Perşembe, Nisan 25, 2024
spot_img

Küresel Kapitalizmin Merkezleri ABD, Avrupa Ve Japonya’dan Uzaklaşıyor

Modern kapitalizm, 17. yüzyılda İngiltere’de başladı ve sonunda tüm dünyaya yayıldı. Özgün evrimi; merkezler ve çevre etrafında organize edilmiş küresel bir ekonomi oluşturdu. Ekonomik ve politik bir kolonizasyon süreci yaşandı. Özellikle Batı Avrupa, Kuzey Amerika ve Japonya’da kapitalizm biriken varlıklarını yoğunlaştırdı. Fabrikalar, ofisler, mağazalar, dağıtım merkezleri ve ulaşım ağları ile hızla büyüyen şehirler ortaya çıktı.  Destekleyici devlet kurumları, okullar, üniversiteler ve hastaneler de aynı şekilde özellikle 19. ve 20. yüzyılın büyük bir kısmında kentsel kapitalizmin merkezlerinin oluşumunda önemli rol oynadı.

Kapitalizmin yeni merkezleri ise özellikle son yarım yüzyılda, hızlı bir şekilde ortaya çıktı ve büyüdü. Çin, Hindistan ve Brezilya, istihdamın, gerçek ücretlerin, tüketimin, kârların ve yatırımların arttığı önde gelen örneklerdir. Boyutları ve küresel etkileri, onları kapitalizmin yeni merkezleri yapmakla kalmıyor, aynı zamanda kapitalizmin daha önceki merkezlerine “eski” sıfatını eklemeyi de gerektiriyor. Modern ekonomik gelişmenin açık gerçekliği şudur: Kapitalizm eski merkezlerini terk ediyor ve yeni mecralarına taşınıyor. Bu ayrılıkla ilgili şu cümleyi ödünç alabiliriz ve almalıyız: Bu her şeyi değiştirir.

ABD kapitalizmi, iki dünya Savaşının ardından, sömürge karşıtı hareketlerin ABD’nin egemenliğine itiraz edebilecek Avrupa imparatorluklarını yok etmesiyle 20. yüzyılda küresel egemenliğe ulaştı. Ne kadar etkileyici olursa olsun, ABD kapitalizminin egemenliği aslında pek uzun sürmedi. En küçük bir ironi olmaksızın söyleyebiliriz ki, daha fazla kar motivasyonu büyük kapitalistleri eski merkezlerini bırakmaya ikna etti. Yeni gelişen merkezlerdeki çok daha düşük ücretler ve hızla büyüyen kitlesel tüketici pazarları onları çekti. En büyük kapitalist şirketlerin çoğu yeni merkezlere taşındı (veya genişledi). Erken hareket eden şirketler karlarını arttırınca, rekabetçi baskılar diğer şirketlerin onları izleme kararı almasına neden oldu. Kapitalizmin merkezlerinin yer değişimi hala devam ediyor.

ABD’nin dünya ticaretindeki ve sermaye akışlarındaki ekonomik ayak izi, diğer ülkelerin yükselen ayak izlerinin sürekli olarak gerisine düşüyor. ABD dolarının küresel hakimiyeti, diğer para birimlerini kullanan artan işlem hacimleriyle karşı karşıya. Trump’ın; ticaret savaşları, artan gümrük vergileri, tek tek Çinli şirketlere ve yöneticilere yönelik zulümler yoluyla Çin’e yönelik toptan saldırıları, Çin’in ekonomik gelişimini durduramadı.Çin’in Hong Kong, Uygur azınlık, fikri mülkiyet vb. politikalarına yönelik düşmanca ithamlar da işe yaramadı. 2020 yılı boyunca Çin ekonomisi yüzde 2,3 büyürken, ABD ekonomisi yüzde 3,5 düştü. Çin’in Covid-19’la başa çıkma sicili, Amerika Birleşik Devletleri’ninkinden çok daha iyi durumda olduğunu gösterdi. Kısacası, ABD’nin Çin’e karşı göreli düşüşü durdurulamadı.

Kapitalist merkezlerin yeniden konumlandırılmasının sonuçları hayatımızın neredeyse her alanına dokunuyor. ABD yüksek öğrenimini etkileyen maliyetler ve borçlar, Çin yüksek öğreniminin muazzam genişlemesiyle keskin bir tezat oluşturuyor. Çin’in Covid-19’u kontrol altına alma konusunda gösterdiği başarı ileABD ve Birleşik Krallık’ın başarısızlığı da bir tezat oluşturuyor.Tabii ki, halk sağlığı açısından, Hindistan ve Brezilya, yeni kapitalizm merkezlerinin bile, hükümetleri öncelikli sosyal hedeflere (bir virüsü yenmek veya sürdürülebilir ekonomik büyümeyi en üst düzeye çıkarmak gibi) ulaşmak için hem özel hem de kamu kaynaklarını seferber etmede başarısız olduklarında ciddi zorluklar yaşayabileceğini gösteriyor.

Kapitalizmin eski ve yeni merkezleri aynı anahtar ismi – kapitalizmi – hak ediyor; çünkü her ikisi de işletmelerini / işyerlerini aynı ikili şekilde organize ediyorlar. Bir azınlık işveren iken çoğunluk çalışandır. Azınlık, ürünün ne olacağına, hangi teknolojinin kullanılacağına, üretimin nerede gerçekleşeceğine ve net gelirlerin nasıl dağıtılacağına (kime ve neye) karar verir. Kapitalizmin eski ve yeni merkezleri genellikle özel ve devlet teşebbüslerinin farklı karışımlarını sergilerken, her iki merkezdeki her iki tür işletmenin de kapitalizmi tanımlayan aynı işveren / işçi ikileminde örgütlenmesi dikkat çekicidir.

Düşen kapitalizmlerin sorunları, yükselen kapitalizmlerin sorunlarından farklı. Amerika Birleşik Devletleri’nde, Batı Avrupa’da ve hatta Japonya’da, birçok kapitalist şirket savunma stratejileri izliyor (başka bir yere taşınmak, birleşmek veya küçülmek). Maliyet tasarrufu sağlayan otomasyon, genellikle çıktı genişletmeden daha çekici bir kâr artırma stratejisi.

Buralarda yaşayanlar artık ciddi sıkıntılar çekiyor; kaçak işletmeler ve işsizlik, vergi gelirlerini düşürüyor. Kamu hizmetlerini mi azaltmalı? Yoksa kamu borçlarının artmasına izin mi vermeli? Gerçek ücretler durgunlaşıyor. İş aramak için yer değiştirenlerin, göçmenlerin hayatları alt üst oluyor. Otomasyonun artması ve kapitalizmin ücretlerin düşük olduğu ülkelere taşınmasıyla eşitsizlik artarken, en üst yüzde 5’lik kesimin (büyük hissedarlar, üst düzey yöneticiler) karı ise artıyor. Diğer yüzde 95, kapitalizm merkezlerinin yer değiştirmesinden ve diğer kâr güdümlü stratejilerden kaynaklanan maliyetler ve yüklerle karşı karşıya.

Öte yandan Çin, Hindistan ve Brezilya; eski merkezlerin 19. ve 20. yüzyılda kapitalizmi saran sorunlarına benzer, -hızla büyüyen kapitalizm- sorunlarına sahip. Direniş, sendikalar ve sosyalist hareketler, işçilerin şehirlere/endüstriyel işlere akın etmesi ve buna uygun olarak yeni düşünme/ varoluş yollarını benimsemesiyle ortaya çıkıyor. Kalabalık, çevre kirliliği, yetersiz barınma ve hijyen sıkıntıları yeni merkezlerin popüler sorunları. Acımasız rekabet, hızlı kar arayan uluslararası mobil sermaye korkunç çalışma koşulları yaratıyor. İş döngüsünün istikrarsızlığı, giderek artan gelir ve servet eşitsizliğine derinlemesine yerleşmiş eğilimler, sosyal eleştirilere neden oluyor. Bu sorunlara yönelik eleştiriler, genellikle kapitalizmin eski merkezlerinde büyüyen işçi, sosyalist ve komünist hareketlerden ödünç alınıp, kullanılıyor.

Kapitalizmin eski merkezlerden yeni merkezlere hareketi; çürüyen endüstriler ve şehirlerle bariz bir şekilde su üstüne çıkan uzun vadeli bir düşüşe işaret ediyor. Eski merkez ülkelerde siyaset; büyümeye öncelik vermekten, iç çatışmaları kapitalizmi yeniden üretecek şekilde değerlendirmekten ve dünya kapitalizmini merkez-çevre modeli etrafında yeniden örgütlemekten uzaklaşıyor. Bunun yerine; küresel statükoyu, onu aşındıran birçok güce karşı korumaya doğru kayıyor. Birçok politikacı için günlük siyaset; toplumsal bölünmelerin ve çürümenin arttığı bir ortamda günah keçisi arama oyununa dönüşmüş durumda.

Öte yandan kapitalizm, yeni merkezlerinde yeni kar alanları buluyor. Buralardaki büyüme, eski merkezlerdeki düşüşü telafi ediyor. Küresel yüzde 1 zenginleşiyor çünkü hem eski hem de yeni merkezlerde servetlerini arttırıyorlar. Kapitalist ülkelerin eski üretim ve iş merkezleri emekçiler için, ABD’deki Pas Kuşağı gibi yoksulluk merkezleri haline geliyor, buradaki sermaye yeni merkezlere aktarılıyor.

Büyük sosyal soru şu; kapitalizmin hem eski hem de yeni merkezlerindeki farklı sorunları kümülatif olarak sistemi zayıflatacak mı yoksa bunları aşıp insanlar için daha iyi bir hayat mı sağlayacak? Belki de eski ve yeni merkezler arasındaki artan çatışma; örneğin ABD ve Çin arasındaki mücadelede ifade edilen ekonomik çatışma eski yolu takip ederek askeri çatışmaya dönüşecek. Böyle olursa ortaya çıkan sosyal soranlar çözümsüz kalacak ve kapitalizm eleştirmenlerinin korkunç kehaneti gerçekleşecek: Kapitalizmi iç çelişkileri yıkacak.

Richard D. Wolff*

Çeviri: Gökhan Kaya

*Massachusetts Üniversitesi’nde fahri ekonomi profesörüdür. Wolff’un haftalık programı “Economic Update” 100’den fazla radyo istasyonu tarafından yayınlanıyor ve Free Speech TV aracılığıyla 55 milyon kişi tarafından izleniyor.

Kaynak: braveneweurope.com

 

Bir Cevap Yazın

SON YAZILAR