Çarşamba, Nisan 24, 2024
spot_img

Dünyanın Tekbaş’ı

Ben okula girdiğimde o çoktan mezun olmuştu, fakat komik hikâyeleri halen ilk günün heyecanı ve hararetiyle dilden dile dolaşıyordu. Kantinde ne vakit uzun uzadıya bir geyik muhabbeti dönse, eski hikâyeler anlatılmaya başlansa, illa ki onun adı geçmeden, yaptığı bir muziplik anılmadan geçmezdi. Seksenli yılların başında Güzel Sanatlar Akademisi diplomasını koltuğunun altına sıkıştırarak kendisini sokağa atan Kâmil Tekbaş gerçek ile hayal arasında tam bir şehir efsanesiydi.

En çok anlatılanlardan biri de diplomaya yetmişli yılların başında üç kez üst üste şampiyon olan Galatasaray futbol takımının 11’ini tuvale aktardığı resimle çıkmış olmasıydı. Tablo Brian Birch teknik direktörlüğündeki Metin Kurt, Mehmet Özgül, Tuncay Temeller, Yasin ve Gökmen Özdenak’lı kadrosu ile futbol takımın ta kendisiydi. Bu kare dönemin Hayat Dergisi’nin ortasında verdiği, altısının ayakta, beşinin önde diz çökerek durduğu klasik takım posterinden birebir kopya edilmişti.

Bu tablonun bırakın yapılması, diploma resmi olarak profesörlere sunulması akademi tarihinde örneğine rastlanmayacak bir özgüvendi. Kendini toplumun elitleri olarak gören sanatçı kalabalığının karşısında hayli avam bir tutumdu ve buna Kâmil Tekbaş’tan başkası katiyen cesaret edemezdi. Tablonun başına gelip bakan ilk hoca Adnan Çoker olmuş, önce dudaklarını pırtlatarak gülmüş, ardından yüzünü buruşturmuş, nihayetinde de gözlerini kısarak, yıllarca elinden “çok çektikleri” bu adamdan kurtulmak istercesine notunu vermişti:

– “Tamam geçer”

***

Tekbaş böylelikle mezun olmuştu, ama hayaleti akademinin üzerinde dolaşmaya devam ediyordu. Onun en çok anlatılan hikâyelerinden biri de burnuyla çaldığı kavaldı. Bir iddia üzerine başlamış hadise anlatılana göre. Kantinde toplanmışlar yine makara yapıyorlar öğrenciler aralarında, Kamil’in de elinde bir kaval, Selçuk Alagöz Orkestrası’nda flüt çalacağım diye onunla antrenman yapıyor, üflüyor da üflüyor. Fırlamalardan biri de gaza getiriyor:

– “Kâmil hem kaval çalıp, hem de şarkı söyleyebilir misin?”

Tekbaş hiç lafın altında kalır mı, zaten yapamayacağı bir şey yok ki! Kavalı burun deliklerinden birine yerleştiriyor, oradan canhıraş nefes çıkarırken, öte yandan da o günlerde çok popüler olan “Neden Saçların Beyazlaşmış Arkadaş” şarkısını söylemeye uğraşıyor. Mucizevi bir biçimde beceriyor da… Tabi, etrafındakiler Kamil’in orada durmayacağını bildiklerinden gazlıyorlar da gazlıyorlar:

– “Çok süpersin Kâmil, bravo! Peki, hem şarkı söyleyip hem de çift kaval çalabilir misin?”

Dediklerine göre burnuyla ilk defa kaval çalanlardan biriymiş Kâmil. Ondan evvel Sadık Karadeniz denemiş, ama Kâmil spor yaparken nefesini sürekli geliştirdiği için daha bir muvaffak olmuş. Bu hikâyenin doğruluğuna şahit oldum yıllar sonra. Tekbaş İstiklal Caddesi’nde karikatür çizdiği zamanlarda, kurduğu tezgâhı adeta bir sirk çadırına çevirerek hayli eğlenceli bir program hazırlıyordu. Hem ekmek parasını çıkarıyor hem sanat icra ediyordu; repertuardaki gösterilerden biri de buydu.

***

Yine Tekbaş’ın efsane hikâyelerinden biri okula getirip, atölyeye ite kaka sokmaya çalıştığı at idi. Resim ve heykel atölyelerinin en yoğun mesailerinden biri de desen çalışmalarıydı. Önce birtakım nesnelerle başlanır, meyveydi sebzeydi derken çıplak insan modelleriyle bu faaliyet geliştirilirdi.

Tekbaş bu ya! Bu konuda da bir değişiklik, bir cinlik yapmayı kafaya koymuş. Millet de zaten hep aynı şeyleri çizmekten bıkmış. O günlerde at bakıcısı bir arkadaşı var bunun, İstanbul’a yakın bir yerde yaşıyor. Konuşuyor ikna ediyor, “ben senin için bir at bulurum” diyor. Nitekim adam sözleştikleri günün sabahında akademinin bahçesine geliyor, elinde geminden tuttuğu bir at. Tekbaş ile birlikte önce atı kapıdan geçirerek salona alıyorlar. Sola doğru kıvrılarak üst kata çıkan merdivenlerden hayvanı çıkarırlarken millet toplanıyor. Hocaların kulaklarına gidiyor olay, merdivenin başında karşılıyorlar bunu.

– “Kâmil bu ne hal, ne yapıyorsun?”

– “Hocam sıkıldım ya aynı modelden, arkadaşlar biraz da at çizsin dedim.”

***

İstanbul’a geldiği gün parayı bitirmiş, yatacak yer yok, mevsim kış. İlk geceyi Yenikapı’da bir balıkçı kayığında geçirmiş. Ertesi gün tir tir titriyor, üstelik karnı aç. Sirkeci postanenin önüne gelmiş. Bakmış ihtiyar bir adam mektup yazmaya çalışıyor. Sormuş buna okuman yazman var mı, yazar mısın diye.

– “Yazarım amca, sen bana iki tane kâğıt iki tane kalem al, ne olur ne olmaz kalemin ucu kırılır falan.”

Mektubu tek kâğıda yazıyor. Adamın eline sıkıştırdığı parayla da malzeme alarak, postanenin kapısında resim, karikatür çiziyor, mektup yazıyor. Cebine ilk koyduğu parayla en güzel lokantaya gidiyor. Ardından bir oda tutuyor.

1971 yılında Güzel Sanatlar’a birincilikle girmiş Tekbaş. Aynı gün radyoda spikerlik, tiyatroda oyunculuk ve Güzel Sanatlar’ın imtihanları çakışmış. O ise Ankara’dan nefes nefese koşturarak yetiştiği akademiyi tercih etmiş; Avrupa’lardan boyalar getirten zengin çocuklarının arasında başlamış geçim ve okuma mücadelesine.

Bu onun İstanbul’a ilk ayak basışı değilmiş, daha önce de bir sinema yarışmasına girmek için gelmiş. Bir elinde minik bir zincir sallıyor, sırtında mintan; girmiş Laleli Anadolu Tiyatrosu’ndan içeri. Jüri kendisini çok beğenmiş, ama o dönemin ünlü oyuncularından birinin torpilli akrabası seçilmiş.

Kader rotayı akademiye doğru yöneltince sayısız yük biniyor sırtına Tekbaş’ın. Mesela yurtta kalacak yer yok. Ankara’dan tanıdığı tiyatrocu Cüneyt Gökçer’in yanına gidiyor. Tiyatronun anahtarlarını veriyor Cüneyt Bey buna; hem orada kalsın hem de dekoratör olarak işin ucundan tutsun, harçlık çıkarsın. Kime Niyet Kime Kısmet oyunu için bir yandan sahne boyuyor, bir yandan da bir taksi eşliğinde İstanbul’un duvarlarını afişliyor. Bir akşam oyun kapalı gişe. Kapıdaki görevli geldi:

– “Kapının önünde zabıt arabası var, seni görmek istiyorlar.”

Çıkıyor dışarı, zabıtaları kahve içmeye buyur ediyor ama adamların bakışları sert, vücut dilleri kararlı:

– “Bırakın çayı kahveyi beyefendi, siz şehirde afiş yapıştırmadık direk bırakmamışsınız, ceza keseceğiz.”

– “Bakın memur bey, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı en ön sıradan oyunu izlemek için oturuyor” deyince zabıtalar yumuşuyor. Ceza kesmek yerine oyunu izleyebilecekleri bir iki sandalye rica ediyorlar.

Gündüz akademide akşam tiyatroda geçiyordu. Buradan para kazanmadı, yatacak yer karşılığında çalışıyordu. Zaten almak da istememişti, Cüneyt Bey’in borçları vardı, çalışmaya başlamasının dördüncü ayında tiyatroya icra gelmişti.

***

1952 Ankara doğumlu Tekbaş, Altındağ semtinden. Sivas kökenli alevi bir ailenin çocuğu, vazife gereği gelmişler Ankara’ya. Babası Ziraat Bankası’nda müdür, anne ev hanımı. Yedi kardeşin üç numarası, ama babasının vefatının ardından ailesiyle münasebeti kesmiş.

kamil tekbas minAkademide 12 yıl boyunca öğrencilik yaparak ulaşılması zor bir rekora imza atan, hem mektepli hem de alaylı sanatçı apoletlerini sağ ve sol omuzunda taşıyan Tekbaş ele avuca sığacak türden bir adam değildi. Akla gelecek ya da gelmeyecek her türden çılgınlığı gözünü kırpmadan yapabilirdi. Karlı bir kış gününde okulun rıhtımında ellerindeki kanyakla ısınmaya çalışırlarken denizde çırpınan martıyı buz kesmiş sulara atlayarak kurtaran oydu. Çok sevdiği, kendine örnek aldığı Muhammed Ali’nin boksu bırakmasına üzülerek, onu yeniden ringlere döndürmek için maç teklif eden de oydu. Okula ünlü pantomim sanatçısı Darius geldiğinde, çocukların “sen daha iyi yaparsın” gazına gelerek ertesi gün sahneye çıkan; yoga ve kungfu arası hareketlerle bacağını kafasının arkasına dolayan, Darius’un da takdirini kazanan oydu. Okula gelip “çocuklar aranızda öğrencilerin sorunlarını anlatacak biri çıksın” diyen kültür bakanı hanımefendiye Feridun Akozan’ı göstererek “Cesur insanları severim ama pasif rektörleri hiç sevmem. Burada öğrencilerin hiçbir sorunu çözülmüyor” diyerek okuldan atılmanın eşiğinden dönen de oydu.

Akademi öğrencileri ucuz kâğıt alsınlar diye Unkapanı’ndan top kâğıt alıp satan oydu. Televizyonlarda David Carradine’ın çekirgeyi oynadığı Kung-Fu dizisi henüz gösterilmeye başlamamışken, bu sporun hocalığına başlayan, Alibeyköy’de okul açıp 10 yıl hocalık yapan da oydu. Bu sporu -okuldan kaydının silindiği kısa zaman aralığında gittiği- Hindistan’da ve Çin’de öğrenmişti.

Kaldığı yurtta karyolasının başucuna kocaman bir Atatürk resmini yerleştirdikten sonra, tek başına gazete çıkaran, çıkardığı gazetenin sloganına “Dün Atatürk, bugün Ecevit, yarın Tekbaş” yazan oydu. Belediye başkanı ve milletvekili olmak için adaylığını koyduğu 1989 yılında Taksim’de miting yapan, Turgut Özal’a Nejat Eczacıbaşı’na, Sıla’ya fal bakan, yüksek stresin pençesinde kıvranan Antalya valisi Erol Tezcan’a rahatlaması için karşısına geçip kaval çalan, Öngördüğü tüm -bilhassa- siyasi kehanetleri 2013 yılına kadar mesken edindiği İstiklal Caddesi’nde halka yüksek sesle anons eden de oydu.

***

Bakırköy Belediye Başkanı Ahmet Bahadınlı destek olmuş. Caroussel’de bir mekân tahsis etmişti, ama o Beyoğlu sevdalısıydı. Bazen -eski yerinde olmayan- Hala Mantı’nın önünde, bazen de mesai saatlerini tamamlayarak kepenk indiren bir mağazanın önünde; yer zaman fark etmez o hep aynı iştahla bir yandan gelene geçene nutuk atıyor, öte taraftan arkasındaki duvara bir şeyler asıyordu.

Cumhurbaşkanlığına talip olduğunu açıkladığı 2014 yılında Bakırköy’de evinin önünde çelik sopalı adamların saldırısına uğradı Tekbaş. Aylarca hastanede yattı, altı buçuk saat süren bir ameliyatla kırılan bacaklarına çift platin takıldı. O tarihten sonra bir daha adım atmadı çok sevdiği İstiklal Caddesi’ne. Artık mekân olarak Kadıköy’ü bellemiş. Akşamları da son vapura yetişiyor, Burgazada’ya kalkan…

Bir Cevap Yazın

SON YAZILAR