Cuma, Mart 29, 2024
spot_img

“Tehlikeli İhtimal” Olarak Boğaziçi Direnişi

Boğaziçi Üniversitesi’nde bir ayı aşkın süredir yaşananlar ülkenin gündemine oturdu. Erdoğan tarafından atanan Kayyım Rektör Melih Bulu’ya karşı protestolar devam ederken, eylemler ülke genelinden de büyük destek aldı. Tam da bu sebeple iktidarın hedefi haline gelen Boğaziçili öğrenciler her hafta başka bir “bahane” ve hatta yalanla hedef haline getiriliyor. Boğaziçi’nde öğrenci olan Mahir Tamercan Ölmez yaşananlara ilişkin Mukavemet’in sorularını yanıtladı.

Boğaziçi’nde başlattığınız Cumhurbaşkanlığı atamasıyla gelen rektöre yönelik protesto ve talepler haftalardır ülke gündeminde. Her yerden mücadelenize destek geliyor, polis şiddetine, gözaltı ve tutuklamalara rağmen… Bu eylemi başlattığınızda olayların bu noktaya geleceğini düşündünüz mü? Ve Protestolarınızın Türkiye’de tek adam iktidarına yönelik yeni bir direniş yaratması noktasına gelmesine dair fikriniz nedir?

İlk soruya verilecek cevap benim için hayır olmalı sanırım. Bunun tahmin edilemezliği bir yana, açıkçası, toplumun mevcut durumunun içerdiği tansiyonun, tabii ki olabildiği kadar, kendini buradan göstereceğini de düşündüğümü söyleyemem. Fakat desteğin buraya gelmesi sadece burada olanın değil hatta büyük ölçüde halkın içindeki gerilimlerin bir yansıması bence. Burada aslında diğer soruya da bir yanıt vermiş oluyorum. Yani ülkenin genel ahvali, halk sağlığı bahsinde kadük kalmış bir kapatma politikası, artan eşitsizlikler ve bunların siyasal temsille buluşmakta yaşadığı zorluk, her haysiyetli duruşu, iktidarın gözünde birer tehlikeli ihtimale dönüştürüyor.

Aslında kayyum rektöre tepkilerinizin kısmen medyada görünürlüğü ilk günlere oranla azalmaya başladığı zamanda “Kabe örtüsü” ile iktidarın polis şiddetini artırarak okula yönlendirmesi, yüzlerce arkadaşınız ve size destek verenlerin gözaltına alınmasıyla gündemin yeniden merkezine oturdunuz. Malum, dini meseleler söz konusu olduğunda tabuları bol olan bir ülkede yaşıyoruz. İktidar da varlığını bu tabular üzerine inşa ediyor. Gezi’de bunu “başörtülü bacıya, deri eldivenli çıplak adamların saldırısı” olarak bir yalan üzerine inşa ettiler. Peki, sizce bu “Kâbe örtüsü” bahsinde olan ve iktidarın manipüle ettiği şey neydi?

Bu saldırılar, demin söylediğim “tehlikeli ihtimalin” ilk elden bastırılmaya çalışılmasının sonuçları olarak geldi. Barışçıl protesto hakkının dahi norm olmaktan çıktığı hatta kriminalize edildiği bir dönemden de geçiyoruz. İktidar kendi geçmişiyle uyumlu bir manipülasyonu sürdürmeyi seçiyor fakat bunun somut çıktısı bugün de görüldüğü gibi eskisi kadar verimli olmadı. Dolayısıyla, kararın gayrimeşruluğunu buradan da görmek mümkün. Ayrıca, atanan kişinin ilk elden verdiği sözler de yalanın ne kadar çabuk ifşa olduğunu gösteriyor. Basitçe, diyalog, hoşgörü, teşekkür ve okulun geleceğine dair vizyonunu vurgulayarak geldiği koltuk, çabucak gözaltılar, tutuklamalar, ev hapisleri ve okulun içine ve çevresine emniyet tahkimatı yapmaya dönüştü. Açık seçik görülebilen bir ikiyüzlülükle karşı karşıya olduğumuz ortada. Bu ikiyüzlü hali bir analoji yoluyla açıklamak da bence oldukça mümkün. Neoliberal programın devleti piyasadan kaldırma isteğine dönük argümanını herkes bilir. Fakat aslolan neoliberal programın uygulanması ve işletilmesi sırasında sürekli olan devlet rolüdür. Neoliberal program kazanılmış hakları budarken de piyasa lehine hamlelerini geliştirirken de devleti sürekli olarak çağırır. Yani, devleti piyasadan kaldırmaya dönük söylem, ‘piyasa regülasyonunu’ bozduğu iddia edilen sosyal hakları budarken, yine devleti çağırarak kullanılır. Kayyum da sanki atanmamış yukarının eliyle gelmemiş gibi, yukarıda belirttiğim söylemlere yaslanmayı denedi ama pulları daha ilk haftadan döküldü diyebiliriz. İlk haftanın sonunda ev baskınları tutuklamalarla karşı karşıya kalındı. Okul kayyum geldiğinden beri çevrelenmiş durumda. Yalandan söylenenler LGBTİ+’ların hedefe konması ve kulüplerinin kapatılması biçimde pratiğe döküldü. Bu yöntemle gelen rektörün ilk fırsatta kendini atayanları çağıracağı, bu atamanın doğasının da gereğiydi elbette ama atamanın mantıki uzantısının sonuna bu derece hızlı geleceğimizi, söylemine yedirmeye çalıştığı vaatlerin bu kadar çabuk dökülmesini de beklemiyordum. Dolayısıyla, iktidarın manipülasyonunun temel nedeni ‘kabul etmiyoruz’ iradesidir. Bu irade kayyumun ilk baştaki diyaloğu vaaz veren demokrat kaplamasının hızlıca kazınmasını, aslını göstermesini de sağladı.

Verdiğiniz fotoğraflarda ve elbette öncesinde de çok çeşitli bir ideolojik toplam olduğunuzu gözlemleniyor. Müslümanlar, solcular vs. bir çeşitlilik var. Bu toplamın bu denli ahenkli hareket ediyor olmasının, ortak karar alma becerisinin alametifarikası nedir?

Ortak karar almak biraz irice görünüyor bana o yüzden ortak talepler etrafında toplanmak daha uygun diyebilirim. Bunun da temelinde taleplerin meşruluğu var elbette. İlk günden beri onca manipülasyon karşısında erimeyen bir meşru talepler dizisi var. Atamanın biçiminden, sonraki süreçlerin içeriğinde yaşanan her şey kayyumun neden kabul edilmediğini açıklıyor. Bunca farklılık içinde herkesi kesen, kayyumun ve dolayısıyla onun atanmasıyla gelişecek ‘vizyonun’ reddedilmesidir. Bu tüm farklılıkları bir araya getiren temel faktör. Bu talep gelen saldırılar sonrası başka talepleri de yanına kattı. Fakat temelde ortaklaşmayı sağlayan herkesi kesen bir talebimiz var: irademizi kayyuma devretmeyi reddetmek.

Öğrenci ve genç olmanız sebebiyle sizlere toplum gözünde “geleceğimiz, çocuklarımız” bakış açısı çok hâkim. Gözaltına alındığınızda hem haklılığınız hem de gençliğiniz insanların iktidara öfkelerini daha da büyüttü. Zira artık cezaevine girmek için kanunlara bağlı değil siyasete bağlı yaşıyoruz. Size korkuyor musunuz diye sormayacağım, cesaretiniz hepimizi içindeki umudu ve öfkeyi büyütüyor. Sormak istediğim şu: Tam da Erdoğan’ın vurguladığı yerden anneleriniz (aileleriniz) durumu nasıl karşılıyor?

Açıkçası itirazın temel noktalarından birinin geleceğine sahip çıkma iradesiyle ilgili olduğunu düşünüyorum. Yani evet “geleceğimiz, çocuklarımız” ama itirazın kendisi üniversitelilerin geleceğine sahip çıkma, buna dair söz üretme girişimi. Çeşitli üniversitelerden, liselerden veya başka başka direnişlerden destek gelen talebin sadece rektör atamasıyla değil içine sürüldüğümüz sürece dair de itirazı gösteriyor. Kendi ailem, annem adına konuşmak gerekirse elbette okula gittiğim günler fazladan telefon görüşmeleri yapıyoruz. Fakat meselenin manipüle edilmeye çalışılmasından etkilenildiğini kendim adıma söyleyemem. Bu etki yerine taleplerin doğruluğu ve uygulanan şiddetin boyutu daha çok konuşuluyor. Burada ikinci bir durum da siyasetçilerin öğrenci dışında herkese seslenme, öğrenci herkesi muhatap alma halleri. Bu muhataplık ilişkisinde bize ya yokmuşuz muamelesi yapılması ya da hedef gösterilme düşüyor.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

2 YORUMLAR

Bir Cevap Yazın

SON YAZILAR