asgari ücret açıklandı… daha düşük beklentisi olanlar, daha doğrusu iktidarın ve patronların (Türk İş’in ilk toplantıya açlık sınırını kırmızı çizgi olarak açıklayarak oturmasının etkisiyle) 8.000 tl dolayına çıkaracağını düşünenler için kısmen şaşırtıcı olmakla birlikte önümüzde Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimlerinin oluşu rakamın yükselmesini sağladı… üstelik asgari ücretin açıklayan Tayyip Erdoğan 2023 yılı ortalarında güncelleme yapılabileceğini belirtti. bu durumda seçimler öncesi yeni bir artış olacağını bekleyebiliriz…
asgari ücretle ilgili asıl tartışma Çalışma Bakanının ‘8.000 tl’nin fazla aşılmamasını söyleyen sendikalar oldu’ biçimindeki açıklamalarıyla yaşanmaya başladı… haklı olarak çok sayıda sendika yöneticisi bu sendikaların, sendikacıların adlarını sordu. DİSK’in asgari ücret görüşmeleri öncesindeki açıklamaları ortada; Hak İş de ‘bakanın sözünü ettiği sendikaların kendileri olmadığını’ açıkladı… geriye konfederasyon olarak Türk İş kaldı… bakan sendikalar dediği için konfederasyon yönetimlerinden ayrı olarak bu tür ifadelerde bulunmuş sendikaların varlığını düşünebiliriz…
bence asgari ücretin 8.000 tl’nin çok üzerine çıkmamasını isteyen sendikaların, sendikacıların varlığı kadar Çalışma Bakanının neden bunu açıklama gereği duyduğuna yoğunlaşmamız gerekiyor. sermayenin sendika düşmanlığı gibi olmasa da sağ partilerin, özellikle siyasal İslamcı/ dinci partilerin iktidardan, kurulu düzenden bağımsız tüm örgütlenmelere karşı olduğu bilinir… anımsayanlar olacaktır geçtiğimiz yıl Tayyip Erdoğan ‘milli muhalefeti de biz yaratacağız’ demişti… çalışma yaşamında ve meslek örgütlerinin yönetimlerini ele geçirme, bağımsız örgütlenmeleri engelleme önündeki düzenleme ve açıklamalar ortada…
Çalışma Bakanı asgari ücretle ilgili ortaya çıkan, çıkabilecek olan hoşnutsuzluğun iktidar yerine sendikalara yönelmesini amaçlarken, çalışanların sendikalara uzak ve düşman olmasını da hedefliyor… son artışla birçok işyerinde sendika üyesi işçi ücretlerinin asgari ücretin altında kalması karşısında işçilerin/ çalışanların sendikaya üye olmakla olmamak arasındaki ayrımı sorgulamaları kaçınılmazdır. bakan bunu bilerek, üstüne sendikaların ‘ücret artışına karşı çıktıklarını’ söyleyerek bu sorgulamayı sendika düşmanlığına çevirmeyi amaçladığını düşünüyorum… grev yapılamamasıyla övünen, iktidarı süresince 19 grevi erteleyerek işçileri Yüksek Hakem Kurulu’nun insafına terk eden bir iktidar var karşımızda…
yapılan ücret artışı 2023 şubat ayında ücretlere yansıyacak olmasına rağmen bir hafta içinde tüketim ürünlerine yapılan zamlar ile açlık ve yoksulluk sınırı araştırmaları asgari ücretin daha uygulanmadan açlık sınırının altında kaldığını gösterdi… yaşanan derin ve yaygın yoksulluk nedeniyle üzerine sorumluluk almayan iktidar marketlerden sonra sendikaları da suçlu/ sorumlu ilan ederek kurtulmaya çalışıyor…
sermayenin %200-%600’lere varan oranlarda kar açıkladıkları siyasal/ ekonomik/ politik düzenin uygulayıcısı durumundaki iktidar çalışanların büyük çoğunluğunu asgari ücrete tutsak ederken devletin kaynaklarını sermayeye aktarmaya devam ediyor… yoksullara ölmeyecek kadar yardım ederek siyasi rant devşiren iktidar karlarını 2’ye, 3’e katlayan patronlara vergi afları, SGK prim ödemelerinde indirimler, istihdam başına teşvik, düşük krediler, ihaleler, asgari ücretin 250 tl’sini karşılamak gibi onlarca yol ve yöntemle kaynak aktarmaya devam ediyor… üstelik aktarılan bu kaynağın bir kısmı vergilerimizden oluşan bütçeden, bir kısmı ise çalışanların işsiz kalması durumunda kullanılmak üzere oluşturulan işsizlik fonundan aktarılıyor. her durumda bizim olanı sermayeye aktaran ve bunu da başarı olarak anlatan bir iktidar var karşımızda…
çalışanların örgütlü olmalarının da etkisiyle daha görünür oldukları bir gerçek; oysa 14 milyona yakın emeklinin ortalama maaşlarının açlık sınırının yarısı kadar olduğu, (geniş tanımlı) 12 milyona yakın işsizin varlığı yoksulluk tanımının yetersiz kalmasına yol açıyor… resmi verilere göre 20 milyon dolayında insanın sosyal yardım almak zorunda kaldığı bir ülke nasıl anlatılabilir ki…? başka bir anlatımla nüfusunun %25’e yakınının yardıma muhtaç edildiği/ bırakıldığı, kişi başı gelirin 9.000 dolar olduğu bir ülkede yaşıyoruz… ısrarla bunu vurgulamak gerektiğini düşünüyorum; kişi başı 9.000 dolar gelirin düştüğü bir ülkede nasıl olur da 20 milyon insan, her dört kişiden biri yardıma muhtaç olur…?
insanların yardımsız, boyun bükmeden, kimseye (devlete bile) el, avuç açmadan yaşayacağı bir siyasi, ekonomik düzen talebinin meşruluğunu bu iktidar, bu sermaye bile reddedemez. en başta belirtmeye çalıştığım sendika düşmanlığı, bağımsız örgütlenmelere yönelik düşmanlık da açlık/ yoksulluk karşısındaki meşru taleplerin gündeme gelmemesi içindir. Hazine ve Maliye Bakanı ‘işçiye, memura vermek bereketi artırır’ derken yoksulluğu kalıcılaştırma isteklerini de açığa vurmuş oluyordu… bir bakan olarak neden bu kadar yoksulluk var demek ve çözüm üretmek yerine sadaka, zekat kültürüne gönderme yaparak, devlet hazinesinden verilecek ücret zammını bu kapsamda değerlendirerek iktidarın ruhunu göstermiş oldu… asgari ücret konusunda sendikaları suçlu/ sorumlu göstermeye soyunan Çalışma Bakanı çalışanların %86’sının örgütsüz olduğunu, en küçük bir örgütlenme, hak talebi karşısında sermayeyle birlikte kolluk güçlerinin çalışanlara karşı tavrını görmüyor mu? görüyor… herkes görüyor…
Bertolt BRECHT’in ‘Çağrı’ şiirinden bir bölümle bitirmek istiyorum yazımı…
…
Onlar demir çeliği elinde tutan birkaç
kişidir,
Yoktur karabasandan bir çıkarları
Dünyaya bakıp “ne küçük” derler,
Bir şeylerle yetinmezler acunda,
Para hesap eder gibi hesaplıyorlar
bizi,
Savaş da bu hesabın ucunda.
Ürkmeyin tutmuşlar diye suyun başını:
Korkunç oyunları, davranın, bitsin.
…