reşit olmak çocukluktan yetişkinliğe, yasal olarak kendi sorumluluğunu alacak yaşa gelmek olarak açıklanabilir kısaca… eşitlik de fiziksel, sınıfsal, ırksal, dinsel, cinsel, etnik vb. kimliklerin birbirine üstünlüğünü, önceliğini veya sonralığını reddetmek, yasalar ve toplumsal ilişkilerde bu kimliklerin ayrım sebebi olmaması olarak açıklanabilir… dolayısıyla reşit olmak ile eşit olmak arasında sıkı bir bağ olduğunu düşünüyorum… reşit olmanın bir yeterlilik içerdiğini, kendi sözünü söyleyebilme hakkının kabulü olduğunu da vurgulayayım. zaten dikkat ettiyseniz bu iki kavram birbirinden doğmuş gibi, veya birbirini tamamlar gibi duruyor…
yasal olarak 18 yaşını dolduran ve akıl sağlığı yerinde olan herkes reşit… yine yasal olarak herkes alt kimliklerine bakılmaksızın eşit… o zaman sorularımızı sorabiliriz; gerçekten reşit misiniz…? gerçekten eşit misiniz…? soruyu ve sorunu oy kullanmak, aday olmak olarak düşünürsek kuşkusuz yanıtımız evet olacaktır. fakat günlük yaşamımız ve ömrümüz oy kullanmak veya aday olmaktan ibaret değil; hatta zaman dilimi olarak düşündüğümüzde oy kullanmak ve aday olmak yani demokrasi oyunu oynamak ömrümüz içinde yer tutmayacak kadar kısa bir süreyi kapsıyor…
oysa cinsel kimliklerimiz, etnik- ırksal kimliklerimiz bir ömür boyu, siyasi düşüncelerimiz, inançlarımız, sosyal- kültürel ilişkilerimiz, mesleğimiz, yeteneklerimiz doğrultusunda yaptıklarımız uzun yıllar yaşamımızda etkili ve belirleyici oluyor… bu belirleyicilik yalnızca bizim kendi içimizde değil, dış dünyamızda da kendini gösteriyor… örneğin bir Kürt yurttaş olarak kendinize sorun ne kadar (r)eşitsiniz? bir kadın olarak, bir Alevi olarak, bir işçi olarak, bir LGBT+ birey olarak, bir KHK’lı olarak, hatta bir emekçi olarak, bir köylü olarak… ne kadar (r)eşitsiniz?
daha somut ifadelerle gidelim… yukarıda saydığım kimliklerden birine sahip olarak bir mitingde, bir protesto eyleminde, bir basın açıklamasında devlet birimlerinin, devlet adına yetki kullananların ve kendini devlet sanan güç sahiplerinin yaklaşımı, tepkisi neden şiddet ve zorbalık düzeyindedir? hiçbir cezai karşılığı olmadığını bile bile yalnızca o eylemi yaptırmamak için insanların gözaltına alınıp (Boğaziçi Üniversitesi’nde gördüğümüz gibi) bir- iki saat sonra salıverilmeleri reşit ve eşit olma açısından ne anlama geliyor…? (r)eşit misiniz…?
örneğin; devletin/ iktidar sahiplerinin (r)eşit saymadığı sosyal, siyasi, etnik, dinsel gruplara karşı saldırılar, hatta cinayetler karşısında saldırganlara/ katillere karşı alınan tutumla basit bir muhalif eylem içinde bulunanlara karşı alınan tutum karşılaştırıldığında ne görüyorsunuz? örneğin Hrant Dink’i, Deniz Poyraz’ı katledenlere karşı devletin/ iktidarın tutumu ile EnerjiSa’da işten atılan işçilere karşı tutumu arasındaki farkı nasıl açıklayacağız…? işine, ekmeğine sahip çıkan işçilere katil, katillere hak mücadelesi veren işçi gibi davranılması, gözaltına alınış biçimlerinde bile bu farkın gözümüze sokulması… bu seçicilik karşısında sormayalım mı; ne kadar (r)eşitiz…?
belki de soruyu; kimim ben, kimsin sen, kim o şeklinde çekimli olarak sormakta, ardından da iktidar ve devlet nedir, ne işe yarar sorularını eklemekte yarar var. çünkü geçen haftaki yazımda ‘ne kadar yurttaşsınız?’ diye sormuştum… yurttaşlık eşit ve reşit olma durumlarını da kapsayan bir üst kavramdır (aynı zamanda reşit olmayanları da kapsar)… bize vazedilen yasal durum üzerinden gidersek kendi yaşamınız üzerinde ne kadar söz ve karar sahibisiniz sorusuna da yanıt aramak zorundayız. özellikle de son yıllarda içinde bulunduğumuz koşulları da dikkate alırsak istediğiniz ve sevdiğiniz bir işte mi çalışıyorsunuz? istediğiniz ve kendinizi her açıdan var edebileceğiniz bir kentte/ yerde mi oturuyorsunuz? kendi ilgi alanlarınıza, yeteneklerinize uygun kültürel- sosyal- sportif faaliyetlerde bulunabiliyor, topluluklara katılabiliyor musunuz? gereksinimlerinizi kendiniz belirleyip karşılayabiliyor musunuz? bu soruları çoğaltmak mümkün… soruların yanıtlarının bir kısmı ekonomik nedenlerle, bir kısmı içinde bulunduğumuz sosyal- kültürel çevre nedeniyle, bir kısmı ailenin baskısı/ etkisi nedeniyle olumsuz oluyor… o zaman reşit olmak nasıl oluyor, eşit olmak nasıl oluyor?
yani geçinemiyoruz, barınamıyoruz diyerek hakkını isteyenlere, bu hakkı dile getirenlere ‘şükürsüzler’ iktidar üyeleri, şükretmeyi vazeden Diyanet İşleri Başkanı bizim üzerimizde dini baskı kurmaya çalışırken aynı anda reşit olmadığımızı, aynı zamanda eşit olmadığımızı da dile getirmiş olmuyorlar mı…? geçtiğimiz aylarda Cumhurbaşkanı ‘kapıcının bile arabası var’ dediğinde aslında reşit ve eşit olmadığımızı yüzümüze vurmuştu; şairin söylediği gibi, ‘işçisin sen işçi kal’ diyordu… kapıcının arabası cumhurbaşkanının diline düştüyse burada reşit ve eşit olmaktan söz edilebilir mi…?
bir kadının sütyen takıp takmadığının tartışma konusu olduğu, yargının karşısındaki sanığı ‘gördüğü’, 3-5 maaşlı çalışanların olduğu, ne isteyeceğimize, ne için ve ne zaman isteyeceğimize yönelik irademizin bile yok sayıldığı, iki kez beraat kararı verilen Gezi Direnişi davasında yeniden yargılama yoluyla 8 kişiye ceza verildiği, aynı günlerde mahkumiyet verilmiş İslamcı örgüt üyelerinin yeniden yargılama gerekçesiyle salıverilmesi vb. durumlar dikkate alındığında biz reşit miyiz, biz eşit miyiz…? o zaman savaşımı adalet, özgürlük, haklar için olduğu kadar eşitlik için de vermek zorundayız. söz ve karar sahipliğimizi kimseye devretmeden, yetkinin birbirine karşı eşit yurttaşların oluşturduğu kitlelerde/ halkta olduğunu unutturmadan savaşım vermek zorundayız…?
tükeniş (sokaklar)
sıcak evler düşler sokak çocukları
gördükçe insanlığımız ayağa düşer
yollarda kendine kaçanların yalancı hüznü
kaldırımlarda piyasacı ithal gülüşler
yüzünü unutmuş gözlerin şaşkınlığı aynalarda
soysuz bir ömrün hamalıyız
birer birer sokaklarını tüketiyor kentler
dilimizde öznesini çaldığımız sevgiler