Cuma, Nisan 19, 2024
spot_img

“Zengin Üretme Çiftliği”

Varsıllara değil yoksullara güvence talebini yükseltmek, varsıllara aktarılan kaynakların yapılan zamların geri çekilmesi için kullanılmasını istemek ve öne çıkarmak zorundayız

Aziz Nesin ‘Nutuk Makinesi’ adlı kitabında; “Bizde devlet, zengin üretme çiftliği haline getirilmiştir” diyerek devletin üretim bölüşüm ilişkilerindeki karakterini özetlemiştir. Özellikle Demokrat Parti iktidarıyla ifade edilen her mahallede bir milyoner yaratma sevdası biçiminde gördüğümüz zengin yaratma politikasının AKP/Saray/MHP iktidarıyla iyice pervasızlaştığı bir döneme tanık oluyoruz. Yalnızca tanığı değil, aynı zamanda mağduruyuz.

20 Aralık’ta iktidarın bir gece yarısı operasyonuyla Merkez Bankası, Kamu Bankaları ve kamunun elindeki bazı KİT’leri de kullanarak dövize müdahale ettiğini gördük. Olağan koşullarda ve işleyişte dövizin olması gerekenden fazla değerlenmesine karşı devletin bu müdahalesi olumlu ve gereklidir denilebilir. Fakat üç aydan uzun bir süre her faiz kararı öncesi Tayyip Erdoğan dahil iktidar sözcülerinin faiz karşıtı açıklamaları, döviz ve enflasyondan önce cari fazla ve ihracata yöneleceklerini açıklamaları döviz ve altın fiyatlarının yükselmesini beraberinde getirdi. Kaçınılmaz olarak yatırım amaçlı olanlar kadar parasının değerinin korumak isteyenler de gelirinden artırabildiği kısmıyla döviz ve altın aldı.

Sonrasında dövize endeksli mevduat hesabı, ihracatçı firmalara ileriye yönelik vadeli kur rakamı garantisi, fon kazançlarına kurumlar vergisi muafiyeti, ihracat ve sanayi şirketlerinin kurumlar vergisini 1 puan düşürmek, devlet iç borçlanma senetlerindeki %10’luk stopajı sıfıra indirmek gibi bir dizi karar açıklandı. Çok açık görüldüğü gibi bu haliyle bile tüm düzenlemeler sermaye ve paradan para kazananlar içindir.

Özellikle 20 Aralık’ta yapılan operasyonun sonuçları sorgulanmalıdır. Örneğin bu müdahale neden kasım ayında, aralık ayının ilk haftasında, hatta 2021 yılının başında yapılmamış ve döviz ve altının yükselişine izin verilmiştir? Bu sorunun yanıtı iktidarın ekonomi politikalarının karakterini de göstermektedir. 2021 yılı başında böyle bir müdahale ile döviz ve altındaki hızlı yükseliş önleneceği için öncelikle sıradan yurttaşların döviz ve altına yönelmesi de önlenecek ve bugün tasarruflarını yitirmemiş olacaklardı. Dövize endeksli akaryakıt, doğalgaz, hammadde ve ara mallarının ithalatına ödenen para ve bunun piyasaya günlük zamlar biçiminde yansıması önlenmiş olacaktı.

Dövizdeki hızlı yükseliş sürecinde ithal edilen ürünlerin tüm maliyetlerinin daha piyasaya ansımadığı da dikkate alındığında önümüzdeki 2-3 içinde yeni zamların geleceği açıktır. Emeği ile geçinenlerin yoksullaşması anlamına gelen bu politikaların bilinçli olarak uygulandığını görmemiz gerekiyor. Dövizdeki bu hızlı düşüş sonrası tüm zamların geri çekilmesi talebimizin haklılığı açıktır. Saray/AKP/MHP iktidarı da bunu gördüğü ve bildiği için tıpkı dövize yaptığı müdahale gibi, tıpkı paradan para kazananlara dövize endeksli mevduat garantisi verdiği gibi, tıpkı sermayeye gelir vergisi ve stopaj avantajları sağladığı gibi tüketim mallarına yapılan zamların geri alınması için düzenlemeler yapmak yerine sorumluluğu marketlere, üreticilere yıkmayı tercih etmektedir.

Zamlarla ilgili olarak üzerine sorumluluk almayan ve halkın yanındaymış gibi görünmeye çalışan iktidar marketlere ‘fiyatları indirin’ çağrısı yaparken yeniden değerleme oranlarıyla vergi, harç, ceza gibi devlet alacaklarını %36 artırırken 18 TL’den 11 TL’ye yükseltti. Düşen dolar kuruna rağmen akaryakıt ve doğalgazda aynı oranda indirim yapmadığı gibi, yaptığı indirimleri de ÖTV’ye yansıttığını açıkladı.

Dikkat edilirse dövize endeksli mevduat, stopaj, gelir ve kurumlar vergisi indirimleri gibi sermaye ve paradan para kazananlara yönelik tüm düzenlemelerin maliyeti Merkez Bankası ve Hazine üzerine yıkılmıştır. Başka bir ifadeyle toplamı 1 milyon kişiyi bulmayan, en varsıllar üzerinden bakınca yaklaşık 325 bin kişiye Merkez Bankası ve Hazine garantili servet aktarımı yapılmaktadır. Saray/AKP/MHP iktidarı halkın doğrudan ve dolaylı olarak ödediği ve Hazine’de toplanan vergileri 84 milyon için kullanmak yerine birçoğu yandaş olan varsıllara aktarmaktadır. Tam da bu noktada varsıllara değil yoksullara güvence talebini yükseltmek, varsıllara aktarılan kaynakların yapılan zamların geri çekilmesi için kullanılmasını istemek ve öne çıkarmak zorundayız.

NAS, SINANMA, ŞÜKÜR

Tüm bunlar dini ve ulusal söylemler üzerinden gerçekleştiriliyor. Tayyip Erdoğan faiz konusunda ‘nas’ diyor, ekonomik krizi saldırı olarak tanımlayıp ‘kurtuluş savaşı’ diyor, iktidarın diğer sözcüleri dini değerlere vurgu yapıp yoksulluğun ‘imtihan’ olduğunu söyleyip ‘şükredelim’ diyorlar.

Bazı muhalefet sözcüleri dövize endeksli mevduatın faiz olduğunu kanıtlamaya çalışırken Cumhurbaşkanının ‘nas’ vurgusu başta olmak üzere iktidarın yurttaşlara yönelik dinsel söylemlerinin laiklik karşıtlığını görmemeyi tercih ediyorlar. Oysa her geçen gün ve her geri adımda dini kuralların dolaylı, dolaysız devlet yönetiminde öne çıkarıldığını görmemiz gerekiyor. Bu nedenle yaşamımızı dini ve ‘milli’ değerler üzerinden kuşatan iktidara karşı verilecek savaşımın laiklikle birlikte sürdürülmesi zorunluluktur.

Yapmamız gereken sokaktaki, işyerindeki, tarladaki yurttaşların ‘bu imtihan neden bize’, ‘neden hep biz şükrediyoruz’, ‘bize verilmeyen varsıllara nasıl veriliyor’ gibi soruları sormasını sağlamaktır. Çalışanların 60’a yakınının asgari ücretli olduğu, toplam çalışanların %80’e yakınının yoksulluk sınırının altında ücret aldığı, çiftçinin ürettiğinin karşılığını almadığı için üretimden vazgeçtiği, işsizliğin giderek arttığı ve kronikleştiği koşullarda verildiği söylenen ‘ekonomik kurtuluş savaşında’ neden cepheye sermayenin, paradan para kazananların, üç-beş maaş alanların değil de yoksulların sürüldüğü sorusunu görünür kılmamız gerekmektedir.

Sosyalist, devrimci, emeği ve hakları önceleyen tüm muhalefet bileşenleri olarak iktidarın açıkladığı ve uyguladığı ekonomi politikalarının üretim bölüşüm ilişkilerinin sermaye ve yandaşlar lehine bir düzenleme olduğunu ısrarla vurgulamak zorundayız. Döviz kurlarının yükselmesine göz yumarak piyasaya yapılan zamlara yol verildiğini, döviz kurlarına yapılan müdahaleyle düşürülmesi ve servet sahiplerine sağlanan kolaylık ve sermaye aktarımıyla yoksulluğun, işsizliğin kalıcı hale getirilmeye çalışıldığı açıktır. 11.10.2021 tarihli  ‘Yoksula Savaş, Sermayeye Barış’ başlıklı değerlendirmemizde belirttiğimiz gibi; “Güncel yakıcı sorunları göz ardı etmeden sistemi sorgulayan, sorgulatan, sistemin kendisini değiştirmeyi hedef alan bir mukavemet hattı kurulmak zorundadır. Aksi halde Saray/AKP/MHP iktidarıyla sınırlandırılmış bir muhalefet tarzı bile isteye patinaj yapmak anlamına gelecektir.”

GRAM, TANE, KADEME

İktidar sözcüleri yoksulluğun çözümünü halka tükettirmemekte görüyorlar. Özellikle son aylarda giderek görünür olan sokaktaki tepki, asgari ücret tartışmaları, hak temelli eylemlerdeki artış karşısında dini ve milli değerler vurgusunun yanında ‘eti gramla alın’, ‘meyveyi sebzeyi taneyle alın’ gibi açıklamaları da duyduk. İktidar ise elektrikte 150 kwh (kilowatt saat)’i aşmayan tüketimde indirimden sonra doğalgazda 300 metreküpü aşmayan tüketime de indirimi tartışıyor.

Bir hanede özellikle kış aylarında aylık elektrik tüketiminin 150 kwh’i, doğalgaz tüketiminin 300 metreküpü nasıl aşmayacağı ise iktidarın umurunda değildir. Üstelik böyle bir kademe sınırı konarak, sınırın aşılmasıyla örtülü zam da gizlenmiş olmaktadır. Kısacası iktidar gelecek seçimleri kazanabilmek için bugünü kurtarmaya çalışırken bile sorumluluğu, yükü yurttaşa yıkmaktadır. Nasıl ki zamların sorumlusu olarak marketleri, ilaç sıkıntısının sorumlusu olarak eczacıları sorumlu gösterdiyse evimizde kullandığımız elektrik ve doğalgaz faturasının yüksek gelmesinin sorumlusu olarak tüketiciyi gösterecektir.

Gıda, enerji, sağlık gibi alanlarda yapılan kısıtlamalar veya ‘tasarruf’ çağrıları gerçekte ömrümüzden çalmak anlamına gelmektedir. Sağlıklı ve dengeli beslenemeyen, soğuklara karşı korunamayan, gerekli ilaç ve tıbbi malzemeye zamanında erişemeyen her insanın yaşam hakkı ihlal edilmektedir. Benzer bir hak ihlali sanayi kentlerinde iş cinayetleriyle daha görünür biçimde karşımıza çıkmaktadır. Önlenebilir nedenlerle emekçilerin ölümüne göz yuman, gerekli düzenleme ve denetimleri yapmayan iktidar beslenmemize, ısınmamıza, aydınlatmamıza kadar müdahale ederek dolaylı bir şiddet uygulamaktadır.

Üniversite öğrencilerinin ‘barınamıyoruz’ tepkisine, emekçilerin, çiftçilerin, emeklilerin ‘geçinemiyoruz’ çığlıklarına şiddetle yanıt veren iktidar ölmeyecek kadar gıdaya, donmayacak kadar doğalgaz ve elektriğe razı olmamızı istemektedir. 12.7.2021 tarihli “Baskı, Şiddet, Yok Saymak’ başlıklı değerlendirmemizin alt başlıklarından birinde ‘İktidar Mecburiyeti’ demiş ve eklemiştik; “Bu iktidar mecburiyeti siyasi, toplumsal, kültürel, ekonomik alanlar dâhil tüm yaşamın kuşatılması ve baskı altına alınması gibi uygulamaları beraberinde getiriyor.”

2021’den 2022’ye KALANLAR

04.01.2021 tarihli yazımızın başlığı “2020’den 2021’e KALANLAR’dı. Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’nın tutuklulukları, HDP ve Kürtlere yönelik baskılar, iktidarın yaşam biçimlerine müdahalesi ve ideolojik hegemonya kırma isteği, kadın cinayetlerindeki artış ve İstanbul Sözleşmesi’yle 6284 sayılı kanunun uygulanmaması, şiddeti üreten iktidar pratiği gibi sorunların sürdüğünü belirtmiştik. 2021 yılında bir kararname ile İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldı. 2021 diğer konular daha da yoğunlaşarak yaşamımızın her alanını kuşattı.

Boğaziçi Üniversitesi’nde kayyum rektöre karşı başlayan ve demokratik, bilimsel, laik eğitim talebini de içeren eylemler tüm baskılara, öğrencilerin göz altına alınmasına, bazı öğretim üyelerinin görevlerine son verilmesine rağmen sürdürülmektedir.

Dış politikada ise CATTSA yaptırımları, Halkbank davası 2022’de de gündemdeki yerini koruyacak. İktidarın ABD, AB ve Rusya’nın birbirleriyle olan çelişki ve çatışmalarını kullanma politikaları artık işlemez duruma geldi. Saray/AKP/MHP iktidarı özellikle ekonomik sıkışmışlığını aşmak için batıdan beklediği ve istediği kaynağı bulamayınca düşman ilan ettiği BAE ile yakınlaşmaya, Mısır ve Suudi Arabistan ile ilişkileri normalleştirmeye çalışarak eskiye dönme eğilimine girdi. Son özelleştirmelerde, konut ve arazi satışlarında Arap sermayesinin öne çıkması bunun sonucu gibi görünmekle birlikte özellikle doların 18 tl’ye çıktığı sürecin etkisi olduğu da açıktır. BAE Dış İşleri Bakanı da “ekonomiden kaynaklı fırsatları değerlendiriyoruz” sözü de bunu göstermiştir.

Görüldüğü üzere emekçiler, çiftçiler, yoksullar, işsizler, kadınlar, öğrenciler açısından 2020’den 2021’e kalan sorunlar şiddetini artırarak 2022’ye kalmıştır. Bu yüzden belirttiğimiz yasımızdaki çağrımızı yineliyoruz;

“Ancak buna rağmen, sandık siyaseti ile sokak siyasetini birleştirecek sosyalist bir siyaset merkezi ihtiyacı her geçen gün artıyor. Var olan sosyalist/devrimci yapı ve bireylerin toplamını kapsayıp aşacak böylesi bir merkezin inşası için inisiyatif alınması, sosyalist siyasetin daha fazla özgüvenli hareket etmesinin de yolunu açacaktır.

Aksi takdirde Türkiye’nin üzerindeki karanlık daha da büyüyerek devam edecektir.”

Bir Cevap Yazın

[td_block_10 custom_title="YAZARIN DİĞER YAZILARI" autors_id="29" limit="6" block_template_id="td_block_template_6"]

Haftalık Siyasal Durum Değerlendirmesi

4,216BeğenenlerBeğen
944TakipçilerTakip Et
6,269TakipçilerTakip Et