Cuma, Nisan 19, 2024
spot_img

Hesaplaşma

İktidarın, sözcülerinin ve yandaşlarının doğrudan veya dolaylı olarak ‘yüz yıllık hesaplaşma’ diyerek kurmaya çalıştıkları rejimin sermaye yanlısı olduğunu da öne çıkararak hesaplaşmanın yönetenle yönetilen, ezenle ezilen, sömürenle sömürülen arasında olduğunu görünür kılmak sosyalistlere, devrimcilere, demokratlara düşmektedir.

AKP’li Kocaeli Belediye Başkanı 2023 seçimleri için “yüz yıllık bir hesaplaşma olacak” diyerek Saray/AKP/MHP iktidarının Cumhuriyet’le ve kurduğu düzenle hesaplaşılacağını belirtmiş oldu. Daha önce de iktidar içinden buna benzer çıkışlar olmuş ancak, iktidar seçmen desteğini yitirmeye başladığını gördükten sonra bu hesaplaşmanın açıktan ifade edilmemesi yoluna gidilmişti.

Devrimciler, sosyalistler olarak Cumhuriyetle birlikte kurulan düzenin özgürlükler, demokrasi, halklar açısından yetersizliğini bilmekle birlikte iktidarın özellikle Suriye ve Ortadoğu politikalarında sıkışmasıyla söylemlerinde öne çıkarmamaya dikkat ettiği Yeni Osmanlıcılık hayalinin sürdüğünü görmemiz gerekiyor. İktidarın ‘yüz yıllık hesaplaşma’ dediği ve özelikle 2010 yılından bu yana uygulaya geldiği tüm politika ve yasal düzenlemelerin gerçekte bu hesaplaşmaya dönük olduğu açıktır. Elbette bunları yaparken dini ve milli değerler vurgusuyla toplumun hassasiyetlerini kaşıyacak söylem ve eylemlere ağırlık vererek muhalefet üzerinde de baskı oluşturuyor. Daha doğrusu muhalefet oy kaybetme korkusuyla başta laiklik olmak üzere toplumu bir arada tutacak, herkesin düşünce ve ifade özgürlüğüne sahip olacağı bir düzenin gerekliliğini bile savunmaktan ürküyor. ‘Dindarların hassasiyetlerine saygı’, ‘endişeli muhafazakarların endişelerini giderme’ adına içine düşülen sessizlik artık laik, demokrat, özgürlüklerden yana olanların dışlanması, sesinin kesilmesi gibi bir sonuç doğuruyor.

Son günlerde Gülşen, Sezen Aksu, Sedef Kabaş, Oya Ersoy üzerinden geliştirilen dini ve milli değerler vurgusunun ve dışlamaya dönük söylemlerin yalnızca iktidar tarafından değil muhalefet partileri içinden de karşılık buluyor olması önemlidir. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasında gördüğümüz bir tür ortaklık görüntüsü ve laiklik karşıtlığı iktidarla birlikte muhalefet içinden de karşılık buldukça yaratılan rejimin kültürel olarak yerleşmesi, sahiplenilmesi gibi bir sonuç doğuruyor.

Son olarak Öğretmenlik Meslek Kanunu görüşmeleri sırasında Oya Ersoy’un Meclis kürsüsünden haklı ve yerinde yaptığı konuşmada geçen ‘gericilik’ sözcüğüne gösterilen (ve gösterilmeyen) tepkiler bir yanıyla da muhalefet içinde yer alan odakların iktidarla, iktidarın ideolojik, politik çizgisiyle benzerliğini de göstermiş oldu. Bu durum bir yanıyla da iktidarın topluma yukarıdan aşağıya dayattığı toplumsal, kültürel alan içinde siyaset yapma konforuna veya oy kaygısına teslim olma anlamı taşıyor. Laiklik ilkesine sahip çıkılamadığı gibi siyasal bir kavram olan gericilik sözcüğü üzerinden yürütülen iktidar/ rejim propagandasına teslim olunması da gelecek açısından önemli bir gösterge niteliği taşıyor.

Saray/AKP/MHP iktidarının bu tür söylemlerinin gündem değiştirme olmadığını, zamanı ve koşulları kollanarak yaşama geçirilmeye çalışılan baskıcı, gerici bir rejimin kurulması yönünde toplumu alıştırmaya dönük adımlar olduğunu unutmamamız gerekiyor. 11.01.2021 tarihli ‘Kendimizi Bulmak, Kendimizi Görmek’ yazımızda belirttiğimiz; “Bundan sonraki günlerde Saray/AKP/MHP bloğu muhalefeti topyekûn terörle, darbecilikle ve türban düşmanlığıyla suçlayarak muhafazakâr seçmeni korkuyla tutmaya çalışacaktır.” tespitimizi anımsatmak istiyoruz.

HESAPLAŞMA İŞYERLERİNDE, SOKAKTA

TÜİK tüm zorlama hesaplamalarına rağmen enflasyonu %48 olarak açıklarken bağımsız araştırma kurumu ENAG ise yıllık enflasyonu %114 olduğunu açıkladı. Özellikle 2021 yılından devreden ve tümüyle fiyatlara yansımayan ÜFE ve yılın ilk günü elektrik ve doğalgaza yapılan zamlar sonrası enflasyonun yükseleceği, bu yükselişin önümüzdeki süreceği biliniyordu. Bu nedenle iktidar TÜİK’in enflasyon hesabı için kullandığı ürün ve hizmetlerin ağırlıklarını değiştirerek kağıt üzerinde enflasyonu düşürmeye yönelik ilk adımını attı. Bundan böyle elektrik, doğalgaz, alkollü içecekler, tütün, telefon, haberleşme gibi toplumun yoğun kullandığı kalemlerin sepetteki oranı düşürülürken ulaşım, otel, lokanta, giyim, ayakkabı gibi kalemlerin payı ise yükseltilecek. Önümüzdeki günlerde pazarda, markette emekçilerin, köylülerin enflasyonu yükselirken TÜİK’in enflasyonu düşecek. Bununla da kalmayacak, TÜİK’in açıkladığı enflasyona göre ücretleri artan memurların, işçilerin, emeklilerin ücretleri reel olarak daha da düşürülmüş olacak.

Asgari ücrete yapılan %50 zam daha ele geçmeden ilk ayda erimiş durumdadır. 01 Ocak’tan önce imzalanan ve çoğu imza tarihindeki ekonomik gerçeklikten uzak sözleşmelerle alınan zamlar ise elektrik ve doğalgaza yapılan zamları karşılamaktan uzaktır. Bu nedenle yeni faturalar abonelere ulaştıkça ülkenin batısından doğusuna birçok kentte kendiliğinden gelişen protestolar gerçekleşmektedir. Yüksek elektrik ve doğalgaz faturaları nedeniyle küçük esnafın da ses çıkarmaya başlaması, bazı eğlence yerlerinde gece bir saat ışıkların kapatılması, bazı işyerlerinde faturaların camlara asılması gibi eylemler önümüzdeki günlerde muhalefetin yoksulluk eksenli gelişeceğini göstermektedir.

Benzer fakat daha etkili durum ise düşük ücretle çalışan işçilerin gerçekleştirdiği iş bırakma, iş yavaşlatma eylemleridir. Son bir hafta içinde yüze yakın işyerinde yapılan maaş artışlarını yeterli bulmayan binlerce işçi iş bıraktı. Trendyol’da ve Elpin Çorap’ta işçilerin kazanımıyla sonuçlanan ücret talepli eylemlerin ardından kurye ve tekstil sektörlerinde yoğunlaşan bu eylemlerin daha da artması beklenmelidir. Sanayi kentlerinde birbiri ardına yapılan eylemlerde işçiler ücret artışıyla birlikte fazla mesai, yemek, ulaşım gibi çeşitli konularda da taleplerde bulunmaktadır. Bu eylemlerin en dikkat çekici yanı ise büyük çoğunluğunun sendikasız veya yetkili sendika üyesi olmamalarıdır. Bir başka önemli yanı da var olan bürokratik, ücret sendikacılığının tartışılmasını sağlamış olmasıdır.

Yüzden fazla işyerinde gerçekleşen ve artacağı görünen bu eylemlerin üretim bölüşüm ilişkileri ve partilerin bu noktadaki politikalarının sorgulanması için de önemli bir zemin oluşturuyor. Anımsanacağı gibi asgari ücret tartışmalarında muhalefet partileri (hatta DİSK) 4500-6200 TL aralığında ücret talip etmişlerdi. Oysa işçilerin talepleri bu rakamların üzerindedir. Dolayısıyla emek sermaye çelişkisinin öne çıkarılması için olduğu kadar, iktidarın ve sistem içi muhalefetin rıza üretmeye, yoksulluğu kabul ettirmeye dönük politikaları karşısında üretim bölüşüm ilişkilerinin sorgulanmasını sağlayacak, muhalefeti buradan kuracak yaklaşımların öne çıkarılmasının karşılık bulacağı unutulmamalıdır. Siyasal örgütlenmeler dahil sendikal örgütlenmenin de ortaya çıkan bu duruma uygun bir dönüşüm ve değişimi tartışması gerekmektedir.

Etiket fiyatlarına yansımayan üretici fiyatlarının yansımasıyla birlikte alım gücü düşen halkın tepkisini dışa vuracağı kesindir. Fakat bu tepki örgütlenemez ve emekten yana bir muhalefet hattında mukavemet etmesi sağlanamazsa kendi içinde sönümlenmesi kadar kendi dışında ve kendinden olmayan daha zayıf toplum kesimlerine yönelme tehlikesini de içeriyor. İktidarın bu ikisini de körükleyebileceğini biliyoruz. 03.05.2021 tarihli ‘Paranın Padişahlığı Yobazın Karanlığı’ başlıklı değerlendirmemizde bu duruma işaret etmiş ve; “ Kitleselliği olmayan, fakat ideolojik olarak belirleyici olan dincilerin istekleri doğrultusunda atılan adımlar, Kürtlere ve siyasi temsilcilerine yönelik şiddet ve hukuksuzluk, kendilerine yakın sermaye gruplarına daha fazla kaynak aktarma girişimleri güç zehirlenmesi olduğu kadar güç yitirdiğini de görmesinin bir sonucudur. Artık meşruluk, yasallık, ahlak vb. gibi dayanaklar aramak yerine, kendisini bugün ve yarın ne pahasına olursa olsun ayakta tutacak dayanaklar arama/ yaratma çabasıdır gördüklerimiz.” yazmıştık.

Yapılan zamlar kadar kar yağışı sonrası bazı kentlerde, özellikle Isparta’da meydana gelen elektrik kesintisi ve sonuçları Saray/AKP/MHP iktidarının yirmi yıllık iktidarının tüm cilasını kazımıştır. Isparta’da iki gün (bazı ilçelerinde 3 gün) süren elektrik kesintisi ve buna bağlı su kesintisi, konutların ısıtılamaması gibi sorunlar plansız yönetim anlayışını olduğu kadar özelleştirmelerin sonuçlarını da göstermektedir.

Isparta’da elektrik dağıtımını yapan özel şirketin düzenli bakımları yapmaması, önceden bilinmesine rağmen gerekli önlemleri almaması,  gibi durumlar belediyenin olduğu kadar iktidarın da sorumluluğundadır. Kente tümüyle elektrik verilemezken abonelere elektrik faturası gönderilmesi de sermayenin aç gözlülüğünün ve utanmazlığının, halkın buna tepkisi ise dayanma güçleri kalmadığı zaman oy verdiği iktidara bile karşı çıkabileceğinin göstergesidir.

İktidarın ve yandaş şirketlerin sorumsuzluğunun bir örneğini de kar yağışı sonrası Kuzey Marmara Otoyolu’nun kapanmasıyla görmüştük. Ne Isparta’da ne de Marmara Otoyolu’nda işletmeci şirketlere yönelik bir yaptırım gündeme gelmediği gibi şirketler de sorumluluklarını kabul ettiklerine yönelik bir açıklama ve uygulama gerçekleştirmediler. Halk ne kadar sorun yaşarsa yaşasın, hizmetlerde ne kadar aksama olursa olsun iktidar ve sermaye sorumluluktan kaçmak için her yolu denemektedir.

İktidarın, sözcülerinin ve yandaşlarının doğrudan veya dolaylı olarak ‘yüz yıllık hesaplaşma’ diyerek kurmaya çalıştıkları rejimin sermaye yanlısı olduğunu da öne çıkararak hesaplaşmanın yönetenle yönetilen, ezenle ezilen, sömürenle sömürülen arasında olduğunu görünür kılmak sosyalistlere, devrimcilere, demokratlara düşmektedir. Çünkü günlerdir sokakları dolduran, kendilerini fabrikalara kapatan işçilerin eylemlerine karşı sistem içi muhalefetin duyarsızlığı ortadadır. İktidarın sokağa çıkanları hedef gösteren açıklamaları sonrası ‘sokağa çıkmama’ çağrısı yapan muhalefetin bu durumu da teşhir edilerek pahalılık, alım gücü düşen ücretler, zamlardan ve sorumsuzluktan kaynaklı mağduriyet yaşayan herkesi haklarına sahip çıkmaya çağırmak, muhalefeti sokağa taşımak gerekiyor. Böylece iktidarın yapıp ettikleriyle birlikte sistem içi muhalefetin restorasyonla düzeni koruma çabası da görünür kılınacaktır.

HUKUKSUZLUK

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Osman Kavala’nın serbest bırakılmaması nedeniyle Türkiye hakkında yaptırım kararı alması ve Kavala Davası dosyasını AİHM’ne göndermesi üzerine iktidar bu kararı iç işlerine ve hukuka müdahale olarak gördüğünü açıklayarak ulusal ve uluslararası yargı kararlarına yaklaşımını bir kez daha gösterdi. Bu konuda ‘Yoksula Haram Varsıla Helal’ başlıklı değerlendirmemizde; “Avrupa Konseyi’nin 30 Kasımdaki toplantısında Türkiye’nin AİHM kararlarını uygulamaması nedeniyle ihlal sürecini başlatacak olması gibi nedenlerle serbest bırakılacağı yorumları yapılsa da karşımızda her şeye rağmen iktidarını sürdürmek isteyen bir iktidar olduğunu unutmamalıyız.” yazmıştık.

İktidar içerde ve dışarda hukuksuz, teamüllere aykırı tüm eylem ve uygulamalarında sonuna kadar zorlamayı, hatta iç ve dış siya dengeleri de kullanarak bu hukuksuzluklarının kanıksanması gibi bir yolu tercih etmektedir. Şu ana kadar bu konuda başarılı olduğu da söylenebilir. Hatta devlet olarak kurucusu veya üyesi olduğumuz ve Anayasa’nın 90. Maddesi gereği kararlarını üst hukuk normu olarak kabul ettiğimiz Avrupa Konseyi, AİHM gibi kurumların kararlarını iç siyasette kullanarak düşmanlaştırmaktadır. Benzer bir uygulamayı Selahattin Demirtaş davasında da görüyor olmamız iktidarın iç siyasette muhaliflere yönelik tutumunun yansımasıdır. En başta değindiğimiz ‘dini ve milli değerler’ denilerek yaratılmaya çalışılan baskının ve toplumu bu doğrultuda kutuplaştırma isteğinin Kavala ve Demirtaş davalarıyla da bağlantılı olduğunu görmemiz gerekiyor.

Aynı hukuksuzluğu emek mücadelesi verenlere karşı da görüyoruz. Çok açık Anayasa ve yasa hükümlerine rağmen sendikal örgütlenme hakkının gasp edilmesi karşısında yaptırım uygulamayan, emekçilerin karşısına kolluk gücünü çıkaran, gözaltılar gerçekleştiren iktidar emekçiler ve sermaye karşısında yaptığı tercihe uygun olarak hukuksuzluğu norm haline getiriyor.

Kadın cinayetleri ve ayrımcılık konusunda gördüğümüz hukuksuzluk da iktidarın karakterini göstermektedir. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması, nafaka hakkının tartışmaya açılması, katillerin ve şiddet faillerinin gerekçeler yaratılarak serbest bırakılması, düşük cezalarla cezalandırılması iktidarın hukuksuzluğunun sonucudur. Dolayısıyla düşük ücret artışları, yüksek faturalar, kadına yönelik şiddet, çevre talanı, barınma hakkı gibi nedenlerle sokağa çıkan, tepki gösteren kitlelerin bir araya getirilmesiyle yaratılacak mukavemet hattı iktidarın hukuksuzluğuna karşı da bir yanıt olacaktır.

Bir Cevap Yazın

[td_block_10 custom_title="YAZARIN DİĞER YAZILARI" autors_id="29" limit="6" block_template_id="td_block_template_6"]

Haftalık Siyasal Durum Değerlendirmesi

4,216BeğenenlerBeğen
944TakipçilerTakip Et
6,269TakipçilerTakip Et