Cumartesi, Aralık 14, 2024
spot_img

Affını Değil Hakkını İsteyenleriz

Sosyalistler, devrimciler olarak mülteciler/göçmenler konusunda sağlıklı ve net politikalar belirleyip barışı, kardeşliği, yaşam hakkını öne çıkarmak zorundayız. Siyasi kimliği olmayan fakat mülteci/göçmen karşıtı söz söyleyen çaresiz, yarın kaygısı içindeki işsizleri ve yoksulları “ırkçı”, “faşist” gibi suçlamalardan uzak bir yaklaşım ilk adımımız olmalıdır

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un yerine Mahmut Özer’in getirildiği Cumhurbaşkanlığı kararı Resmi Gazete’de yayımlandı. Daha önce Berat Albayrak’ın Hazine ve Maliye Bakanlığı’ndan istifa çabasında gördüğümüz durum teamüle dönüştürülüyor. Saray/ AKP/ MHP iktidarı istifa edilemeyen bir sistemi inşa ederken en üst düzeyden en alt düzeye kadar kamu görevi yürütenlerin göreve getirilmelerinin de görevden ayrılmalarının da Saray’ın onayıyla olacağını dayatıyor.

Resmi Gazete’de yayımlanan atama kararında; “Görevden affını isteyen ve görevden af talebi kabul edilen…” deniliyor. Bireysel ve tek taraflı bir işlem olan istifanın “görevden af talebine”, dönüştürülmesi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olarak kurulan rejimin kişisel düşünme ve karar hakkının bile Saray’da olduğunu, olacağını gösteriyor. Bunun Resmi Gazete’de ve medyada “af talebi” biçimiyle duyurulması da toplumun içselleştirmesi için operasyon olduğunu görmemiz gerekiyor. Bakanların, üst düzey bürokratların, iktidar partisi yönetici kadrolarının bile istifa edemeyip “af talep ettiği”, Saray’ın bu af talebini kabul ettiği veya etmediği bir düzende sıradan yurttaş kim ola ki?

22.02.2021 tarihli “Devlet ve Tebaa” başlıklı değerlendirmemizde; “Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un bir TV programında Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’a yönelik eleştirileri kastederek “İletişim başkanı hesap verecek demek devletten hesap sormaktır… Saray/AKP/MHP iktidarının geldiği ve kendilerini gördükleri yeri bundan daha iyi anlatan bir açıklama olamazdı. Hesap sorulamaz, eleştirilemez, hesap sormak veya eleştirmek teklif dahi edilemez…” yazmıştık. Her geçen gün bu anlayışın devlet geleneğine dönüştürülmeye çalışıldığına tanık oluyoruz.

Yaratılmaya çalışılan bu yönetim anlayışına, yurttaşı tebaa ve biat etmesi gereken kul gören iktidara karşı affını isteyen, affını bekleyen değil, hakkını bilen, hakkını almak için savaşım veren yurttaşlar olacağız. Bu topraklarda yaratılan ve yaratılacak tüm değerlerde payı olanlar olarak bireysel düşünce ve kararlarımızın bile bir kişinin iki dudağı arasından çıkacak söze bağlı olmasına, bunun teamüle dönüştürülmesine karşı çıkarken, kişisel özgürlüklerimiz de dahil toplumun adil, eşit, özgür, dayanışmacı ve barış içinde yaşayacağı yarınları da ortak mukavemetimizle kuracağız.

YANGINDA SORUMLU BELEDİYELER!

Saray/AKP/MHP iktidarının sözcülerin, medyası böyle dediler; “Sorumlu belediyeler.” Yangının çıktığı yer, yayıldığı yer tartışmasıyla birlikte başlatılan sorumluluk tartışması iktidarın ülkeyi yönettiği, tüm ülke genelinden sorumlu olduğu gerçeğini gözlerden kaçırma isteği olduğu kadar; “iktidara hesap sorulamaz, eleştirilemez, hesap sormak veya eleştirmek teklif dahi edilemez” anlayışının bir yansıması olarak da okunmalıdır.

Biz de iktidar bürokratından bakanına, bakanından Cumhurbaşkanı’na hiç kimse sorumluluk üstlenmez ve sorumlu olduklarını hatırlatanlara her alanda saldırılırken; sel felaketleri, yangın ve salgınlar konusunda görüşlerini açıklayan Almanya İtfaiye Birliği Başkanı “görev alanlarının yalnızca yurt içiyle sınırlı olamayacağını” söylüyordu.

Belediyelere sorumluluk yüklemelerinin bir nedeni de yangınların sürdüğü kentlerin büyük çoğunluğunda belediyelerin muhalefetin elinde olmasının payı olduğu yadsınamaz. Bu ise iktidar ve yurttaşlar arasındaki kopuşun göstergesidir. Eğer bu afet sırasında ülkenin tüm işleyişinden, görevlerin yürütümü ve düzenlenmesinden sorumlu olan iktidar “ben sorumlu değilim” diyorsa, bunun için de afetin olduğu kentlerin belediyelerini işaret ediyorsa sormak gerekir. Devlet bu kentlerde yurttaşlardan neden vergi topluyor? Bakanlıklar bu kentlerdeki birimlerine neden atamalar yapıyor? İktidar bu belediyelerin topladığı yardımlara, yapmak istediği bazı yatırımlara neden müdahale ediyor? Yangın sırasında öğrendik ki iktidar 2009 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yangınlara müdahale için kiraladığı 2 uçağın sözleşmesini de iptal etmiş. 2009 yılında “bu sizin işiniz değil” demeye getiren iktidar 2021 yılında “sorumlu belediyeler” diyor. O günden bugüne ne değişti?

SUÇLU SANATÇILAR ve GÖNÜLLÜLER

Saray/AKP/MHP iktidarının ilk günlerdeki ne yapacağını şaşırmış görüntüsü, yangına müdahaledeki yavaşlığı ve yangının büyüklüğü karşısında sosyal medya üzerinden “Help Turkey” çağrısı yapan sanatçılar ve yurttaşlar suçlu ilan edildi. Daha sonra görüldü ki havadan müdahale olmadan bu yangınların söndürülemeyecek. Devleti (iktidarı) aciz gösterdiği söylenen bu çağrı büyük doğal afetler sonrası uluslararası dayanışmanın bir gereğidir. İktidar bu çağrıyı zamanında yapmadığı için, sanatçılar ve yurttaşlar yapmıştır ve doğrudur.

Fakat algının her şey olduğunu düşünen, bu günlere de algı çalışmalarıyla gelen iktidar yangına müdahaleden önce kendi görüntüsünü düşünüp kibirle karşılık vermiş, yandaş medya ve trol hesaplar üzerinden sanatçıları ve yurttaşları hedef göstermiştir. Ülkemizin son 10 yıllık orman yangınları istatistiklerine bakıldığında yangın sayısında ciddi bir artış olmamakla birlikte 2018’den bu yana yanan ormanlık alanlar artmıştır. Eğer sorumlu aranacaksa, sorumlu sanatçılar ve yurttaşlar değildir. Son 3 yılda daha büyük ormanlık alanların yanmasıyla sonuçlanan yangınlar karşısında yangın söndürme uçağı ve helikopteri almayan, yangın söndürme işini ihaleye çıkaran (özelleştiren), Oman Genel Müdürlüğü personel yapısını bozarak sözleşmeli personellerle işleri yürütmeye çalışan Bakanlık ve onun “affından” sorumlu olan Cumhurbaşkanı sorumludur.

ÇETELER HER YERDE

Yangınlar süresince iktidar ve sözcüleri yangının nedenleri konusunda bilimsel, ikna edici açıklamalar yapmak yerine sessizliği veya iktidar içi kavgalara göre sebep/ sorumlu açıklama yoluna girince yandaşlar her alanda kendilerine görev çıkardılar. Bunlardan en dikkat çekeni yangın bölgelerinde ellerinde silahlarla “yol denetimi” yapan, araçları durduran, kimlik soran, hatta linç girişimlerinde bulunan çetelerin görünür olmasıydı. Bu görüntüler medyada yer almasına rağmen İç İşleri Bakanlığı’nın, Adalet Bakanlığı’nın tepki vermemesi, bu eylemlerin suç olduğunu açıklamamaları, buralardaki savcılıkların kendiliğinden harekete geçmemeleri önemli ve anlamlı bir göstergedir.

Bir dikkat çekici gelişme de, Muğla’da canlı yayın yapan Halk Tv’nin yayını sırasında basılmasıydı. “Burada yalan konuşuluyor” diyerek saldıranlardan birinin Mehmet Ağar’la çekilmiş fotoğrafının ortaya çıkması ve AKP’li olmasının yanında muhalefetin en güçlü olduğu kentlerden birinde bu saldırının olması, muhalefetin en güçlü olduğu bölgede çetelerin “yol denetimi” yapabiliyor olmaları da ayrıca değerlendirilmelidir. Yangın gibi önemli bir felaket anında bile Saray/AKP/MHP iktidarının ve yandaşlarının önceliği yangını söndürmek yerine iktidarın saygınlığını, gururunu ve kibrini korumak ve kollamak olmuştur.

12.07.2021 tarihli “Baskı, Şiddet, Yok Saymak” başlıklı değerlendirmemizde, “…iktidar mecburiyeti siyasi, toplumsal, kültürel, ekonomik alanlar dâhil tüm yaşamın kuşatılması ve baskı altına alınması gibi uygulamaları beraberinde getiriyor.” demiştik. Yangın olan bölgelerde gördüğümüz sivillerin yol denetimi yapmaları, sosyal medya üzerinden araç plakaları vererek ilgisiz kişilerin hedef yapılması, Halk Tv’ye yönelik saldırı, bazı yerlerde linç girişimleri, alanda çalışan gazetecilerin tehdit edilmeleri birlikte düşünülmelidir. Buna gönüllü yurttaşların iktidarın yerel örgütlerinden izinsiz olarak yangın bölgesine alınmama kararını da eklemek gerekiyor. Saray/AKP/MHP iktidarı tüm olumsuzları kendisi dışındakilere yüklerken iktidarı zora sokacak sorgulama ve eleştirilere ise şiddetle, baskıyla karşılık vermektedir. Bu yüzden tüm muhalefetin bu gerçekliği görerek adım atması, buna uygun bir örgütlenme içine girmesi ve dayanışma ilişkilerini geliştirmesi zorunludur.

DERİN YOKSULLUK ve KALICI AÇLIK

Merkez Bankası yıl sonu enflasyon hedefini güncelleyerek 14,1’e çıkardı. 2021 yılına yıl sonu enflasyon hedefi olarak 9,4’le başlayan Merkez Bankası daha sonra 12,2’ye yükseltmişti. Özellikle temel harcama kalemlerindeki artış, enflasyonun belirlenmesindeki ölçütler birlikte düşünüldüğünde marketteki, pazardaki pahalılık, buna karşılık TÜİK’in ‘düşük’ enflasyon oranları üzerinden belirlenen ücret zamları yoksulluğun derinleşerek kalıcı açlığa dönüşeceğini gösteriyor.

07.12.2020 tarihli “Çember Daralırken” başlıklı yazımızda söylediğimiz gibi; “Ekonomik krizin salgınla birleşmesi emekçilerin, yoksulların, işsizlerin, emeklilerin daha da yoksullaşmaları, sahip oldukları birçok hakkı yitirmeleriyle sonuçlanıyor. Sorumlusu olmadığımız krizlerin faturasını hepimize kesiyorlar.” Asgari ücret tartışmaları sırasında belirttiğimiz bu durum şimdi yeniden korona salgını, yangın ve sel felaketleri, ekonomik kriz gibi gerekçelerle tekrar masaya konacak. İtibarlarından tasarruf etmeyen iktidar sahipleri, tüm olumsuz koşullarda (bile) büyümeye devam eden sermayenin fedakarlık yapmadığı, yoksulu ve açları düşünmediği bir durumda tek geçim kaynağı emeği olanların sömürüldüğü açıktır. O halde emekçilere düşen bu toplu görüşme ve sözleşme süreçlerini yitirilen hakların alınması için mücadeleyi örgütlemektir.

Kamu emekçilerinin ve sendikalı işçilerin toplu görüşme, toplu sözleşme pazarlıklarının yapıldığı şu günlerde TÜİK’in verilerine göre bile yıllık enflasyonun %18’e çıktığı, enflasyonun düşmesi gereken yaz aylarında yükseldiği ve yıl sonu hedefinin de yükseltildiği dikkate alınmalıdır. İstenecek zam oranları TÜİK’in belirlediği yüzdeler üzerinden değil zorunlu tüketim ürünleri başta olmak üzere emekçilerin yaşamlarını etkileyen harcama kalemleri üzerinden, refah payıyla birlikte belirlenmelidir.

İÇERDE DÜŞMANLIK DIŞARDA PAZARLIK

ABD’nin açıklamalarıyla Afganistan’da NATO’yla işbirliği yapan Afganların ABD’ye (belki başka müttefik ülkelere de) taşınması için üçüncü ülkeler kullanılacak. Afganlar önce belirlenmiş bir ülkeye gelecek,  işlemleri tamamlanınca da buradan da ABD’ye taşınacak. İktidar bu açıklamaya tepki göstermiş gibi yapsa da anlaşıldığı kadarıyla pazarlığı yapılan bir bir durumun açıklanması rahatsızlık verdi.

Sosyal medyada yayılan görüntüler sonrası ulusalcı muhalefetin başını çektiği propagandayla büyüyen Suriyeli, Afgan (mülteci/göçmen) düşmanlığı iktidarın da sıkıştığı alanlardan biridir. Özellikle yaşanan işsizliğin ve yoksulluğun sorumlusu olarak Afgan ve Suriyelilerin gösterilmesi ırkçılığın yoksullar ve emekçiler arasında da karşılık bulmasına yol açmaktadır. İktidar AB ve ABD ile yaptığı pazarlıklar, bunlar karşılığında aldığı ekonomik ve siyasi destekler nedeniyle çözüm üretemez noktadadır. HDP ve sosyalist muhalefet dışındaki partiler ise bazen susarak, bazen ırkçılığa yol vererek AKP ve MHP içindeki rahatsız seçmenleri hedeflemektedirler.

Bolu Belediye Başkanı’nın mültecilerin su ve katı atık ücretlerini 10 kat artırma kararı şu an komisyonda beklemeye alınmış görünüyor. Parti içinde ve dışında destekleyenler kadar karşı çıkanlar da olduğu düşünüldüğünde kararsızlık yaşandığı söylenebilir. Fakat Bolu Belediye Başkanı “Ben seçilince rozetimi çıkardım. Herkesin belediye başkanıyım” diyerek partiye de rest çekebileceği izlenimi vermektedir. Bu da önümüzdeki günlerde iç siyasi dengelere göre adım atacağını göstermektedir.

Sosyalistler, devrimciler olarak mülteciler/göçmenler konusunda sağlıklı ve net politikalar belirleyip barışı, kardeşliği, yaşam hakkını öne çıkarmak zorundayız. Siyasi kimliği olmayan fakat mülteci/göçmen karşıtı söz söyleyen çaresiz, yarın kaygısı içindeki işsizleri ve yoksulları “ırkçı”, “faşist” gibi suçlamalardan uzak bir yaklaşım ilk adımımız olmalıdır.

ABD’nin Afganistan’dan çekilme hazırlıklarını başlamasıyla birlikte Taliban’ın önemli kentleri ele geçirdiği haberleri de gelmeye başladı. ABD tümüyle çıktığında ve Kabil yönetimine askeri desteğini çektiğinde Taliban’ın Afganistan’ı tümüyle ele geçirebileceği söylenebilir. İslam devleti kurma iddiasında olan Taliban’ı “kardeş ve anlaşılabilir” olarak gören Saray/AKP/MHP iktidarı Afganistan’a asker göndermekte kararlı görünmektedir. İktidarın ekonomik krizi az da olsa hafifletmek ve uluslararası alanda iktidarının kabulünü sağlamak için Afganistan’a asker göndermesine karı çıkarken tüm halkları birbirine düşman eden emperyalist politikalara karşı çıkmak gerektiğini bir kez daha belirtiyoruz.

Bu konuda ayrıca uyarmak istiyoruz. NATO’nun Afganlardan oluşan özel birliklerini eğittiği ülkelerden birinin Türkiye olduğu ortaya çıktı. Türkiye’yi dolayısıyla Afganistan’da görev yapacak askerleri Taliban’ın hedefi haline getirecek bu durum Taliban’ın uluslararası alanda işbirliği yaptığı örgütlerin Türkiye’ye yönelik eylemlerini de tetikleyebilecektir. Bunların olması durumunda içerde ve dışarda ortaya çıkabilecek çatışmaların önünü almanın bedeli Saray/AKP/MHP iktidarının sağlamayı umduğu faydaların kat kat üzerinde olacaktır.

1 Yorum

Bir Cevap Yazın

Haftalık Siyasal Durum Değerlendirmesi