla bir müdahale olmakla birlikte iktidarın önümüzdeki seçimleri kendisi açısından varlık yokluk seçimine dönüştürdüğünün somut göstergelerinden biridir. Yukarıda atıf yaptığımız yazımızda bu duruma da değinerek; “HDP’yi kapatma davasında ısrar eden MHP ile milletvekillerinin vekilliğini düşürmeyi, seçim yardımını kesmeyi öneren AKP bu konuda anlaşamıyor gibi görünseler de iktidarda kalmak gibi vazgeçemeyecekleri bir ortak noktaları olduğu unutulmamalıdır. Bu açıdan HDP ve Kürt muhalefetini, bileşenlerini siyaset yapamaz duruma getirmek için her yolu deneyeceklerdir.” yazmıştık.

Saray/AKP/MHP iktidarının mevcut koşullarda ve olağan yollarla önümüzdeki seçimleri kazanması mümkün görünmüyor. Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Gezi Davası’nda hukuksuz biçimde verilen tutuklama ve mahkumiyet kararları, HDP’ye yönelik kapatma davası, çoğunluğu HDP’li olan muhalif milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması için fezlekeler düzenlenmesi,  muhalif medyaya yönelik baskı ve para cezaları, emekçi eylemlerine karşı tahammülsüzlük, konser ve festival yasakları, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneği’ne açılan kapatma davası, TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın tutuklanması, türbanın Anayasa’da düzenlenme isteğiyle birlikte aile kavramıyla birlikte LGBT+ bireylerin Aanayasa’ya ‘öteki’ olarak sokulma isteği, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanına yönelik geliştirilen yargı süreci gibi onlarca gelişme seçimlere fiili bir olağanüstü halle gideceğimizi gösteriyor. Bu saydıklarımız bile Saray/AKP/MHP iktidarının nasıl bir rejim inşa etmeye çalıştığını göstermektedir.

Muhalefetin seçimi öne çıkaran, insanları sokaktan uzak tutan yaklaşımı iktidarın her alanda istediği gibi hareket etmesinin önünü açarken, demokrasinin seçimden seçime oy verme işlemi olduğuna yönelik algısını da güçlendirmeye hizmet ediyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik yargı operasyonu ve belediyede yürütülen diğer soruşturmalar kayyum atanma tartışmalarını açtığında muhalefetin sokağa çıkmayı ima etmesi yeterli değildir. Milyonlarca insanın açlık, yoksulluk içinde yaşadığı, en temel haklarından yoksun bırakıldığı bir ortamda sokak muhalefetini engellemek, demokratik bir araç olarak görmemek iktidarın eline koz vermek değil, iktidara alan açmaktır.

Altılı Masa ve bileşenleri iktidar karşısındaki tek seçeneğinin kendileri olduğu algısıyla bir tahakküm ilişkisi kurmaya çalışıyorlar. İktidarın özellikle HDP üzerinden geliştirmeye çalıştığı siyasi, ideolojik, psikolojik baskıya teslim olan Altılı Masa bileşenlerinin HDP ve Kürt siyasetçilere yönelik baskı ve şiddete sesiz kalmaları, İYİ Parti’nin açıkça iktidar gibi davrandığı ve kendi Cumhurbaşkanı adayını dayatmaya çalıştığı koşullarda HDP kendi adayını çıkaracağını açıkladı. Başta muhalefet içindeki ulusalcılar ve muhalefeti kendilerinden ibaret sayanlar olmak üzere gösterilen olumsuz tepkilerin bir karşılığı olup olmayacağını önümüzdeki ünlerde göreceğiz. Ancak bugüne kadar HDP’ye yönelik saldırılarda sessiz kalanların, Meclisteki oylamalarda HDP’li vekillerin vekilliklerinin düşürülmesi yönünde parmak kaldıranların, HDP’nin oy vereceği bir ortak aday çağrısına yanıt vermeyenlerin HDP’nin kendi adayını çıkarmasına tepki göstermeleri anlaşılır bir durumdur. Çünkü Altılı Masa’nın muhalefeti yedekleme ve hegemonya kurma politikası HDP’nin kendi adayını çıkarma kararıyla kırılmış oldu. Diğer taraftan HDP’nin Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kendi adayı ile katılacağını açıklaması, özellikle, 2.turda siyasal pazarlık gücünü de arttırmaya yönelik bir hamle olarak görülmelidir.

Bu koşullarda devrimcilerin, sosyalistlerin, hak ve yaşam savunucularının ortak sorunlarda ortak davranma ve bunun sürekliliğini sağlayabilecek yöntem ve araçlara gereksinimi daha da önem kazanıyor. Ağırlıklı olarak geçim sıkıntısı temelli olmakla birlikte ortaya çıkan muhalif ve çoğu örgütsüz emek eylemleri bulundukları alanlara hapsolarak kısmi ve kısa süreli kazanımlarla sönümleniyor. Haksız tutuklama, muhaliflere yönelik baskı ve şiddet ile çevre ve mücadelelerinde de benzer bir sıkışmışlık durumu ve anlık tepkilerin ötesine geçilemiyor. Saray/AKP/MHP iktidarı ve bileşenleriyle Altılı Masa ve bileşenlerine karşı da seçim sonrasını kapsayan devrimci ve sosyalist bir mukavemet hattı her geçen gün daha da önem kazanıyor. İktidarın özellikle ekonomiyi ve devlet örgütlenmesini getirdiği noktanın aşılabilmesinin tek yolu tüm devrimci, sosyalist güçlerin, yaşam ve hak savunucularının birlikte mücadelesini zorunlu kılıyor.

SEÇİMLER VE DIŞ POLİTİKA

İktidar uzun zamandır dış siyaseti de iç siyasi malzeme olarak kullanıyor ve medya gücüyle başarı olarak da gösterebiliyor. BAE, Suudi Arabistan, İsrail ve Mısır’dan sonra Suriye ile başlayan üst düzey görüşmeler iktidarın başarılı dış siyaseti olarak sunuluyor. Birkaç yıl öncesine kadar ‘katil’, ‘darbeci’ dedikleri ülkelerle ilişkileri yeniden kurmakla kalmadı üstüne para da aldı. Şu anda döviz kurlarının kıpırdamaması bu ülkelerden alınan swap, borç ve yatırım paralarıyla sağlandı.

Suriye ile başlayan görüşmelerde iktidarın öncelikle seçimleri dikkate aldığı açıkça görülüyor. Özellikle Suriyeli sığınmacıların/mültecilerin geri dönüşü, Suriye’de Kürtlere yönelik ortak operasyon teklifi ve Suriye’deki İslamcı militanların yönetime ortak edilme çabasının seçimlerden bağımsız düşünülemeyeceği açıktır. Şartlar olgunlaştığında Tayyip Erdoğan ile Beşar Esad’ın da görüşeceğinin açıklandığı bu süreçte iktidarın beklentileri ve amaçları karşısında Suriye yönetiminin talep ve beklentileri gündeme gelmiyor. Esad TSK’nın Suriye topraklarından çekilmesini, İslamcı militanlara verdiği desteği geri çekmesini ön koşul olarak açıkladı. Suriye yönetiminin Türkiye’nin bu hamlesinin yapılacak seçimlerle ilgili olduğunu görüldüğü de açıklandı.

Fakat asıl sorun daha önceki yazılarımızda da vurguladığımız gibi Suriye’de Türkiye’nin desteklediği İslamcı militanların Esad’la yapılan görüşmeler karşısında gösterdikleri tepki gelecek günler için Türkiye için de sorun olacak gibi görünüyor. Yapılan görüşmelere ‘devrime ihanet’ olarak açıklayan grupların varlığı, yapılan gösterilerde Esad’la barışa karşı çıkıldığı açıkça ifade edilirken, Türkiye desteğin süreceğini açıklayarak durumu kurtarmaya çalışıyor izlenimi veriyor.

Bu konuda en belirleyici unsurların ABD ve Rusya’nın tutumları olduğu açıktır. Nitekim Rusya yaptığı müdahale ile Türkiye ve Suriye’yi buluştururken ABD ise Türkiye dahil hiçbir ülkenin Suriye ile normal ilişkiler kurmasını onaylamadıklarını ve süreci izlediklerini açıkladı. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı sonrası uygulanan ambargolar, ABD’nin Çin’i tehlike olarak gördüğünü açıklayarak geliştirdiği politikalar sonrası Batı karşısında yeni bir kutup oluşumu tartışmaları içinde Türkiye’nin NATO’ya rağmen hem Rusya, hem Çin ile geliştirdiği ilişkiler, bu ilişkileri sürdürürken Batı ve NATO’yla ilişkilerinde kurduğu dengeler şu ana kadar iktidara alan açtı.

Suriye özelinde iktidarın Kürtlere yönelik operasyonlara ABD ve Rusya tarafından onay verilmemesi, Rusya’nın iktidar üzerindeki etkisi sonucu başlayan görüşmelerde Suriye’ye Kürtlere karşı ortak operasyon teklifi ABD tarafından bir süre daha engellense de asıl engelin Türkiye’nin Suriye’deki İslamcı militanlara verdiği askeri ve siyasi destek olacağı açıktır. Buna karşılık Kürtlerin Esad ile görüşmelerinden nasıl bir sonuç çıkacağı çok daha önem kazanıyor. Orta ve uzun vadede Rusya’nın da ABD’nin de bir tercihe zorlanmaları durumunda Kürtlere  Türkiye’yi tercih edecekleri açıktır. Bu nedenle Türkiye’de ve Ortadoğu coğrafyasında ezilen, baskı ve şiddet gören halkların birlikte yaşama ve barış mücadeleleri çok daha önem kazanıyor. Halkların siyasi iktidarların, ulusal ve uluslararası sermayenin sömürüsü için kullanılmasına karşı verilecek bir mücadele önemlidir ve gereklidir.

İran’da Molla Rejimi süren gösterileri bastırmak ve iktidarını korumak için sokakta uyguladığı şiddetin yanında idamlara da hız vermiş görünüyor. Üç aydır sürmekte olan ve gün geçtikçe kitleselleşen, kepenk kapatma ve grevlerle büyüyen eylemler karşısında rejim kadınların kılık kıyafeti ve toplumun özgürlük taleplerini varlık- yokluk olarak görmekte ve olumlu düzenleme yapmayı yenilgi olarak görmektedir. Uluslararası kamuoyunun yeterli desteğini görmeyen İran muhalefeti her yerde, her alanda varlığını sürdürmeye çalışıyor. Mevcut uluslararası dengelere göre pozisyon alan ülkelere ve iktidarlara karşı hak ve özgürlükleri için mücadele eden İran halkının bu mücadelesiyle mümkün olan her alanda dayanışma içerisinde olmak, dayanışma yolları geliştirmek ezilenlerden yana olan herkesin sorumluluğudur.

Bir Cevap Yazın

[td_block_10 custom_title="YAZARIN DİĞER YAZILARI" autors_id="29" limit="6" block_template_id="td_block_template_6"]

Haftalık Siyasal Durum Değerlendirmesi

4,216BeğenenlerBeğen
944TakipçilerTakip Et
6,269TakipçilerTakip Et