Cumartesi, Nisan 27, 2024
spot_img

Engizisyon Karanlığı

Hakkını istediği için sokağa çıkan emekçiler, köylüler ve kadınlara yönelik olarak sergilenen yaklaşım, muhalif siyasi partilerin ve meslek örgütlerinin programları doğrultusundaki açıklama ve eylemleri karşısında alınan tutum ve açıklamalar iktidarın kendisini engizisyon mahkemesi yerine koyduğunu gösteriyor

Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Azimli yaptığı bir değerlendirmede “Engizisyon bugün Müslümanlar tarafından uygulanıyor” dedi. Prof. Azimli kitabında Hz. Muhammed hakkındaki sözleri kastı aşıyor iddiasıyla önce soruşturmaya uğradı, ardından ölümle tehdit edildiği için Çorum’u terk etmek zorunda kaldı.

Engizisyonun mantığı ve sonuçları açısından bakıldığında Saray/AKP/MHP iktidarının muhaliflere yönelik tüm söylem ve eylemlerinde bu gerçekliği görmemiz mümkündür. Hakkını istediği için sokağa çıkan emekçiler, köylüler ve kadınlara yönelik olarak sergilenen yaklaşım, muhalif siyasi partilerin ve meslek örgütlerinin programları doğrultusundaki açıklama ve eylemleri karşısında alınan tutum ve açıklamalar iktidarın kendisini engizisyon mahkemesi yerine koyduğunu gösteriyor. Aynı şekilde medyaya yönelik baskılar ve sansür düzenlemeleri, hukukun işletilmemesi ve devlet kurumlarının önemli ölçüde iktidarın tepkilerine bakarak karar vermesi gibi çok sayıda örnek var.

Selahattin Demirtaş, Osman Kavala davaları ve uygulanmayan yargı kararları, gazetecilere yönelik tutuklamalar, sanatçılara yönelik ‘dil kesme’ tehditleri, 2016 yılından bu yana ölçüsünü iktidarın ve iktidarı referans alan kamu yöneticilerinin belirlediği KHK ile ihraç edilen ve açlığa mahkûm edilen yüzbinlerce insan, Boğaziçi Direnişi’ni doğuran rektör atamaları ve sonrasında yaşananlar gibi örnekler tam olarak engizisyon mantığıdır. Çünkü iktidar kendi değer yargıları ve düşünceleri doğrultusunda var olan hukuku, yasaları yok saymakla kalmıyor, karşısında gördüğü kurumları ve bireyleri ‘dış güler’, ‘milli ve dini değerler’, ‘terörle iltisaklı’ gibi gerekçelerle şeytanlaştırıyor.

HDP’ye yönelik baskılar ve açılan kapatma davası sürecinde kullanılan dil ve kendilerini yargı yerine koyan iktidar sözcüleri, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaoğlu’nun ‘zamlar geri alınana kadar elektrik faturamı ödemeyeceğim’ açıklaması sonrası yapılan provokasyon, FETÖ söylemi gibi suçlamalar, açız, geçinemiyoruz, barınamıyoruz diyen yurttaşlara karşı takınılan tavır vb. onlarca örnek iktidarın en sıradan olaylarda bile geldiği noktanın Orta Çağ karanlığı olduğunu göstermektedir.

31.01.2022 tarihli ‘İktidarın Kaybetme Kaygısı’ başlıklı yazımızda iktidarın medyayı baskı altına almak için çıkardığı genelgeye değinmiş ve “Anayasa ve yasalara aykırı bir genelge ile RTÜK’ün yasakçı uygulamalarının önünü açtı. Söz konusu genelgede; “Medya aracılığıyla milli ve manevi değerlerimizi yıpratmaya, aile ve toplum yapımızı temelinden sarsmaya yönelik açık ve örtülü faaliyetlere karşı…” denerek iktidarın belirlediği ‘milli’ ve ‘manevi’ değerlere aykırı yayın yapan tüm medya kurumları yayın ve para cezalarıyla baskı altına alınacaktır.” yazmıştık. Anımsanacağı gibi daha önce de toplumsal olaylarda medyanın görüntü almasını yasaklayan bir İç İşleri Bakanlığı genelgesi yayınlanmış fakat Danıştay tarafından iptal edilmişti. Fakat İç İşleri Bakanlığı’nın benzer bir düzenleme içinde olduğu, fiili olarak da basın mensuplarının engellendiği haberlerine aşınayız.

KRİZİ YARATANLAR ÇÖZEMEZ

Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati ‘Türkiye Ekonomi Modeli’ni açıklarken yurttaşların yastık altı birikimlerine göz diktiklerini de açıklamış oldu. Her ilçede bankaların bir şubesinin, belirlenen kuyumcuların ve sonradan kurulacak platformların altın toplama işleklerinde kullanılacağını belirtti. Şu ana kadar Kur Korumalı Mevduat hesabında beklentilerin altında kalınması iktidarı yeni yollar aramaya itiyor. Türk Lirası mevduatların dolara endekslenmesi sonrası altın için de benzer bir izlenmesi iktidarın 2023 seçimlerine kadar görüntüyü düzeltecek her yolu deneyeceğini gösteriyor.

İthalatı düşürücü, üretimi artırıcı önlemler ve planlama yerine günü kurtarmaya ve her koşulda inşaat ve enerji şirketlerine kazandırmaya dönük ekonomik tercihten vaz geçemeyen iktidar halkın yastık altı birikimleriyle geçici rahatlama yaratmaktan öte geçemez. O da elinde altın bulunanların iktidara güveniyle doğru orantılı olarak birikimlerini iktidara teslim edip etmeyecekleriyle kendini gösterecektir.

1 Ocak’tan itibaren elektrik, doğalgaz ve akaryakıta gelen zamlar ve 2021 yılından devreden üretici fiyatları (ÜFE)’nin etiketlere yansımasıyla tüm tüketim ürünlerine gelen zamlar sonrası ülkenin hemen hemen her kentinde insanlar sokaklara çıkarak zamların geri alınmasını, hatta iktidarın istifa etmesini istiyorlar. Eş zamanlı olarak da kurye- lojistik, tekstil sektörlerinde başlayan ve gemi söküm işyerlerine uzaman iş bırakma ve eylem dalgası iktidarın ekonomi politikalarına tepkinin toplumun tüm kesimlerinde kendini gösterdiğine tanık oluyoruz.

Son bir aydır giderek yoğunlaşan ekonomik temelli eylem ve iş bırakmaların iktidarı köşeye sıkıştırmaya başladığı açıktır. Tayyip Erdoğan’ın hayat pahalılığını kabul etmesi ve temel gıda maddelerinde KDV’yi %8’den %1’e düşürdüğünü açıklaması, iktidar üyelerinin elektrik fiyatları ile ilgili olarak faturaları değilse de tepkileri düşürecek yollar aramaları, iktidara yandaşı bazı kurum ve kişilerin asgari ücret, emekli maaşları, imzalanan toplu sözleşmelerde gününden önce güncelleme yapılmasına yönelik açıklamaları iktidar seçmenlerini de içeren hoşnutsuzluğun yarattığı korkuyu göstermektedir.

Bunlarla birlikte ekonomik krizin nedenlerinin Gezi Direnişi, FETÖ Darbe Girişimi, kur saldırısı gibi gerekçelerle açıklanmaya çalışılması aynı zamanda toplumun krize alıştırılmaya çalışılması, iktidarın sorumluluğunu gizleme çabası olarak görülmelidir. 01.3.2021 tarihli ‘Ruh Çağırma Siyaseti’ başlıklı değerlendirmemizde iktidarın bugünküne benzer açıklama ve girişimlerine değinmiş ve “Dolayısıyla Mart ayında Tayyip Erdoğan tarafından açıklanacağı söylenen reform paketi açıklanabilirse, yalnızca ekonomik bazı düzenlemeleri içerecektir. Yerli ve yabancı sermayeyi ikna etmeyi önceleyecekleri böyle bir düzenleme doğası gereği yoksulları, ücretlileri, çiftçileri, küçük esnafı daha da büyük zorlukların beklediğine işaret olarak okunabilir.” demiştik.

Yinelemekte yarar var; ekonomik krizin sorumlusu olanlar krizi çözemezler. Daha doğrusu ortada yalnızca bir ekonomik kriz yok. İçerde ve dışarda yaşanan siyasi krizi, içerde Saray/AKP/MHP iktidarının bilinçli olarak yarattıkları toplumsal kriz, korona salgını birlikte tüm dünyayı kapsayan kriz, Ortadoğu, Ukrayna, Libya kaynaklı küresel güçler arasındaki gerilim sonucu yükselen ve giderek belirleyici olan uluslararası kriz gibi çoklu kriz ortamıyla karşı karşıyayız. İktidar tüm bu krizlerde kendi gücünü, geleceğini tahkim etmek ve var olan pozisyonunu kabul ettirmek için günlük politikalar izlediği için içerde ve dışarda ne yaparsa yapsın yaşanan ekonomik ve siyasi krizleri çözemez.

Tüm bu olup bitenlerin arasında iktidarın ve iktidar medyasının gündem dışında tutmaya çalıştığı önce Şafak Mahmutyazıcıoğlu’nun ardından ortağı Halil Falyalı’nın öldürülmesi kaçınılmaz olarak Susurluk Skandalı ve sonrasındaki gelişmeleri yeniden anımsattı. Hatta öncesinde Almanyalı Osmanlılar adındaki örgütün lideri Taner Ay’ın trafik kazasında ölmesi de düşünüldüğünde başta uyuşturucu olmak üzere uluslararası alanda yürütülen soruşturmalar ve bu soruşturmalarda adları anılan iktidara yakın kişilerin de içinde yer aldığı bir kavganın varlığı giderek büyüyor. Birçoğunu Susurluk Skandalı sonrası gelişmelerden bildiğimiz kişiler yeniden sahne almış görünüyor.

İktidarın suç örgütleriyle mücadelede başarılardan söz ettiği bir dönemde ortaya çıkan fotoğraflar, görüşme kayıtları, Halil Falyalı’nın Kıbrıs’taki cenazesinin devlet töreni denebilecek biçimde gerçekleşmesi gibi gelişmeler, 1990’lı yıllarda Tansu Çiller’in ‘devlet için kurşun atan da, kurşun yiyen de kahramandır’ sözünün günümüz için de yürürlüğe girmeye başladığının ipuçları gibi görünüyor.

17.5.2021 tarihli ‘Yağma Düzeni’ başlıklı yazımızdaki çağrımızı bir kez daha yinelemek isteriz; “Mafya, siyaset, ticaret, medya arasındaki bu kavgada emekçiler, yoksullar, işsizler olarak taraf olmak yerine üçüncü bir seçenek yaratmak ve her alanda, tüm ülkede temizliğin ancak halkın kendisi tarafından yapılabileceğini ve bu yağma düzenini ancak halkın yıkabileceğini öne çıkarmak zorundayız.” Sosyalistlerin, devrimcilerin, demokratların sürekliliği olan, restorasyon yerine sistemi değiştirmeyi hedefleyen bir seçeneği, bir mukavemet hattını örmeleri içine sürüklendiğimiz kriz ortamından ve karanlıktan çıkış için tek seçenek olduğu açıktır.

İKTİDAR TERCİHE ZORLANACAK

Rusya ile Ukrayna arasındaki gerilim ve ABD’nin Rusya ve Çine yönelik dış politikasında gerginliği yükseltmesi, ABD ve Rusya arasındaki restleşmeler iktidarı da bir tercihe zorlayacak. Daha doğrusu NATO üyesi olan Türkiye böyle bir tercihe zorlanacak.

Rusya ve Çin’in her alanda işbirliğini içeren bir ortaklığı duyurmalarının ardından ABD bu iki ülkeyle ilişkileri olan, ticaret yapan ülkeleri yeniden dizayn etmeye yöneldi. Bu kapsamda AB ile birlikte Güney Asya ve Pasifik ülkelerini ziyaret eden ABD’li yetkililerin Türkiye’nin de Rusya ve Çin ile ilişkilerini alt düzeye çekmesini isteyecekleri görülüyor.

01.3.2021 tarihli ‘Ruh Çağırma Siyaseti’ başlıklı yazımızda bu konuya değinerek; “Bu arada Rusya ve Çin’e yönelik dolaylı hamlelerin de artırılacağı görülüyor. Rusya doğalgazını Avrupa’ya taşımak üzere yapımı sürdürülen Kuzey Akım 2 projesinde yer alan şirketlere yaptırım sinyalinin ardından Fransız, Amerikan şirketleri projeden çekildiklerini, Alman sigorta şirketi ise projeyi sigortalamayacağını açıkladı. Rus gazını Türkiye üzerinden taşımayı amaçlayan Türk Akımı Projesi’nin de benzer bir son yaşama olasılığı yüksek.” yazmıştık. Bu satırları yazdığımız sırada Ukrayna krizinin bu kadar büyümediği, gerilimin yükselmediği dikkate alındığında Saray/AKP/MHP iktidarının bugüne kadarki tarafları idare etme politikasının yürümeyeceğini söylemek mümkün.

Bu gelişmeler karşısında Rusya’dan alınan S-400’lerin, 2023 yılında ilk ünitesinin açılması planlanan Akkuyu Nükleer Santrali’nin, ABD’de görülmekte olan Halkbank Davasının, Çin ile kurulan ekonomik ilişkilerin yeniden tartışmaya açılacağı açıktır. Ekonomik kriz ortamı ve seçim sürecine girilmiş olması karşısında iktidarın kolayca tercihte bulunamayacağı, tercihte bulunursa karşılığında siyasi ve ekonomik olarak elini rahatlatacak talepler ileri süreceği beklenebilir. Fakat iktidarın bugüne kadarki tutarsızlıkları nedeniyle böyle bir dönüşün inandırıcı olmayacağı açıktır. Üstelik tercihini ne yönde yaparsa yapsın diğer kriz ve çatışma bölgelerinde karşılaşacağı sorunları kısa vadede aşabilmesi mümkün görünmüyor.

Gıda, turizm, enerji gibi alanlarda Türkiye’nin Ukrayna Rusya’ya bağımlı olması, swap anlaşmaları ve yatırımlar açısından Çin ile girilen ilişkiler her durumda iktidarı zorlayacak alanlar olarak öne çıkıyor. Daha doğrusu iktidarın kendi ideolojik, politik önceliklerini ülkenin önceliklerinin yerine koyması nedeniyle uluslararası alanda yaşanan bu sıkışma gerçekte Türkiye halkının zorlanması olarak görülmelidir.

Bir Cevap Yazın

[td_block_10 custom_title="YAZARIN DİĞER YAZILARI" autors_id="29" limit="6" block_template_id="td_block_template_6"]

Haftalık Siyasal Durum Değerlendirmesi

4,216BeğenenlerBeğen
944TakipçilerTakip Et
6,269TakipçilerTakip Et