“Kaçı Yanımızda?”

“Bütün ülkelerin proleterleri, birleşin!”

Komünist Manifesto kaynaklı bu ünlü sosyalist slogan gerilerde mi kalacak?

Büyük holdingler, sendikaları bahane ederek, yüzlerce işçiyi bir sabah kapının önüne koyarken, sendika ile işi olmayan ve daha az maliyetli yeni köleler istihdam etmiyor mu, işçi sınıfı böylece yer değiştirmiş olmuyor mu?

Bir gün kontrolsüz göçle, sığınmacılara sağlanan istihdam ile ülkede sendikalaşıp birleşecek işçi sınıfı ve işçinin haklarını koruyabilecek sendika bulabilecek miyiz?

Çoğu, ülkelerinde yaratılmış savaş ortamından kaçarak, bir başka kölelik düzeninde çalışmaya razı olan sığınmacılar, bir gün içinde bulundukları şartlardan şikâyet edip, haklarının peşinde yeni bir kaotik ortama girmeye cesaret edebilecekler mi?

Yaratılmak istenen “Çok uluslu” toplumda, ülkenin işçi sınıfıyla beraber kol kola yürüyecekler mi? Ülkenin kaotik dönemlerinde, 70’lerdeki o büyük işçi yürüyüşleri bir gün yine gerçekleşecek mi? O dönemlerde, “Halk o zaman bizim yanımızdaydı, haklarımızı bu yüzden kazandık” diyen işçi sınıfı, bu sözlerindeki o halkı yarın yanlarında bulabilecek mi?
Bugün milyonlarca, çoğunluğu kayıt dışı istihdamla, ucuz iş gücünde çalıştırılan hatta sayıları artan çocuk işçilerden oluşan sığınmacılar için, “Kucak açmak ” adı altında, hedef ülkelerdeki kültürel ve sınıfsal yapı değiştirilmiyor mu ve bununla birlikte işçi sınıfının yapısı da değiştirilmiş olmuyor mu?

“İşçiler ayaklanırsa yer yerinden oynar” denildiği, dünyadaki en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülke neden Türkiye, bunu da sorgulamak gerekmez mi?

O gün termik santrallere, betonlaşmaya, peşi sıra açılan maden ocaklarına karşı gelecek bir halk bulabilecek miyiz? İnşaat ve temel atmalar kaidesinde kendini var eden bir politik sistemin içinde, temelinde İnşaat ve betonlaşma olan bu taş ocakları, maden ocakları, mermer ocakları olduğu sürece, halkı bunlarla mücadele ederken görebilmek mümkün olacak mı?

*

1961 Anayasasının ardından, gazeteci yazar Mete Akyol’un gözlemleri ve röportajlarına dayanan anlatımlarında, (*Kaynak: Bütün Dünya dergisi) Halkla aydınların birbirine uzak kaldığından, bahsetmektedir. Halkın, aydınlardan beklentisini, “Aydınlar biz cahillerin, biz okuyamamışların önünde gitmek, bize yol açmak ve bizi o yoldan refaha ulaştırmak durumundadırlar” diye bahseder; bugüne kadar her kaosta, köylüye ve işçiye haklarını, topraklarını, akarsularını, koruları, kentsel dönüşüm girdabındaki yaşam alanlarını koruması için yanlarında öncülük eden, nöbetleşe saf tutan aydınlar, sivil toplum kuruluşları görmekteydik, görmekteyiz; yurtdışında kendilerine yaşam kurmaya karar veren gençliğin durdurulamayan beyin göçü sonrasında, yakın gelecekte ülke halkının yanında öncülük edecek aydın kesim bulabilecek miyiz?

Elekle su taşıdığımız bu sistemde, var olan basiretsizliğin, cehaletin ve çaresizliğin üstesinden gelemeden, bir ülkenin kimyasını değiştiren, yeni ve daha zor bir yapıyı oluşturan toplum ile ihtiyacımız olan sistemi var edebilecek miyiz?

Sığınmacılardan, bilek gücüyle kazanmadan edindikleri toprakları, akarsuları koruyacak, entegre bir toplum oluşturabilecek miyiz peki?  Şimdiye kadar sığınmacılara uygulanan rehabilite, medenî bir toplum yaratmada yeterli olabilecek mi?

Birbirine karşı merhametli bildiğimiz toplumun yerini hangi toplum alacak?

Sığınmacı çalışanlar dâhil parçalanmış durumdaki çalışanlar, sınıf olarak kendilerini yeniden nasıl var edecekler? Ülkenin kimyasıyla oynamadan, sağlam bir rehabilitasyonla, var olan sığınmacıları acilen topluma entegre edebilecek ve göç politikalarını yeniden ele alacak bir yönetim anlayışı olmadıkça eski yılları çok arayacağız gibi geliyor.

Bir Cevap Yazın