Ülkece mafya lideri Sedat Peker’in yayınladığı videoları bir dizi film gibi izlerken devamını bekliyoruz. Söyledikleri bazı şeyler itiraf niteliği taşıdığı için soruşturma ve olası yargılama süreçlerinde delil olabilecek durumda olmakla birlikte, yıllardır bilinen, söylenen, tartışılan şeyler olduğunu da biliyoruz.
Özellikle son videosunda 1996 yılında öldürülen Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı cinayeti için kendisinden tetikçi istendiğini ve kardeşini gönderdiğini söylemesi, gazeteci Uğur Mumcu ve Kürt iş insanları başta olmak üzere bazı faili cinayetlerle ilgili içerden biri olarak Mehmet Ağar’ı işaret etmesi önemlidir. Tam da bu aşamada Mehmet Ağar ve Korkut Eken’in de aralarında bulunduğu 1990’lı yıllardaki faili meçhuller davasındaki beraat kararının Ankara Bölge Adalet Mahkemesi tarafından bozulması dikkat çekicidir.
Peker’in videolarında (şu ana kadar) adlarını andığı kişilere ve ilişkilere bakıldığında daha çok Saray karşısında güç odağı olabilecek kişilerle sınırlı olduğu görülüyor. Tayyip Erdoğan’ı ısrarla dışarıda tutması ve olup bitenlerden habersiz olduğu vurgusu Peker’in Türkiye’ye dönüş bileti olarak yalnızca Saray’ı gördüğü, Saray’ın kendisine karşı ‘olumlu’ bir adımı olmazsa ve dönüş biletini sağlamaması durumunda Saray’a da yönelebileceği izlenimi veriyor.
AZDAN AZ ÇOKTAN ÇOK
Bu söz Tayyip Erdoğan tarafından kullanılan, Süleyman Soylu tarafından Saray’a ve olası diğer rakiplere gönderilen bir mesaj olarak anlaşılıyor. Saray/ AKP/ MHP iktidarının yıllar içinde yarattıkları ve büyüttükleri çürümenin bir sonucu da kimsenin birbirine güvenmediğini görmüş olduk. Birbirleri hakkında dosyalar tuttukları, kendilerini kurtarmak ve sağlama almak için tutulan bu dosyaların içeriğinin de herkesi ürküttüğünü anlıyoruz.
7 Aralık 2020 tarihli ‘Çember Daralırken’ başlıklı yazımızda dış ve iç siyasette Saray/ AKP/ MHP iktidarının içinde bulunduğu durumu anlatırken; “Alaattin Çakıcı’nın hapisten çıkarılması, 1990’lı yıllardan anımsadığımız Mehmet Ağar, Korkut Eken, Engin Alan’la görüntü vermesi, Çakıcı’nın Kemal Kılıçdaroğlu’nu tehdit etmesi ve son olarak IŞİD’in Ekrem İmamoğlu’na yönelik suikast hazırlığı içinde olduğu haberlerinin iktidar medyası tarafından komplo teorileriyle sunulması girdiğimiz yeni evrenin ipuçlarını barındırıyor.” demiştik. Girdiğimiz yeni evren ülkemizde en ilkel haliyle bile hukukun işlemediği, devlet organlarının yapması gerekenlerin bir mafya liderinden beklendiği, deyim yerindeyse bir belirsizlik durumudur.
Çürüme ve çöküşte payı olanların yitirecek çok şeyleri olduğu kesindir. Fakat bunların yitireceği her şey ülkemizin yani bizim olanlardır. Onların tümü yitirdiği zaman bizden çalınan her şeyi kazanmaya başlayabiliriz. Elbette yitirdiğimiz insanlar geri gelmeyecek, ancak onların o günlerde kurdukları gelecek düşlerini sürdürmemizin yolu açılacaktır. Yağmaya açılan kaynakların topluma dönmesi sağlanabilecektir. Bu nedenle düzeni değiştirmek için örgütlenmeyle birlikte düzen için muhalefeti de harekete geçirecek yollar ve yöntemler yaratmak zorundayız. Susurluk Skandalı’ndan daha büyük bir suç yapılanmasıyla karşı karşıya olduğumuz gerçeğiyle birlikte sosyalist, devrimci, demokrat muhalefetin 1990’lardan daha geri ve dağınık olduğumuz gerçeğine uygun, ikili bir savaşım yürütmek ve örgütlemek zorundayız.
Yukarıda belirttiğimiz 7 Aralık tarihli yazımızda; “Önümüzdeki günlerde, Cumhur İttifakı’nı oluşturan partilere dair yeni tartışma ve iç gerginliklerin artmasını beklemek yanlış olmayacaktır…” demiş ve eklemiştik. “…her durumda 2023 seçimlerine kadar geçecek sürede dahi Cumhur İttifakı ve partilerine, partililerine yönelik önemli hamlelerin yapılacağı, yeni dosyaların açılacağı görülüyor…”
Saray/ AKP/ MHP iktidarının yarattığı çürüme ve çöküşe halkı ortak etmek isterken, iktidar karşıtlarının bir kısmının da Sedat Peker’in açıklamalarına sarılmaları, hatta sosyal medya başta olmak üzere görüntü ve sözlerinin alıntılanması “iyi mafya”, “kötü mafya”, “bizim çıkarımıza” olan veya olmayan gibi bir algının oluşmasına, kısmen meşrulaşmasına da hizmet ettiği unutulmamalıdır.
Hollanda’da Türkiye’den bir zenginin sahibi olduğu banka hakkında ‘kara para aklama”, “sahte belge düzenlemek”, “dolandırıcılık” gibi suçlamalarla suç duyurusunda bulunulurken, İsveç’in en büyük bankalarından biri olan Handelsbanken “Türkiye ile birlikte 50’ye ülkeye dış ödemeleri kapattığını duyurdu. Dolayısıyla içerde olduğu kadar dışarda da mafya, kara para ilişkileri iktidarın günden güne sıkışacağını, sıkıştırılacağını gösteriyor. ABD’de görülecek Halkbank davası da sırada duruyor.
İCRA, İFLAS, İŞSİZLİK
Ekonomik kriz ve korona salgınıyla birlikte ülkemizde ve tüm dünyada sermaye el değiştirip yeni bir yapının taşları döşenirken ‘orta sınıf’ olarak tanımlanan gelir grubu yok ediliyor. Kurulmakta olan ekonomik yapı en zenginlerden ve en yoksullardan oluşturuluyor. Politika Çalışmaları Enstitüsü (IPS)’nün raporuna göre 18 Mart 2020- 18 Mart 2021 döneminde dünyadaki milyarderlerin servetleri 4 trilyon dolar daha arttı.
Ülkemizde de 11 milyona yakın işsiz (kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izin yardımı alanlar hariç), açlık sınırının altındaki asgari ücretle çalışan milyonlarca insan, 22 milyon icra dosyası ve iflas kararları ötelendiği için açık görünen fakat fiilen batmış milyonlarca işyeri düşünüldüğünce önümüzdeki dönemde çok daha büyük bir yıkım, yoksullaşmayla karşı karşıya kalacağız.
Salgın süresince Saray/ AKP/ MHP iktidarının sermayeye yönelik kaynak aktarma, kapanma uygulamalarından bile muaf tutma, vergi afları, ‘müşteri’ garantili köprü, otoyol ve hastanelere ödemeleri yapması vb. birlikte düşünüldüğünde bir tercih kullanıldığı açıktır. İktidar son bir yılda devlet bankaları aracılığıyla bir yandan döviz ve borsaya müdahale ederken bir yandan da kaynak aktarımı yapmaktadır. Öyle ki, 2020 Mart- 2021 Mart döneminde Ziraat Bankası, Vakıfbank ve Halkbank %48 ile %92 arasında zarar ettiler.
Bu nedenle Saray/ AKP/ MHP iktidarının zenginlere kaynak aktarımına karşı kaynakların işsizlere, yoksullara, emekçilere, çiftçilere aktarılması, bunun bugünden örgütlenmesi zorunludur. Önümüzdeki günlerde bugünkünden çok daha fazla toplumsal tepki ve öfkeyi göreceğiz. Bu tepki ve öfkenin kendi içinde sönümlenip teslim olmaması, bir mukavemet hattına akması ve muhalefeti büyütmesi için bugünden hazırlık yapmak, var olan parçalı muhalefeti ortak sorunlar ve talepler etrafında buluşturmak sosyalistlerin ve devrimcilerin görevidir.
DIŞ SİYASET DE İÇE DAHİL
Arap Baharı’yla başlayan Ortadoğu ve Afrika’nın yeniden dizayn edilmesi sürecinde Osmanlı bakiyesi görülen coğrafyada müdahil olan ve politik, siyasi, ekonomik yenilgiyle sonuçlanan süreçte kurulan iç ve dış ilişkiler de sürdürülemez duruma geldi.
Son olarak İsrail’in Filistinlilere yönelik saldırılarıyla birlikte Saray’ın ve AKP’nin ‘ümmet’ vurgusu, Müslümanlık üzerinden yapılan çağrı ve okumalar dış siyasetin iç siyasete havale edilmesi anlamına geliyor. Bu kavram ve söylemlerin dışarıda olumsuz karşılanacağını göremeyecek denli köreldiğini de gösteriyor.
Tayyip Erdoğan’ın ‘Irak, Türkistan, Filistin’deki kardeşlerimizin yaşadıklarına sessiz kalırsak yarın biz de aynı şeyleri yaşarız’ diyerek içeride yaşanabilecek gerileme ve iktidar kaybını yavaşlatmaya yönelik görülebilir. Fakat iktidar kaybının dış güçlerin operasyonu olabileceği düşüncesini de alttan alta işlemektedir. İktidar kaybının çürüme ve çöküşün sonucu değil de Irak’ta, Türkistan’da, Filistin’de olduğu gibi ‘batının’ veya ‘siyonizmin’ operasyonuyla olduğu/ olacağı gibi bir arka plan sunmasının üzerinde düşünmemiz gerekmektedir.
21 Aralık 2020 tarihli yazımızda belirttiğimiz gibi; “Gerek pandemi gerekse de sosyalistlerin öznel durumu nedeniyle topyekûn bir sokak muhalefeti bugün için zor görünse de yerellerde gelişen bugünkü eylemlilikleri aşan bir hareketlenmenin oluşması imkân dahilindedir.
Bu irili ufaklı, farklılık gösteren mukavemet hareketlerinin örgütlenmesi, ortaklaştırılması için bugünden yapılabilecekleri düşünmek, yol, yöntem ve araçlarını bulmak sosyalist siyasetin temel hedefi olmalıdır.”