Cumartesi, Nisan 20, 2024
spot_img

Antik Çağda Müzik ve Eskilerin Şöleni

Antik dönemlerin müziği günümüz edebiyatının da ilham kaynağı. ‘Hayalet Müzik 2 – Eskilerin Şöleni’ öykü seçkisi tam da böyle bir fikirle ve ilhamla doğdu. Bu kitapta geçmişin sisli, loş koridorlarında geçen ve müzik eşliğinde ilerleyen gerilimli, tekinsiz öyküler bulacaksınız

Seslerle çevrelenmiş bir dünyada yaşıyoruz. İnsanlar ve hayvanlar dertlerini sesleriyle anlatırlar. Peki ya doğa? Kıyıya çarpan dalgaların, rüzgârın önünde birbirine çarpan dalların, tepeden dökülen kumların, akan suyun, yağan yağmurun, sarsılan yerin… Uzun lafın kestirmesi canlı ya da cansız her şeyin bir sesi mevcut. Tıpkı herkesin kulakları ve eğer bunu engelleyecek bir sağlık problemi yoksa, duyma yeteneği olması gibi…

Envaiçeşit sesle dolu bir dünyada müziğin doğmasına şaşırmamak gerekir. Acaba müzik ne zamandan, kaç bin yıldan beri insan hayatında var? Bana kalırsa bu soruya net bir yanıt vermek pek de kolay değil. İnsanların mağaralarda yaşadığı, kaya yüzeylerine resimler çizdiği, avcılık yaparak ve doğada hazır buldukları bitkileri tüketerek yaşadıkları Paleolitik Devir’de müzik var mıydı? Büyük ihtimalle evet. O dönemde doğayla kelimenin tam anlamıyla iç içe yaşayan insan toplulukları duydukları sesleri taklit etmiş ve ilkel bir şarkı söyleme biçimi geliştirmiş olmalılar. Ava giderken ağaç gövdelerinden ya da bulabildikleri başka malzemelerden yaptıkları davullarla avlarını şaşırtmak ve çaresiz kılmak istemeleri de kuvvetle muhtemel.

SÜMERLERDEN ANTİK YUNAN’A

İnsanların tarıma ve hayvancılığa başladığı, köyler kurduğu Neolitik Devirden kalma, kemik gibi dayanıklı malzemelerden yapılmış basit müzik aletleri arkeolojik çalışmalarda bulundu. Sümer, Mısır, Hitit gibi büyük antik uygarlıklarda ise müzik bir hayli gelişmişti. Günümüzde Irak’ın güneyinde bulunan Sümer kenti Ur’daki kral mezarlarında, aralarında lirlerin de olduğu müzik aletleri bulunmuştu. Bu mezarlar Milattan Önce 2500’lü yıllara ait. Sümer’de müzik de müzisyenler de vardı ve müzik çoğunlukla tanrılara adanan tapınaklarda ya da bayramlarda icra edilen, ritüellerle iç içe geçmiş bir faaliyetti. Sümer’den sonraki Akad, Babil, Asur gibi Mezopotamya medeniyetlerinde ve Antik Mısır’da da müziğin hayli önemli bir unsur olduğunu o dönemlerden kalan kabartmalardan, görsel sanat eserlerinden ve pek çoğu dinî nitelikli yazılı belgelerden biliyoruz.

Peki ya Anadolu’da ilk merkezi krallığı kuran, bu toprakların en önemli medeniyetlerinden biri olan Hititler? Evet, müzik Hititlerde de çok önemliydi. Bunu hem Hititlerden kalan kabartma figürlü büyük kült vazolarındaki sahnelerden hem de çivi yazılı belgelerden biliyoruz. Erken Hitit dönemine tarihlenen ve bulunduğu yerin ismiyle İnandık Vazosu olarak adlandırılan kült vazosunda resmedilen kutsal evlenme ritüelinde müzisyenlere, şarkıcılara ve dansçılara da yer verilmişti. Hitit tapınaklarında, bayramlarında, ölü ritüellerinde de müziğin ve müzisyenlerin önemli bir rolü bulunduğunu biliyoruz. Kabartmalardan anladığımız kadarıyla zil, çalpara, saz, lir gibi enstrümanlar Hititlerde kullanılıyordu.

Antik Yunan’da da çok önemliydi müzik. Homeros gibi ozanlar destanlarını müzik eşliğinde anlatırdı. Tapınaklardaki törenlerde ve tiyatroda da vazgeçilmez bir unsurdu müzik. Zeus’un kızları olan dokuz Musa içinde müzikle ilişkili olanlar çoğunluktaydı. Farklı türlerde ve boyutlarda lirler, üflemeli bir saz olan aulos, Antik Yunan dünyasında yoğunlukla kullanılırdı. Makamlar da biliniyordu Antik Yunan’da. Her biri ayrı bir sanat eseri olan kırmızı ve siyah figürlü Yunan vazolarında müzik aletleri, çalgıcılar ve şenlikler de betimlenmiştir. Müziği “tanrıların armağanı” olarak gören eski Yunanlıların bazı tanrıları müzikle özellikle ilişkiliydi. Işığın ve kehanetin de tanrısı olan Apollon aynı zamanda müziğin ve güzel sanatların da ilahıydı örneğin. Apollon lir çalardı, Pan ise flüt.

EDEBİYATIN İLHAM KAYNAĞI OLARAK ANTİK MÜZİK

Peki, Antik dönemlerin müziği günümüz edebiyatının ilham kaynaklarından biri olabilir mi? Evet, tabii ki olabilir. Hatta oldu bile. Hem derleyicisi hem de on yazarından biri olduğum ‘Hayalet Müzik 2 – Eskilerin Şöleni’ öykü seçkisi tam da böyle bir fikirle ve ilhamla doğdu. 2019’un kasım ayında yine derleyicisi ve yazarlarından biri olduğum ‘Hayalet Müzik’ antolojisini çıkarmıştık. ’10 yazardan 10 dehşet öyküsü’ alt başlığıyla yayımlanan bu kitapta müzik temalı, özgün korku öyküleri bulunuyordu.  2021’in nisan ayında ise ‘Hayalet Müzik 2 – Eskilerin Şöleni’, tıpkı ilk kitap gibi Artemis Yayınları tarafından okurlara ulaştırıldı. Yazar kadrosu Mehmet Güreli, Daryo D. Beskinazi, Zeynep Çolakoğlu, Yurdagül Şahin, Murat S. Dural, Nurgül Çelebi, Selim Çiprut, Nezihe Altuğ, Hakan Balcı ve bendeniz Özlem Ertan’dan oluşan ‘Hayalet Müzik 2 – Eskilerin Şöleni’nde, geçmişin sisli, loş koridorlarında geçen ve müzik eşliğinde ilerleyen gerilimli, tekinsiz öyküler var.

ESKİLERİN ŞÖLENİ’NDEN ÖYKÜLER

Türkiye’nin en önemli sanatçı ve entelektüellerinden biri olan Mehmet Güreli’nin öyküsü ‘Beyaz Sandal’, İtalyan Barok dönem bestecisi Albinoni’nin müziği eşliğinde zamanlar ve mekânlar arasında gidip gelen, derinlikli bir kurgu. Lidya Kralı Gyges, cinayet, kaçış ve bir tarihçinin geçmişe yaptığı yolculuk, ‘Beyaz Sandal’ın iskeletini oluşturuyor.

Bendenizin kaleme aldığı ‘Katra Kadını’ Hitit döneminde, bu devletin başkenti Hattuşa’da geçiyor. Hattuşa’daki Büyük Tapınak’ta işlenen gizemli bir cinayet, katili bulmak için kehanet yoluna başvuran rahipler ile rahibeler, ülkesinin geleceğinden korkan Hitit Kralı II. Murşili ve eski bir ihanetin gölgesi, tapınakta şarkıcılık yapan Katra kadınlarının sesleriyle, ilahileriyle birleşiyor.

Daryo D. Beskinazi’nin öyküsü ‘Dönme’, daha geç bir devirde, Sefarad Yahudilerinin din değiştirip Hıristiyan olmaya zorlandığı, bunu kabul etmeyenlerin ise vahşice öldürüldüğü 1400’lü yıllarda İspanya’da geçiyor. Ailesini kurtarmak için görünüşte Katolik olan, ama gizlice kendi inançlarını sürdüren usta hekim Don Lisandro del Monte’nin Yahudi çocukları kurtarmak için Çingene dostlarıyla uygulamaya soktuğu tehlikeli plan Flamenko ritimleriyle işliyor.

Zeynep Çolakoğlu, ‘Lorelei’ adlı hikâyesinde farklı zamanlara, yaşamlara ve unutmanın kör kuyusuna götürüyor okurları. Bir Antik Yunan kentindeki Odeon’da şarkı söyleyen ve yeteneğiyle kıskançlık oklarının hedefi olan Ariadne, sesleriyle Yunan kahramanı Odysseus’un aklını başından alan Sirenler, Türklerin tanrıçası Umay, şifacı şamanlar, Tuva Türklerinin şarkıları, modern çağlarda yaşayan bir müzisyenin kendini arayışı… ‘Lorelei’ tüm bunları müzik eşliğinde anlatıyor.

Yurdagül Şahin’in ‘Aşk, Müzik ve Tanrıça’ öyküsünde Anadolu’nun Ana Tanrıçası Kibele’nin vatanı Frigya var. Kibele için düzenlenen törende vahşi bir müzik eşliğinde kendinden geçen rahip adayları erkekliklerini tanrıçaya kurban etmeye hazırlanırken, aşkın ve doğanın sesleri, kendilerini duyurmak için bu kanlı ritüelin bitmesini bekliyor.

Murat S. Dural, ‘Her Şeyin Ezgisi’nde uzun hem de çok uzun yılların yorgunluğunu üzerinde taşıyan bir Antik ozanın içsel yolculuğunu aktarıyor. Antik Yunan filozoflarından Thales’in de karakterlerinden biri olduğu öykü, tanrısal sonuyla dikkat çekiyor.

Nurgül Çelebi’nin kaleme aldığı ‘İthaka’nın Rüzgârları’, Hymnos’larla yani Antik Yunan ilahileriyle yolunu bulan bir annelik ve savaş öyküsü. İthaka’da, iki farklı zamanda geçen bu hüzünlü ve gerilimli öyküde, yeni doğurduğu bebeğinden ayrılan bir annenin acısına ve savaşın yıkımına tanıklık edeceksiniz.

Selim Çiprut’un ‘Ölümün Dört Mevsimi’ öyküsünü okurken kendinizi 1845 yılının İstanbul’unda bulacaksınız. İstanbul’da keman sesleri eşliğinde işlenen cinayetler, yeni kurulan polis teşkilatının merceğindedir. Memurlar Avram ve Ethem bu cinayetlerin izini sürer. Avram son derece kültürlü, felsefe tahsili yapmış bir Yahudi’dir. Ethem ise deli dolu, iyi kalpli biridir. Peki katili ya da katilleri ararken Avram ile Ethem’in başına neler gelir? Bu sorunun cevabı, sürükleyici kurgusuyla dikkat çeken ‘Ölümün Dört Mevsimi’nde.

Nezihe Altuğ’un yazdığı ‘Kurmacamın Kahramanı Ouroboros’ta Çandarlı’daki evinde düşe ve kurmacaya dalan bir kadın, Siren Kayalıkları’nın üstündeki kulede yankılanan sesler ve kelimelerin arasında serpiştirilmiş antik gizemler var.

Hakan Balcı’nın öyküsü ‘Aynalar’da ise bir psikiyatr, başından tekinsiz olaylar geçtiği belli olan hastasının defterini buluyor ve anlatı akabinde ürkücü bir hal alıyor. Çok eski bir lanet, tuhaf güçler tarafından ele geçirilen insanlar… Yüzyıllar aşıp gelen bir lanetin kara gölgesiyle hemhal olmuş bu öyküye ‘Yaktılar Halimimi’ şarkısı eşlik ediyor.

Antik Çağ’ın üstünden binlerce yıl geçti, doğru. Ancak etkisi, söylenceleri, kazanımları zamandan bağımsız tanrısal yaratıklar gibi aramızda yaşamaya, sözlerimize, seslerimize sızmaya devam ediyor. Öyle olmasaydı ‘Hayalet Müzik 2 – Eskilerin Şöleni’ni yazar mıydık? Kim bilir belki de zaman sadece bir yanılsamadır.

- Advertisement -

Bir Cevap Yazın

Özlem Ertan
Gazeteci, Yazar
1,520TakipçilerTakip Et
1,320TakipçilerTakip Et