Cuma, Nisan 19, 2024
spot_img

Yaşamak İçin

Emperyalizmin, küresel şirketlerin egemenliğindeki bir dünyada savaşanların kendi aralarındaki güç/ hegemonya kavgasının halkların yaşamına mâl olduğunu unutmadan barışı savunurken her türden sömürüye da karşı çıkmak zorundayız. Yaşamak için barış!

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısıyla birlikte çevre ülkelerden başlayarak tüm dünyaya yayılan savaşın etkileri günden güne ağırlaşıyor. Yakın dönemde Irak’ta, Bosna’da, Suriye’de, Yemen’de, Libya’da gördüğümüz egemen, emperyal güçlerin hesaplaşmaları bu kez Ukrayna’da yaşanıyor. Diğerlerinden farklı olarak Ukrayna’nın işgaline yönelik tepkiler daha sert ve kapsamlı yaptırımlar içeriyor. Tepkilerin, yaptırımların ve pozisyon alışların da bugüne kadar ki hesaplaşmanın devamı olduğunu belirtmek gerekiyor. Diğer işgal bölgelerinde yabancı savaşçı denilen paralı askerlerin, militanların varlığından rahatsız olan ABD, AB gibi egemen güçlerin Ukrayna’ya 52 ülkeden paralı askerin, yabancı savaşçının gitmesini, deyim yerindeyse Ukrayna’nın Suriye’ye dönüşmesini sessizlikle izliyor. Görünen o ki Suriye, Libya, Irak gibi ülkelerde savaşan, ülkelerine de dönemeyen gerici militanların da bir kısmı Ukrayna’ya taşınıyor.

Savaşta her zaman olduğu gibi kadınlar, çocuklar ve çevre ve yaratılmış değerler zarar görüyor. Savaştan kaçan yüzbinlerce insan mülteci durumuna düşerken, medyaya düşen haberlerde çatışma notalarından kaçanlar arasında ırkçılık düzeyinde ayrımcı davranışların yaşandığı, bazı Avrupa ülkelerinde Rusya yurttaşı çalışanlara, sanatçılara, sporculara, hatta öğrencilere yönelik ırkçı kararlar alındığı bilgileri geliyor. Yaşamı ve barışı savunanların sayısal güçsüzlüğü, taraf olmaya zorlandığı ve seslerinin duyulmasının engellendiği koşullarda devrimcilerin, sosyalistlerin yalnızca ülkemizde değil, tüm dünyada bir arada durmaları, barışı ve yaşamı birlikte savunmaları gereği açıkça görülüyor.

Savaş bölgelerinde halklar yaşama tutunmaya, canlarını kurtarmaya çalışırken savaştan uzakta olan halklar savaşa bağlı yaptırımlar ve ekonomi nedeniyle geçim derdine düşmüş durumdadır. Özellikle Rusya’ya yönelik yaptırımların sonuçları günden güne her ülkede emekçilerin, köylülerin, yoksulların yaşamını zorlaştırırken küresel şirketler kazançlarını artırmaya devam ediyor. Savaşa karar veren yönetimlere karşı alındığı söylenen yaptırım kararları savaşa karşı olan, savaşmayan insanları etkiliyor. Görünen o ki savaşın/savaşların uzaması durumunda tüm dünyada yoksullaşma daha da artacaktır. Özellikle enerji ve gıda alanında yaşanan ve artacağı görülen fiyat artışlarının diğer alanlara da yansımasıyla ülkemizde ve dünyada yoksullar açısından geçim telaşının, gelecek kaygısının artacağı açıktır. Bazı sektörlerde ise pazar daralması ve fiyat şokları nedeniyle işten çıkarmalar, savaş gerekçe yapılarak ücretlerin baskılanması gibi emek karşıtı politikaların yaşanacağı da örülüyor.

Savaşın yaşandığı bölgelere, savaşan ülkelerin kimliklerine, halkların ırklarına ve inançlarına bakmaksızın savaşa karşı çıkmak savaş nedeniyle ölümlere karşı çıkmakla birlikte, savaşa bağlı olarak dünyada yaşanan yoksulluğa ve sonuçlarına karşı çıkmak anlamına gelmektedir. Emperyalizmin, küresel şirketlerin egemenliğindeki bir dünyada savaşanların kendi aralarındaki güç/hegemonya kavgasının halkların yaşamına mal olduğunu unutmadan barışı savunurken her türden sömürüye da karşı çıkmak zorundayız. Yaşamak için barış!

TALAN EKONOMİSİ

Saray/AKP/MHP iktidarı yarattığı krizi aşabilmek, hiç olmazsa seçimlere giderken halkta az da olsa bir umut algısı yaratabilmek için ülkemizin yeraltı, yerüstü, tarihi, insani tüm değerlerini talan etmeye devam ediyor. Geçtiğimiz hafta zeytinlik alanlarının enerji, madencilik faaliyetleri için talan edilmesine yol açacak düzenlemeden sonra iktidar, doğal, tarihi SİT alanlarının da talanının önünü açan yönetmelik yayınladı. Yasayla koruma altında olan zeytinlik alanların yönetmelikle talana açılması iktidarın hukuka bakışını da göstermektedir.

Bu düzenlemelerle eş zamanlı olarak ülke genelinde yurttaşlar marketlerde sıvı yağa hücum etti. En büyük ayçiçeği üreticilerden olan Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş ve savaşın uzama olasılığı nedeniyle ayçiçeği yağıyla başlayan paniğin buğday ve buğdaydan elde edilen ürünler, yem ve hayvancılığa kadar birçok alanı etkilemesi bekleniyor. Rusya’ya yönelik ambargonun enerji alanını da kapsaması durumunda tüm dünyada petrol ve doğalgaza bağlı şokların yaşanacağı açıktır. Kaldı ki Ocak ayından bugüne akaryakıt ve doğalgaza gelen zamların büyük kısmının barış zamanında geldiğini düşünürsek önümüzdeki günlerde  zamların daha büyük oranlarda ve daha sık aralıklarla geleceğini söylemek mümkündür.

25.10.2021 tarihli “İktidar Çözülürken” başlıklı değerlendirmemizde “Petrol, doğalgaz, gıda fiyatlarının tüm dünyada arttığı, bizde dolardaki yükselişle birlikte bu yükselişin daha da katlandığı ve ucuz emek cenneti yaratma için ücretlerin baskılanacağı dikkate alındığında işsizlikle birlikte yoksulluğun da artacağı açıktır. Bu yüzden ortaya çıkan halk tepkisinin egemenler arasındaki güç/iktidar savaşımına kurban edilmeden sınıf savaşımının örgütlenmesi, bu örgütlenmenin ortak sorunlar ve talepler doğrultusunda birleştirilmesi yalnız bugüne değil yarına karşı da sorumluluğumuzdur.” yazmıştık. Bir film izler gibi canlı yayınlarla savaşların izlendiği, izletildiği koşullarda sorumluluğumuzun daha da arttığını ve önemli hale geldiğini belirtmek istiyoruz.

Bu gelişmeler yaşanırken Tarım Bakanı Bekir Pakdemirli istifa etti (affını istedi); yerine Vahit Kirişçi atandı. Bekir Pakdemirli’nin görevi süresince tarımı dışa bağımlı hale getirdiği biliyoruz. Yeni bakan ise milletvekilliği döneminde, 2009 yılında zeytinliklere sanayi ve enerji tesisleri kurulması için teklif hazırlayan kişiler arasında yer alıyor. Son çıkarılan yönetmelik de dikkate alındığında yeni bakanın görevlendirilmesi daha da anlam ve önem kazanıyor. Geçmişte kendi kendine yeten bir ülke olan Türkiye DSP/MHP/ANAP koalisyonu ve 2001 krizi sonrası kurtarıcı olarak getirilen Kemal Derviş’in programı ve AKP iktidarının bu programı sürdürmesi sonucu tarımda ithalatçı durumuna getirildi. Göründüğü kadarıyla iktidar enerji şirketlerinin kazanması için tarımdan sonra zeytinlikleri de kurban edecek kadar gözünü karartmıştır. Bu yüzden doğamıza ve tarım alanlarımıza sahip çıkmak için tüm gücümüzle karşı çıkmak, sesimizi yükseltmek zorundayız. Geleceğimiz için!

ÇEVREYE DÜŞMAN GEZİYE DÜŞMAN

Saray/AKP/MHP iktidarı içerde sıkıştıkça bir düşman yaratmak için elindeki tüm araçları kullanıyor. Elbette Gezi Direnişi iktidarın bugüne kadar gördüğü en güçlü halk muhalefeti olarak etkisini sürdürüyor. Bu nedenle iktidar mahkemeleri de araç olarak kullanarak, daha önceki yargı kararlarını bozdurarak, dosya birleştirme ve ayırmalarıyla her türlü zorlamayı yaparak Gezi Davası’nda ısrar ediyor. Son duruşmada savcı mütalaasında Mücella Yapıcı ve Osman Kavala’ya müebbet hapis cezası talep ederken, mahkeme Çarşı Davası ile Gezi Davası’nın dosyalarının ayrılmasına karar verdi.

İktidar ve mahkemeler daha verilmiş beraat kararlarını yok saymakla kalmıyor, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş hakkında AİHM ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin verdiği kararları da uygulamıyor. Rusya Ukrayna savaşının yarattığı kaos, iklim ve ülkeler arasındaki dengeler de dikkate alındığında iktidarın hukuksuzluğu sürdüreceği görülüyor. Daha önceki değerlendirmelerimizde de belirttiğimiz üzere iktidar uluslararası ilişkileri, güncel gelişmeleri de kullanarak tüm dünyayı var olan haline alıştırıyor. Dolayısıyla içerde olduğu gibi uluslararası alanda da hukuktan söz etmek, bu koşullarda beklentiye girmek iyimserlik olacaktır.

İktidarın kendini sokakta ifade eden tüm muhalefeti bastırmak için Gezi Direnişi’ni kullanmak, siyasi dengeler açısından HDP’yi etkisizleştirmek ve Kürt seçmenleri muhalefetten uzaklaştırmak için her yolu deneyeceği görülüyor. 07.202022 tarihli ‘Hesaplaşma’ başlıklı değerlendirmemizde yazdığımız gibi; “‘dini ve milli değerler’ denilerek yaratılmaya çalışılan baskının ve toplumu bu doğrultuda kutuplaştırma isteğinin Kavala ve Demirtaş davalarıyla da bağlantılı olduğunu görmemiz gerekiyor.” Adalet için!

EŞİT BİR DÜNYA

Pazar günü birçok kente 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle kadınlar her alanda taleplerini dile getirdi. Bu yıl savaşa karşı barışın, kadına yönelik şiddetin ve kadın yoksulluğunun öne çıkarıldığı etkinliklerde kadın cinayetleri, nafaka hakkının gasp edilmek istenmesi, kadın istihdamının düşmesi, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasına öncelikli olarak vurgu yapıldı.

Ekolojik talana, doğanın yok edilmesine, homofobi, transfobiye, erkek egemen sömürü düzenine karşı mücadeleyi yükseltme ağrısı yapan kadınların bu çağrılarının desteklenmesi özgür bir toplum yaşamının kurulması için zorunludur. Yaşamın her alanında ezilen, sömürülen kadınların özgürlük mücadelesinin son günlerde fabrikalarda, atölyelerde, ofislerde sınıf mücadelesini büyüttüğü, sokak muhalefetinin önemli bir parçası olduğu gerçeği açıktır.

Her türlü ayrımcılığa karşı çıkmak eşit bir ülke ve eşit bir dünyanın yaratılmasının öncelikli koşulu olduğunu unutmadan, her alanda kadınların söz ve karar sahipliğini içselleştirerek, cinsiyetçi yaklaşımlar başta olmak üzere eğitimden iş yaşamına, evden sokaklara, kamusal alanlardan özel yaşama her türlü ayrımcılığı reddederek mücadelenin parçası olmak zorundayız. Özgürlüklerimiz için!

Bir Cevap Yazın

[td_block_10 custom_title="YAZARIN DİĞER YAZILARI" autors_id="29" limit="6" block_template_id="td_block_template_6"]

Haftalık Siyasal Durum Değerlendirmesi

4,216BeğenenlerBeğen
944TakipçilerTakip Et
6,269TakipçilerTakip Et