Cumartesi, Nisan 27, 2024
spot_img

Yardım Eli

bu dünyaya çalışmak için gelmediğimizi, bu dünyaya bizim adımıza birilerinin belirlediği yaşamı sürmek ve bir ömrü böyle tüketmek için gelmediğimizi unutmamak zorundayız… kim ki bunun tersini söylüyor ve bizi çalışmaya, bizi sabretmeye, bizi şükretmeye, bizi yıllar sonra gerçekleşecek düşlerin ardına takılmaya çağırıyorsa bileceğiz ki sömürü sürsün diyedir. bileceğiz ki kısa çöp uzundan hakkını almasın diyedir…  

bütün büyük yıkımlar, ölümler, afetler sonrası duyduğumuz ‘devletin yardım eli’, ‘hayırseverlerin yardımları’ nitelemelerini deprem sonrasında da duyduk. olağan zamanlarda da devletin yoksul halkı aç, açık bırakmadığı, hayırseverlerin yaptırdığı okul, hastane vb. güzellemeleri duyuyoruz… iktidar kendinden önceki iktidarlardan farklı olarak (1994’te Refah Partisi’nin İstanbul, Ankara Büyükşehir Belediyelerini kazanmasıyla birlikte belediyeler aracılığıyla, 2002 sonrası devlet kurumları aracılığıyla) yurttaşların temel haklarını unutturma, yardım/ hayırseverlik konusu (aracı) yapma politikalarıyla birlikte halkın belleğini de silmeye girişti. kendi öyküsünü oluşturma ve bu öykü üzerinden kitle tabanı yaratma girişimi, geçmişi büyük ölçüde reddetme ve yeniden yazmayla birlikte sürdürüldü…

devletin ve hayırseverlerin yardım elleri üzerinden yarattığı kitle tabanı dini söylemlerle birleştirilerek ideolojik olarak da dönüştürüldü. kısacası artık azımsanmayacak oranda bir topluluk için Cumhuriyet, laiklik, Kurtuluş Savaşı, Osmanlı, özgürlük, hatta yokluk- yoksulluk vb. kavramlar ve olgular siyasi bir savaşım alanına dönüştü… bu kadarla kalmadı; muhalif olmasa bile iktidarın yapıklarını veya yapmadıklarını dile getirenler bile medya gücüyle birlikte devletin kolluk gücü, denetleyici kurumlar ve yargı da kullanılarak şeytanlaştırıldı… son olarak depremde yakınları enkaz altındayken haklı ve doğru olarak ‘devlet nerede’ diye soranlar da acılı ve çaresiz olmalarına bakılmaksızın iktidarın tüm bileşenleri ve araçları tarafından hain ilan etmeye kadar vardırıldı iş… çünkü bunlara göre devlet iktidardı, iktidar Müslümandı, iktidara karşı olanlar ve bunların ‘işine yarayacak’ cümleler kuranlar da devlete ve dine ‘karşı’ olanlardı! elbette biliyorum ki çok azı bunu açık açık söyleyebilecek yürekliliğe ve dürüstlüğe sahip…

yardım eli dedim ya, bu el öyle bir el ki verdiğinin iki katını diğer eliyle alırken, karşı çıkan veya soru soran olursa tokatlamaktan da geri durmayan bir el… iktidarın işine gelen konularda ve gereksinimine göre her yere uzanabilirken, yurttaşların gereksinim duyduğu zamanlarda ekonomik, siyasi, kültürel çıkarlarını önceleyen bir el… ve bu elin sahipleri hiçbir zaman yanlış yapmadıklarına iman eden, yanlışlarını yüzüne vuranlara dünyayı zinden ediyorlar; yukarıda belirttiğim kitle tabanını oluşturan yandaşlarından da alkış ve övgü alıyorlar… bu elin sahipleri ve yandaşları hukuk dediklerinde kendileri içindir, insan hakları dediklerinde, düşünce ve ifade özgürlükleri dediklerinde kendileri içindir… bu elin sahipleri zor durumda olanlara sabredin derlerken kendileri sabretmez, yoksullara şükredin derlerken kendileri şükretmezler, şehitliği yüceltirlerken kendi çocuklarını askere göndermezler, iş cinayetlerinde ölümü fıtrat olarak anlatırlarken kendi güvenliklerini en üst düzeyde tutarlar…

bu örnekleri çok daha uzatmak olanaklı; derdim uzatmak değil. bir yurttaş olarak en temel haklarımızın devletin, hayırsever olarak gösterilen varsılların insafına bırakılması ve bu algıyla hak olduğunun unutturulmasıyla benim derdim… barınma, eğitim, sağlık, ulaşım gibi en temel hakların alınıp satılabilen bir mal/ hizmet olarak sunulması ve bunu olağan görmeye başlayan kitleyle benim derdim… düşünce ve ifade özgürlüğü, inanç ve vicdan özgürlüğü, ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri gibi insanlığın yüzyıllarca kavga vererek kazandığı en temel hakların bile yok sayılmasıyla benim derdim… en temel haklarımız yok edilirken oluşabilecek tepkileri etnik, dini, ulusal, mezhepsel, kültürel kimi ayrımlara yönlendirilerek halklar, uluslar arasında düşmanlığın körüklenmesi, asıl sorunun ve sorumluların gizlenmesiyle benim derdim… kısacası emekçinin emekçiye, yoksulun yoksula kırdırılmasıyla…

önümüzde seçimler var ve doğal olarak partiler, ittifaklar, siyasete etki etme gücüne sahip olan örgütler/ odaklar kendi programlarını, isteklerini dile getiriyorlar. yoksullar, emekçiler, ezilen ve sömürülen milyonlar kendi seslerini duyuracak araçlardan ve olanaklardan yoksunlar. fakat seçimler süresince bütün partiler, ittifaklar, cumhurbaşkanı adayları sokaklarda, meydanlarda yapacaklarını anlatacaklar… o zaman emekliler aldıkları emekli maaşının, asgari ücretliler aldıkları ücretin neden açlık sınırı altında kaldığını sorup, nasıl yükselteceklerini sormalılar… diğer çalışanlar, çiftçiler neden yoksulluk sınırının altında ücret ve gelirle yaşam zorunda kaldıklarını anlatmalılar. kadınlar neden her gün 2-3 kadının öldürüldüğünü, neden İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldığını, 6284’ün neden tartışmaya açıldığını sormalılar… deprem bölgesinde yaşayan (yaşamaya çalışan) ve hala çadır, yeterli gıda, hijyen malzemesi eksiği çekenler yaşadıkları bu yoksunluğu sormalılar…

tüm kimliklerimizden bağımsız olarak unutmamamız gereken şeylerden biri devletin bir yardım kurumu olmadığı, temel maddi hakların hayırseverlerin insafına bırakılamayacağıdır. devletin yurttaşlara karşı sorumlulukları ve görevleri vardır ve bunlar yasalarla tanımlanmıştır… herkesin barınabilecek bir eve sahip olma, yeterli ve sağlıklı beslenme, ulaşılabilir ve ücretsiz sağlık ve eğitim hakkı vardır (olmalıdır) ve bunlar sosyal yardım veya hayırseverlik konusu değildir. her yurttaşın bulunduğu her yerde ve her zaman, herkes için bu hakları istemesi, bu haklar için savaşım vermesi, siyaseti bu haklar (ve özgürlükler, demokrasi) üzerinden düşünmesi gerekmektedir… iktidarı da, devleti de bu haklar üzerinden tanımlaması istemekle kalmayıp almak için kendi örgütlülüklerini kurması gerekmektedir… devletin sorumlulukları ve görevleri arasında insanların sosyal yardıma, hayırseverlerin insafına muhtaç olmadan yaşayacağı bir gelir dağılımını sağlamak vardır. bu yüzden de tüm ezilenlerin, emeği ile geçinenlerin devlete müdahalesine, devleti bu rolüne uygun dönüştürmesine, değiştirmesine gereksinim vardır. biliyoruz ki sermaye politikalarından yana hiçbir parti, ittifak, güç odağı devletin üretim ve bölüşüm politikalarına müdahale etmesini (daha doğrusu emekten yana müdahalesini) istemez, bu müdahaleden yana olanları da engellemeye çalışır… bu yüzden sokak sokak, fabrika fabrika, ev ev, tarla tarla kuracağımız sürekli ve kalıcı ilişkilerle devleti halkın devleti, iktidarı halkın iktidarı yapmak da bizim elimizdedir… bize nasıl, nerede yaşayacağımızı anlatanlara; bize ne için, ne kadar çalışacağımızı (hatta öleceğimizi) söyleyenlere; bize neye, ne kadar hakkımız olduğunu dayatanlara karşı kendi sözümüzü söylemeli, haklarımız için savaşım vermeliyiz.

bu dünyaya çalışmak için gelmediğimizi, bu dünyaya bizim adımıza birilerinin belirlediği yaşamı sürmek ve bir ömrü böyle tüketmek için gelmediğimizi unutmamak zorundayız… kim ki bunun tersini söylüyor ve bizi çalışmaya, bizi sabretmeye, bizi şükretmeye, bizi yıllar sonra gerçekleşecek düşlerin ardına takılmaya çağırıyorsa bileceğiz ki sömürü sürsün diyedir. bileceğiz ki kısa çöp uzundan hakkını almasın diyedir…

Bir Cevap Yazın

Salim Çalık
Emekli Maden İşçisi, Şiir Yazar
836BeğenenlerBeğen
733TakipçilerTakip Et
633TakipçilerTakip Et
[td_block_10 limit="6" custom_title="YAZARIN DİĞER YAZILARI" autors_id="3" block_template_id="td_block_template_6"]