Salı, Nisan 23, 2024
spot_img

Politik Bir Gösterge Olarak İçki

Alkolün, Türkiye modernleşmesindeki turnusollerden biri olması bir yana, bu kararların aynı zamanda kendi içinde darmadağın olan, gittikçe Cumhur İttifakı’ndan uzaklaşan ama henüz Millet İttifakı’na yaklaşmamış olan kesimleri toparlamaya dönük olduğunu da unutmamak gerekiyor

Türkiye’de “modern” tartışması hiçbir zaman “birey” ve onun “akıl”ı üzerinden yapılmadı. Oysa modern dediğimiz şey eni sonu Rönesans’ın, Refom’un, Aydınlanma’nın ve onların altyapısındaki kapitalizmin bir tezahürüydü. Batı’da modern olma, modernite, İtalya’dan başlayarak mimariden heykele, resimden felsefeye bir “yeniden doğuşu” ima eden Rönesans; Ortodoks Kilisesi ile Katolik Kilisesi’nin 1054’teki ayrılığı bir kenara konursa, 16. yüzyılda bizzat Katolik Kilisesi’ne yönelik eleştirilerden beslenerek gelen Reform; coğrafi keşifler ile Amerika’dan getirilen değerli maden (yani nakit para) ve Afrika’dan getirilen kölelerin (yani ucuz, bol emeğin) kesişim noktasında tezahür eden kapitalizm ve tüm bunların 17. yüzyıl sonları ama asıl 18. yüzyılda düşünce dünyasına yansımasıyla şekillenen Aydınlanma’yı ifade ediyordu.

Bir siyasal kavram olarak “birey”, onun “akıl”ı ve elbette bu “akıl”ın toplumsal sorunlar üzerindeki etki ve sonuçları, siyasal düşüncelerin temel tartışma konuları arasına bu karmaşık dönüşümün sonucunda girmişti. Kant’ın Aydınlanma’yı insanlığın ergenliği ile teşbih ederek açıklaması da bu anlamda önem kazanıyordu: Aydınlanma öncesi, Kant’ın tanımında bir “çocukluk dönemi”, yani insanlığın kendi kararlarını verecek olgunluğa sahip olmadıkları dönem, kabaca 18. yüzyıl sonrası ise insanlığın ergenliği yani bireylerin toplumsal sorunlara kendi akıllarıyla çözüm üretmeye koyuldukları dönem olarak anılıyordu. Aydınlanma ile “ergen-insanlık” kendi adına karar veren “aşkın otoriteleri” tartışmaya; hâşâ ne tartışması, yerle yeksan etmeye başladı. Önce Tanrı, sonra da soylular, kendi kararlarını kendi aklının aydınlığında alan modern insan karşısında baş eğeceklerdi. Tam da bu dönemde, Aydınlanma’nın en önemli “kurumlarından” ansiklopedi cehalete karşı berkitilen “aklın mavzeri haline geliverdi. Mehmet Ali Ağaoğulları, Sokrates’ten Jakobenlere Batı’da Siyasal Düşünceler’inde (İletişim, 2015) Diderot’un Ansiklopedistlerin parolasını, Voltaire’e yazdığı bir mektupta; “Çürük inançlara, softalara, yobazlara, cahillere, kaçıklara, kötülere ve zorbalara aman yok!” şeklinde özetler. Sonuç olarak modernite dediğimiz şey Batı dünyasında kapitalizmin, Rönesans’ın, Reform’un ve Aydınlanma’nın bir terkibi olarak çıkar. Modern’in özünde “akıl”, kendi kararlarının bilincinde olan, bireyin aklı vardır; bu, moderniteyi aynı zamanda çocukluk döneminde onun adına karar verme hakkına sahip olan aşkın otoritelere, Tanrı ve Kral’a karşı da bileyen de bir modernitedir.

Türkiye’de muasırlaşma, modernleşme ise bu hattan yürümedi; Türkiye modernleşmesinin aksında “akıl” ve “birey” değil, “devletin bekası”, onun “muasır”laştırılması (ki bu da Osmanlı’nın kendisinden “ileride” olduğu gözlemlenen devletlere siyasi, ekonomik, askeri vb. açılardan yetişmesi anlamında asırdaşlıktan fazla bir anlama gelmiyordu) şeklini aldı. Cumhuriyet ise ağırlık noktasına artık muasır olan, çağdaş olan bu devleti sırtlayacak muasır bir toplum, bir ulus inşa etme düşüncesini yerleştirdi; böylece Cumhuriyet’in ulus-devletinin “devlet”i, o ulus-devletin “ulus”unu kurmaya, inşa etmeye yöneldi. Bunun, Türkiye pratiğinde muasırlaşma, “modern” olma düşüncesinin içinin epeyce boşaltılmasını gerektirdiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Batı’nın modernleşmesi bireyin aklını -ve akıl sahibi bireyin kendi adına karar verecek tüm aşkın otoritelere başkaldırısını- tanımlarken Türkiye’de muasırlaşma, modernleşme bireyin, toplumun devlete itaati ve onun tarafından şekillendirilmesinin politikası olarak yerleşti: Ha ne oldu! İslam’ın nuruyla aydınlananlar ve aydınlanmamışları tenvir edip nurlandıranlar artık “modern” olanın nuruyla bizi aydınlatmaya başladılar. Türk modernleşmesi bireyin yerine karar veren aşkın otoritelerin kendi içindeki bir mücadele olarak şekillendi. Aşkın otoriteyi tartışmak ise kafirlik, bölücülük, vatan hainliği ve komünizm propagandası olarak kaldı.

Trancendental olana, aşkın olana bir “başkaldırı” ya da Türkiyeli bireyin ergenliği olarak kodlanamayan bir “Türkiye-modernitesi”, Türkiye insanının akılla kurduğu bir ilişki ve buna dair tartışmalar değil, yaşam tarzlarına dönük bir göstergeye bürüne geldi. Batılı formları, yaşam tarzlarını kopyalayanlar modern ve Batılıyken, Arap yaşam tarzını kopyalayanlar geleneksel ve İslamî olarak anılır oldular. Alkol de Türkiyeli gelenekseli Türkiyeli modernden ayıran en önemli “gösterge”lerden biri oldu. Pierre Guiraud Göstergebilim’de (İmge, 2016) göstergenin bir uyarıcı olduğunu, duyusal bir töz, cehver, substance olduğunu; “gösteren”in o şeyin zaman içinde geçirdiği değişimlere rağmen onun içinde kalan temel unsur olduğunu ifade ediyor ya, işte Türkiye’de “modern/geleneksel” olma ilişkisinde alkolü de buraya yerleştirebiliriz sanırım. Tıpkı gösterenin insanın beyninde uyandırmış olduğu belleğe dayanan imgenin aslında zihinde başka bir uyarıcının imgesine bağlanması ve “göstergenin” iletişim doğrultusunda bir ikinci imgeyi canlandırması gibi, “alkol” de Türkiye’de modern olma/olmamanın turnusolü olageldi.

Yeni kısmi Men-i Müskirat yasaklarımız hayırlı olsun. Alkolün, Türkiye modernleşmesindeki turnusollerden biri olması vb. bir yana, bu kararların aynı zamanda -tıpkı İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasından, tıpkı Ayasofya’nın ibadete açılmasından beklenen pratik faydalarda olduğu gibi- kendi içinde darmadağın olan, gittikçe Cumhur İttifakı’ndan uzaklaşan ama henüz Millet İttifakı’na yaklaşmamış olan kesimleri toparlamaya dönük olduğunu da unutmamak gerekiyor.

Keyifli pazarlar

Bir Cevap Yazın

PAZAR PAZAR

Mete Kaan Kaynar
Akademisyen, Yazar
2,738BeğenenlerBeğen
28,707TakipçilerTakip Et
spot_img
[td_block_10 limit="6" custom_title="YAZARIN DİĞER YAZILARI" autors_id="22" block_template_id="td_block_template_6"]