Cuma, Nisan 26, 2024
spot_img

Baharın Açmamış Çiçeklerine

Bir zamandır bir fotoğraf anlatır oldu bize halimizi ahvalimizi… Bir acının yaşanan katliamın vahşetin haksızlığın boyutunu anlamaya, dinlemek ve okumak yetmiyor… Dehşete düşmek için yeterli gelmiyor gencecik bir insanın Newroz girişinde kolluk kuvvetlerince öldürüldüğü bilgisi… Daha fazlasını istiyoruz, vahşeti, acıyı, o kişinin masumiyetini kanıtlayan bir fotoğraf, üstü çıplak elinde su şişesi ve bir çığlık arkada karanlık polisler Kemal’in yüzünün aydınlığının arkasında. Belki modern zaman insanının yeni özelliği; anı ve acıyı sindire sindire tüketmek istiyoruz. Bir katliamda elele tutuşan iki kadın, diğerinde arkadaşı kucağında can veren genç, enkaz altından çıkarılan çocuk ve onun kurtarıcısının elini tutan fotoğraf karesi… Bir acı romantizminden pornografisine varan görselliktir gidiyor. Peki, tüm bunlar ne işe yarıyor hakikaten?

Kemal’in arkasında yüzleri ayan beyan seçilen polislerin yargılanmasına mı? Bir katliamın gencecik insanların hayatını nasıl mahvettiği gerçeğinin hiç unutulmamasına mı? Bir çocuğun neden enkaz altında kaldığının tekrar tekrar sorgulanmasına mı?

Ahmet Arif in dizeleri geliyor aklımıza; ‘Dünya gördü, bizi boğazladılar’

İrfan Aktan ‘Kemal Kurkut kimdir’ yazısında şöyle diyor; “1990’lı yıllarda devletin Kürtlere yönelik uygulamalarını dünya görse, bir daha tekrarlayamazlar diye düşünürdük. Oysa dünyanın görüp görmemesinin sonucu değiştirmediğini şimdilerde anlıyoruz. Nitekim Abdurrahman Gök’ün fotoğrafları sayesinde dünya gördü, Kemal Kurkut infaz edildi. Fakat bu, infazcıların elini kolunu sallayarak evlerine dönmelerine mani olmadı, olmuyor.’’

Çünkü ‘koskoca’ bir valinin sizden canlı bomba olarak bahsetmemesi için elinde hiçbir delil olmaması yetmez; üzerinizin çırılçıplak olduğu vurulma anınızın fotoğrafının polislerin elinden kurtarılıp ortaya dökülmesi gerekir…

Tıpkı aynı ilin bir başka bir valisinin polis panzeri ile ezilerek hayatını kaybeden Şahin Öner için ‘elindeki bombayı patlattı ‘ diye söylediği yalanı ispat etmek için morgdaki cansız bedeninin fotoğraflarının Kemal’in öldürülüşünü de fotoğraflayan gazeteci tarafından servis edilmek zorunda kalınması gibi…

Bu ve benzeri pek çok hikâyeyi tüm yakıcılığıyla burada alt alta sıralayabilir, devletin muhalif, Kürt ve ‘sakıncalı’ gördüklerine uyguladığı ölüm ve cezasızlık politikaları için eşsiz bir arşiv sunabiliriz. Ki tarihi böyle yalanlarla yazmak isteyenlere karşı gerçeği dillendirme mücadelesi veren pek çok onurlu insan bunu yapmıştır ve yapmaktadır her şeye rağmen.

Ancak hikâyeler, roller, hatta yalanlar dahi değişmezken ve gerçekler Kemal‘in çığlığı kadar net ve yakıcı bir biçimde bir fotoğraf karesinden bize bakarken, bu gerçekliği tüm engellere rağmen bize ulaştıranlar 20 yılla yargılanırken Kemal‘i öldürenler dün beraat etti ve ben bilmem kaçıncı kez öfkelendim, utandım, lanet okudum ancak şaşırmadım, üstelik şaşırmayışımıza da şaşırmadım.

Tüm bunlara şaşırmadığım gibi bugün sağlık bakanının her gün kameralar karşısında yalan söyleyebiliyor olmasına da şaşırmadım. Ekonomi uçuyor diyen bakanlara da, hatta sonra istifalarına da…

Pek çok siyasetçi, yazar, muhalif, sanatçının haksız yere halen içerde olmasına da hiç mi hiç şaşırmıyorum artık…

Alelade bir sokak röportajında hükümeti eleştirdiği için insanların tutuklanmalarına da şaşırmıyorum…

Yani geldiğimiz noktada, gerçeklik korku ve desensitizasyon dışında vermesi gereken şaşkınlık, öfke, karşı çıkma gibi tüm yapıcı duygularımızı harekete geçirmekten çoktan uzaklaşmış. Korkumuzu perçinleyen ve suskunluğumuzu, görmezden gelme halimizi arttıran, hatta korkudan mazluma kabahat aradığımız bilgi ve görgü yığınına dönüşmüş.

Ezcümle yalanın koşulsuz egemenliği altında yalın gerçekliğin, rasyonalitenin bu ülkeye verebileceği pek bir şey kalmamış…

Bu sebeptendir çareyi yine tarihi yalanla yazan muktedirlere inat binlerce yıldır şiir, şarkı, dengbej, anlatılarla gerçek tarihi yazanlara kulak vermekte buluyorum, toplumsal belleğimizde bu binlerce yılın korkuları yerine vicdanından kalan parçaları uyandırabilsin diye…

Kemal Kurkut ‘un annesinin yaktığı ağıt gibi;

“Kemal sen baharın açmamış çiçeğisin,

Kemal bunu kabul etme,

Kemal UYAN’’

Bu riyakârlığı, bu zalimliği, bu hukuksuzluğu bu cinayetleri kabul etmiyorum…

Bir Cevap Yazın

SON YAZILAR