Cumartesi, Nisan 27, 2024
spot_img

İstanbul Sözleşmesi’nin Kaldırılmasının Ardından!

20 Mart gecesi Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldı. Bunun hukuki düzlemde mümkün olup olmayacağına dair tartışmalar sürmekte. Fakat sonuçta Erdoğan, bir hafta sonra yine bir Cuma namazı çıkışında “gireriz ve girdiğimiz gibi de çıkarız” sözleriyle bu işi bitirdiğini duyurdu. Yaklaşık iki yıldır dindar muhafazakâr eril bloğun Yeni Akit ve Yeni Şafak’taki ve çeşitli dergilerdeki temsilcileri, çeşitli dernek, vakıf gibi kuruluşlar İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasına dair yoğun propagandalar yaptılar. Eğer kaldırılmazsa AKP’nin oy alamayacağını söyleyerek tehdit ettiler. Bugün geldiğimiz noktada bunlar köşelerinden teşekkür yazıları ve mesajları yazdılar. Fakat bununla yetinmeyecekleri açık. Çünkü sırada nelerin kaldırılması gerektiğine dair çeşitli talimatlarda bulunmayı ihmal etmediler. Örneğin Yeni Akit’ten Abdurrahman Dilipak, sırada CEDAW[1] ve Lanzarote[2] olduğunu yazdı. Ona göre Türkiye AB’ye de rest çekmeli, Vatikan’ın yaptığı gibi Müslüman Halklar Topluluğu’nu örgütlemeli, yeni bir uyanışı başlatmalı ve riskli isimlerden uzak durarak yeni kabine değişikliği yapmalı.[3] Aynı gün yine aynı gazeteden Ali Karahasanoğlu ise, “Cennet, annelerin ayaklarının altındadır” hadisi şerifini, daha yüksek sesle ve daha fazla söylememiz gerekir; İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükte olduğu tarihlerdeki kadın cinayet sayısı ile bu sözleşmeden vazgeçildikten sonraki asgariye inmiş kadın cinayet sayısını göstererek feministleri morartmamız gerekir; “Kadına şiddeti önleme” adı altında, “toplumsal cinsiyet” kavramlarının topluma dayatılmasının, “cinsiyet yönelimi” ile toplumun zehirlenmesinin önüne geçmemiz,  Kadına şiddetin önlenmesinin lafla değil, eşcinselliği meşrulaştıran sözleşmelerle değil, inancımıza daha fazla bağlanarak önleneceğini göstermemiz gerekir dedi.[4]

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararını iktidarın önde gelen isimleri nasıl değerlendirdi?

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, “başlangıçta kadın haklarının güçlendirilmesini teşvik etmeyi amaçlayan İstanbul Sözleşmesi, Türkiye’nin toplumsal ve ailevi değerleriyle bağdaşmayan eşcinselliği normalleştirmeye çalışan bir kesim tarafından manipüle edilmiştir. Türkiye’nin sözleşmeden çekilme kararı alması da bu nedene dayanmaktadır.”[5] diyerek kamuoyu duyurusunda bulundu. Eski Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı, şimdiki AKP Genel Başkan Yardımcısı Fatma Betül Sayan Kaya, aynı cümleleri tekrar etti ve “Ankara Mutabakatı” denen yeni bir çalışmayı ortaya koymayı planladıklarını söyledi.[6] Eril bloğun başka bir sözcüsü olan Baran Dergisi’nden, Ankara Mutabakatı’na hemen bir eleştiri geldi. Feminist saldırıyı azaltmak için siyaseten ileri sürülmüş bir fikir ise bunu anlayacaklarını ama eğer ki İstanbul Sözleşmesi’nin ruhuna mutabık bir arayış içine girilecekse asla böyle bir şeyi kabul etmeyeceklerini söylediler.[7]

Yasin Aktay ise, Habertürk TV’de, İstanbul Sözleşmesi’nin bütün olumsuzlukların sebebi olarak görüldüğünü söyledi. Ona göre insanlar bir noktadan sonra yaşadıkları olumsuzlukların sebebini, bizzat kendileri de sebep olmuş olsa dahi, başka bir şeyin üzerine atma, onu günah keçisi yapma eğilimi gösterirler, bu da doğal bir toplumsal psikolojidir. Yani ona göre toplum bir kurban bulmalıydı o da İstanbul Sözleşmesi oldu. Aynı konuşmanın devamında, İstanbul Sözleşmesi’ni savunanların azınlık olduğunu karşı olanların ise daha geniş bir kitle olduğunu söyledi. Burada çoğunluk ve azınlık kategorilerinin nasıl kurulduğuna dikkat etmek gerekiyor.

Bu sözlerden, kendi tabanını oluşturan bir kesimden gelen baskıya daha fazla karşı koyamadığı, bu nedenle tadil yolunu dahi seçmeden doğrudan kaldırmak zorunda kaldığını anlıyoruz. Ama bir taraftan başka bir isimden, AKP Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal’dan, “19 yıldır yaptıklarımız hazırlıktı, asıl şimdi başlıyoruz.” açıklaması geldi. Bu açıklama, az önce aktardığım açıklamalardan oldukça farklı. Yani İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasını, onu günah keçisi ilan eden bir kesimin baskısının sonucu olan münferit bir olay gibi mi göreceğiz yoksa başka bir “başlangıç” için topyekûn bir dönüşümün parçası olarak mı göreceğiz ya da öyle görmemiz mi isteniyor? Dindar muhafazakâr eril bloğun bununla yetinmeyen, daha fazlasına işaret eden talepleri bu ikinci seçenek üzerinde düşünmemizi mümkün kılmaktadır.

İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasına giden süreçte neler söylendi?

Sürecin fitilini ateşleyen şey Abdurrahman Dilipak’ın, 27 Temmuz 2020’de Yeni Akit’teki köşesinde “AKP’nin Papatyaları” adlı yazısı oldu. AKP içindeki İstanbul Sözleşmesi’nin imza sürecinde bulunan kadınlar için “fahişe ve onların türevleri” ifadesini kullandı, parti içinde ve dışında sözleşmesinin savunulmasını şiddetle eleştirdi. Bunun üzerine AKP Genel Merkez Kadın Kolları da bu ifadeleri nedeniyle Dilipak’a 81 ilde suç duyurusunda bulundu.[8] Gelen tepkiler üzerine Dilipak Cumhurbaşkanı’na hitaben, “Açık Mektup” adlı bir yazı yazarak, tartışmaya konu olan yazısındaki “fahişe ve onların türevleri” ifadesini LGBTİ yerine kullandığını ama yanlış anlaşıldığını söyledi.[9]

Aslında bu tartışmalar Dilipak’ın yazısından önce başladı. 2019’da Erdoğan, bu sözleşmenin bağlayıcı olmadığını söyleyerek daha öncesinden başlayan itirazların yüksek sesle dile getirilmesine vesile oldu. Bahsettiğim dindar muhafazakâr eril bloğun görünen yüzlerine yakından bakmak gerekiyor. Onlardan biri olan Türkiye Aile Meclisi Platformu’nun kendine ait bir web sitesi yok, ama sosyal medya hesabı var. İLKHA(İlkhaber) denen bir haber platformunda açıklamalar ve duyurular yapıyorlar. Türkiye Aile Meclisi, İçişleri Bakanı’na “Eşcinselleştirme Operasyonu” adlı hazırladıkları kitabı hediye ediyor ve eşcinsel dernek ve örgütlerin terör örgütü kapsamına alınması gerektiğini söylüyorlar.[10] Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramını ve İstanbul Sözleşmesi’ni 15 Temmuz’la eşleştirerek ikisini de işgal ve terör eylemi olarak görüyor ve böylece meseleyi ulusal güvenlik sorunu haline getirmeyi amaçlıyorlar.[11] Neyi savunuyorlar, şöyle özetleyelim: Aile reisi erkektir diyorlar; Kadın haklarını, erkeğin etkisiz hale getirilmesi olarak okuyorlar (25 Ocak 2020); Kadının en büyük istihdamının annelik olduğunu söylüyorlar; Erken evlilikleri savunuyorlar; Aile, toplum ve devlet arasında organik bir bağ kuruyor ve en temel saydıkları ailedeki bozulmanın hepsini bozacağını iddia ediyorlar. Aynı zamanda aileyi inançla ilgili bir mesele olarak görüyorlar; İstanbul Sözleşmesi dahil uluslararası anlaşmalara itirazlarını, temel değerler, inançlar, haya, iffet, fıtrat, inanç kavramlarını kullanarak dile getiriyorlar; İstanbul Sözleşmesi bir günah keçisi gibi iş görüyor. Kadınların sokakta denize girdikleri kıyafetleriyle dolaşmalarının, boşanmanın ve şiddetin artmasının, yozlaşmanın, ahlaksızlaşmanın vb. türlü sorunun kaynağı olarak bu sözleşmeyi görüyorlar. Türkiye Aile Meclisi olarak yaklaşık 40 ilde teşkilatlandıklarını, ailenin korunmasına yönelik faaliyetlerini artarak devam ettireceklerini söylüyorlar.[12]

Aralık 2020’de “Aile Dernekleri Birliği” adlı bir grup, TBMM’de milletvekili odalarına “İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun iptal edilsin! Erkeklere negatif ayrımcılığa son verilsin”[13] isimli kitapçık gönderdi. Bu birliğin internet sitesi yok. Sosyal medyadan haberlerini paylaşıyorlar. Bunların dışında İstanbul Sözleşmesi’ne karşı olan başka oluşumlar da var. Örneğin, “İstanbul Sözleşmesi Çalışma Platformu” adlı bir oluşum, “İstanbul Sözleşmesi Raporu”[14] adlı bir rapor hazırladı Ağustos 2020’de. Bu platform, Hukukçu Kadınlar Derneği ve Türkiye Aile Meclisi öncülüğünde bir araya gelen yüzlerce vakıf, dernek ve sendikadan meydana gelen bir oluşum ve internet siteleri yok. “Aile Akademisi Derneği”[15] adlı bir sitede de İstanbul Sözleşmesi, Lanzarote Sözleşmesi ve toplumsal cinsiyet aleyhinde yayınlar yapılıyor, seminerler düzenleniyor.

Aslında İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması talebi bütünün bir parçası, çünkü bununla birlikte Batı kaynaklı olmakla suçlanan eğitim, hukuk ve yönetim şeklini içeren birçok şeye de seslerini yükseltiyor ve toplumsal hayatın bütününün İslam’la şekillenmesini talep ediyorlar. Örneğin Albayrak grubunun çıkardığı haftalık “Gerçek Hayat” adlı dergi “Şimdi değilse ne zaman, sen değilsen kim?, Hilafet için toparlanın”[16] diyerek hilafete çağrıda bulunmuş, takip eden sayılarında harf devrimini eleştirerek Cumhuriyet devrimlerini tartışmaya açmıştır. Bu tekil bir örnek değildir. Özellikle İstanbul Sözleşmesi kaldırılmasının hemen sonrasında hilafetin yeniden tesis edilmesi yönünde sesler yükselmeye başladı.[17]

Milli Eğitim’den Yükseköğretim’e kadar eğitim sistemi hakkında yapılan eleştirileri “Yeni Akit” Gazetesi’nden Ali Erkan Kavaklı’nın yazılarında bulabiliriz. Şöyle diyor: “İmam hatiplerin ortaokulları açıldı, liselerden milli güvenlik dersleri kalktı, lisede bir saat olan din kültürü ve ahlak bilgisi dersi 2 saate çıktı. Bütün okullara seçmeli Kur’an, siyer, temel dini bilgiler dersi kondu. Din dersi kitapları dini anlatır hâle geldi, eski dönemlerde laikliği anlatan, gelenek ve görenekleri işleyen bölümler kaldırıldı.” (25 Haziran 2020). Fakat AKP ders kitabı yazım komisyonlarında ve Talim Terbiye Kurulları’nda iktidar olamadı. Çünkü Kur’an, Siyer ve Temel Dini Bilgiler’in öğrenciler tarafından az seçildiğini, bunun sorumlusunun da Milli Eğitim Bakanı olduğunu söylüyor. Ayrıca ona göre fen bilgisi, hayat bilgisi, coğrafya, sosyal bilgiler, fizik, kimya ve biyoloji ders kitapları Allah’ın adını anmıyor. Materyalist, pozitivist ve dinsiz bir içeriğe sahip. Gençlik bu nedenle ateizm ve deizm kıskacında. Ona göre, ders kitaplarının yazılmasında “%99’luk inançlı kitlenin bakış açısı, inancı ve görüşü dikkate alınmıyor, % 1’i bile bulmayan dinsizlerin bakış açısı geçerli oluyor.”

Kavaklı iktidardan ne yapmasını istiyor?: AKP ders kitabı yazım komisyonunda iktidar olmalı, Talim Terbiye Kurulu ve Milli Eğitim Bakanı değiştirilmeli;  ders kitapları pozitivist ve dinsiz anlayış yerine İslam inancına uygun olarak yeniden yazılmalı; Eğitim sistemi İslam ile barışmalı. Doğunca kulağına ezan okunan yavrularımızın okulda da ezanla barışık olması gerekir; Bütün okullar imam hatip ortaokulu ve liseli programlı olmalı; Karma eğitim dayatması son bulmalı; Eğitimdeki kapitülasyonlara son verilmeli, yabancı dillerde eğitim veren okullar kapatılmalı. Galatasaray Lisesi ve İstanbul Erkek Lisesi kapatılmalı; ÖSYM, Kur’an, Siyer, Temel Dini Bilgiler derslerinden TYT’de 40; AYT’de 30 soru sormalı.[18]

 Topyekûn bir İslami hayat tahayyülü

Dindar muhafazakâr eril söylemin gazeteci, akademisyen, avukat veya ne iş yaptığını bilmediğimiz temsilcileri hem medyayı hem sosyal medyayı kullanarak koro halinde kara propagandalarını yaptılar. Bir hat boyunca uzanan aynı suçlayıcı, tehditkâr ve kendinden emin ifadeleri görmek mümkün. Ne söylüyorlar?

– Aile, toplum ve devlet arasında erkeğin iktidar olması ve din temelinde organik bir bağ kuruyorlar. Hepsinde iktidar dindar bir erkek olmalı.

– Erdoğan ile kendi aralarında doğrudan bir özdeşlik ilişkisi kuruyorlar. AKP içindeki “Batıcı muhafazakâr veya feminist” olarak adlandırdıkları kadınların, Erdoğan ile Müslüman halk -yani Müslüman erkekler ve uysal Müslüman kadınlar- arasındaki uyumu engellediğini söylüyorlar.[19]

– Çok cüretkâr ve tehditkarlar. Kendi İslami anlayışlarını, kendi tanımladıkları haliyle aile, toplum, eğitim ve devlet anlayışlarını tek hakikat söylemi olarak dayatma peşindeler ve iktidardan bu noktada destek görüyorlar. İslam’ın mümkün başka yorumlarını kabul etmiyorlar. Örneğin bir İlahiyat profesörü olan Mustafa Öztürk aldığı tehditler nedeniyle erken emekli olup Almanya’ya gitmek zorunda kaldı.[20]

– Yapay gerilim alanları yaratmak suretiyle istediklerini yaptırma yoluna başvuruyorlar. Bunu da kendilerinin çoğunluğu oluşturdukları algısı ve Erdoğan’da da mağruriyet psikolojisi (sen her şeyi yapmaya muktedirsin!) yaratmak suretiyle ona taleplerini gerçekleştirme baskısı kurarak yapıyorlar. Ancak bu baskının iktidarın bilgisi ve rızası dahilinde gerçekleştiğini bilmek gerekir.

– Sadece kadın hakları meselesinde değil, bütün düzlemlerde toplumsal hayata yönelik İslami bir restorasyon tahayyülüne sahipler. Yazdıklarından yola çıkarak, bu erkek kalkışmasını “eril restorasyon” değil, İslami bir restorasyon olarak okumak mümkün. İslami restorasyonun bileşenlerini erkek ve kendi tanımladıkları haliyle din olarak görüyorlar.

– Ne oldu da şimdi sözleşme kaldırıldı? İslami hayat talepleri yeni değil, hep vardı. Şimdi bu taleplerin güçlü bir şekilde dile getirilmesinin sebebi, yaşadığımız toplumsal değişimlerin (kadın ve erkeklik hallerinin değişmesi, dindar çevrelerde kadınlık ve erkeklik hallerinin değişmesi, çeşitlenmesi) elde tutulamayacak bir hale gelmesi, özellikle dindar ve seküler  kadınlar arasında feminizm vasıtasıyla sosyolojik buluşma noktalarının artmasından duyulan rahatsızlık -antagonizma üzerinden kendilerini var ettikleri için çatışan keskin kimliklerin erime ve yitirilme korkusu onları tedirgin etmektedir-, aynı zamanda pandemi nedeniyle açığa çıkan ve   iktidar tarafından çözülemeyecek hale gelen ekonomik krizin, bir adım ötesini belirsiz ve istikrarsız kıldığı için geçmişe, geleneklere ve dine sarılma refleksini artırmış olmasıdır. Neden başka bir şeye değil de bunlara sarılma gereği duyuluyor? Çünkü öteden beri bilinçaltına işlenmiş pedagojik yatkınlıklar bunlar. Değişim karşısında refleks, bu bilinçaltına dönme isteği şeklinde tezahür ediyor. Bir taraftan da bunu bilinçli bir çıkar elde etme talebi olarak değerlendirmeliyiz. Çünkü İslami restorasyon talebi, iktidarın aşamayacağı siyasal ve ekonomik sorunların üstünü örtmesine, dindar muhafazakâr tabanın da öteden beri arzuladığı şeyi gerçekleştirmesine hizmet ediyor. Yani iktidarın iktidarını devam ettirme arzusu ile dindar muhafazakâr eril bloğun öteden beri gördüğü iktidar rüyası onları İstanbul Sözleşmesi karşıtlığında birleştirdi. Bu birleşme daha başka taleplerde de mümkün olacak gibi görünüyor.

– İstanbul Sözleşmesi tartışmaları, bir taraftan buna karşı olan dindar muhafazakâr eril söylemin nerelerden ve kimler tarafından üretildiğini, işbirlikçilerini, zehirli dilini, kavram haritalarını ve politik taleplerini aşikâr hale getirdi. Diğer taraftan da kadının yeri, konumu ve hakları konusunda AKP içindeki ve AKP destekçileri arasındaki görüş ayrılıklarını ve çatlakları belirginleştirdi. İktidarı daha İslami bir toplumsal düzen için gerekenleri yapmaya zorlayan marjinal İslamcı erkekler ile daha liberal muhafazakâr kesim, özellikle AKP içindeki kadınlar arasında ciddi uzlaşmazlıklar yarattı. Bunun bir örneğini Özlem Zengin’in Ayasofya İmamı Boynukalın ile girdiği münakaşada gördük. Ayasofya İmamı’nın 8 Mart’ta attığı tweet’te “sürekli ‘kadın cinayetleri’ vurgusu, kadını erkeğe düşman etmeye çalışan bir sloganik medya propagandasıdır.” demesi üzerine Zengin siyasetin işine karışmamasını söyledi. O da cevaben, ailenin reisinin dinen erkek olduğunu söyleyerek, ad vermeden Zengin’i yerini bilmeye davet etti. Çünkü aile onlara göre toplumun ve devletin temeli. Onu erkek yönetiyorsa, toplumu ve devleti de erkek yönetecek demektir. Bu koalisyonda kadınlar yerlerini bildikçe ve uysal oldukları müddetçe kabul görecekler. Halbuki Özlem Zengin partisinin bir kadın partisi olduğunu söylemişti. Başörtüsü mağduriyeti yaratması sebebiyle Kemalist politikalar bugüne kadar günah keçisi ilan edilirken kadın hakları için potansiyel risk oluşturan dindar muhafazakâr eril kesim göz ardı edilmişti. Şimdi bu kesim sadece seküler kadınlara değil, AKP içindeki kadınlara da hadlerini bildiriyor.  Böylece başta Özlem Zengin olmak üzere AKP içindeki kadınların güçlü konumlarının da kırılgan olduğu gün yüzüne çıktı. Her kadının bir gün yaralanabileceği gerçeği, kadınların haklarının seküler evrensel düzenlemelerle garantiye alınmasını savunmanın sadece feministlerin değil bütün kadınların (KADEM’in, Özlem Zengin’in, dindar feministlerin, feminist olmayan dindarların…herkesin) işi olması gerektiğini gösterdi bize.

Başörtülü kadınların Erdoğan’a minnet borcu var!

Dindar muhafazakâr eril bloğa göre bir kadın kamusal alanda başörtüsü ile bulunabiliyorsa bu Erdoğan’ın sayesindedir. Başörtülü kadınlar bitmeyen bir minnet borcuyla borçlandırılıyorlar. Başörtüsü takıp da AKP’yi desteklemeyen kadınlar ihanetle, minnetsizlikle veya vitrin mankeni olmakla suçlanıyor. Yeni Akit’ten bir yazar, “Şeyma kızımızın Erdoğan’a üç teşekkür borcu!”[21] adlı yazısıyla Boğaziçi öğrencisi başörtülü Şeyma’nın atanmış rektör Melih Bulu’yu protesto etmesini kınamış, ona minnet borcunu hatırlatmıştır: “Başörtü yasağının kalkmasında da.. İmam hatip liselerinin tekrar yaygınlaşmasında da.. O liselere, sol kafanın tüm çığırtkanlıklarına rağmen, diğer liselerle eşit tecrübede öğretmenleri görevlendirmesinde de.. İmam hatiplere üniversite imtihanında uygulanan katsayı zulmünün kaldırılmasında da.. Tayyip Erdoğan’ın çabasını inkâr edemezsiniz. Bu açıdan.. Şeyma kızımız, bugün Boğaziçi’nde okumasını kendisi açısından önemli bir başarı olarak görüyorsa.. Bundan dolayı Tayyip Erdoğan’a üç defa teşekkür etmesi gerekir..” (7 Şubat 2021) diyerek Şeyma nezdinde okuyan bütün başörtülü kadınları nedamet getirmeye (pişman olmaya) veya tövbeye davet etti.

Makbul olmayan başörtülü kadınlar!

Kadınları başörtülü ve başörtüsüz diye ayırmanın yanında, başörtülü olanları da kendi içinde makbul olan ve olmayanlar diye ayırıyorlar. Şeyma gibi gençler, dindar feministler, AKP içinde İstanbul Sözleşmesi’ni savunan kadın milletvekilleri, KADEM’in yöneticileri…  Makbul olmayan kadınları Dilipak’ın “fahişe” diyerek suçladığını gördük. AKP Kadın Kolları kendisini dava edince, başörtülü kadınları zamanında mahkemelerde nasıl da savunduğunu yazıp, şimdi başına gelenleri minnetsizlik olarak değerlendirmişti.

AKP içindeki daha liberal kadınları, “Batıcı muhafazakârlar” olarak değerlendiriyorlar. Yine dindar muhafazakâr eril bloktan radikal bir grup, AKP içinde İstanbul Sözleşmesi’ne destek veren kadınları “feminist ve feminist destekçileri” olmakla suçlayıp onların tasfiyesini istiyor.[22]

KADEM’in ürettiği söylem nedir?

KADEM, İstanbul Sözleşmesi’nin tartışılmaya açıldığı dönemde çekinceli de olsa sözleşmeden yana bir tavır sergiledi. İktidar partisinin bir uzantısı olması dolayısıyla dindar muhafazakâr eril bloğun seçmen tabanının baskısını göz ardı edecek bir konumda değil. Dolayısıyla, LGBTİ’ye ve feminizme karşı olduğu vurgusuyla, İstanbul Sözleşmesi’ni bunlarla özdeşleştirerek kara propaganda yapan bloğu teskin etme yoluna gitti. Fakat anneliği savunurken dindar kadınların eş olmadan önce kul olmaları gerektiğini, tebliğ sorumluluğu nedeniyle eğitim almaları ve kendilerini güçlendirmeleri gerektiğini, ayrıca kadınla erkeğin ontolojik eşitliğini savunduklarını da dile getirdi. KADEM’in kullandığı dil dindar muhafazakâr eril bloğun unsurlarını mutlu etti ama tam olarak tatmin etmedi. Öyle ki KADEM kademe kademe aileyi yıkmakla suçlanmaktan kurtulamadı.

KADEM, İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasından önce 8 Mart’ta “Kadın Haklarına Dair İlkeler Bildirgesi”ni yayınladı.[23] “Varoluşta eşitlik, sorumlulukta adalet” sloganıyla ilan ettikleri bu bildirgede, kadın ve erkeğin eşit haklara, fakat farklı bireysel ve toplumsal sorumluluklara sahip olduğunu söylüyorlar. Daha önceki açıklamalarında toplumsal cinsiyet kavramını kullanırken bu metinde kullanmıyorlar, fakat “kadın, kendisini toplumun dayattığı sosyal ve ekonomik kalıplaşmış rollerle tanımlamak zorunda bırakılamaz” derken toplumsal cinsiyetten bahsediyorlar. Mahrem alanı erkeğin mülkiyeti olarak görmediklerini, erken evlilikleri onaylamadıklarını, kadının çalışması için gerekli şartların oluşturulması gerektiğini söyleyerek ve nafaka ve boşanma tazminatını kadının hakkı olarak tanımlayarak dindar muhafazakâr eril bloğun karşı olduğu her şeyi savunduklarını ortaya koyuyorlar.  Bir taraftan da aileyi ve evlilik kurumunu neslin ve nesebin bekası için elzem gördükleri vurgusu ile kadın ve erkek arasında cinsiyet farklılığının korunması ve farklı cinsel yönelimlere karşı olma noktasında hem önceki söylemleriyle tutarlı olduklarını hem de yukarıda gösterdiğim dindar muhafazakâr eril kesimin söylemleriyle kısmi olarak örtüştüklerini ortaya koyuyorlar.

27 Mart 2021’de Akşam Gazetesi’ne verdiği röportajda da KADEM başkanı Gümrükçüoğlu, iktidarın İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme gerekçesini tekrar etti, fakat sözleşmeden çekilmenin, iç hukukta kadınlar lehine olan kazanımlardan geri adım atılacağı anlamına gelmeyeceğini, hatta bu konuda yapılacak iyileştirmelere katılacaklarını ve konunun takipçisi olacaklarını beyan etti.[24] Bu beyandan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek ile yetinilmeyeceğini 6284’ün de tadile uğrayacağını anlıyoruz. O zaman eril bloğun taleplerinin iktidar tarafından dikkate alınmaya devam edileceği, KADEM’in de müdahil olacağı anlamına gelir bu.

Değerlendirme

Murat Belge, Birikim’deki yazısında “AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın bu yakınlara kadar Türkiye toplumundan (seçmeninden) gördüğü rağbet ve teveccühün ciddi bir “şeriat özlemi”nden geldiği kanısında değilim.”[25] dedi. Erdoğan bunu uzun vadeli bir politika olarak benimsemeyecek ama yukarıda örneklerini verdiğim talepler, tabanının az da olsa belli bir kesiminin eğiliminin bu yönde olduğunu ve iktidarın da çıkarı gereği buna teveccüh gösterdiğini, çatışma kültürü üzerinden beslenmesi gereken durumlar söz konusu olduğunda zaman zaman teveccüh göstereceğini de ortaya koyuyor. Bunu çok ciddiye almak da önemsememek de başımıza gelenleri doğru değerlendirmememize sebep olabilir.

İslami restorasyon tahayyülünün kuvvetli bir şekilde dile getirilmesi, Erdoğan’ın seküler ile dinci kesim arasında kutuplaşma üzerinden seküler kesimde kadim bir korkuyu, irtica korkusunu harlayarak zayıflayan iktidarını yeniden güçlendirme stratejisidir. Fakat Erdoğan bir taraftan bu korkuya vesile olacak olan İslami restorasyon tahayyülünü beslerken bir taraftan da partinin organik bir uzantısı olan Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM) aracılığıyla kadın haklarından vazgeçilmediği mesajı vererek dindar muhafazakâr eril bloğa yüz vermeyecek olan dindar veya mütedeyyin kadınları uzaklaştırmamaya gayret etmektedir. İzlediği bu iki strateji ile Erdoğan aynı amacı gütmektedir, fakat kadının yeri, konumu ve hakları konusunda birbirinden ayrışan bu iki yönelim arasında dengeyi nasıl tutturacağını zaman gösterecek. İktidarın her yeni durum karşısında manevra yapabilme kabiliyeti ve çekirdek katı kimlikleri (Türkçülük, Kürtçülük, laikçilik, dincilik) keskinleştirerek birbiriyle çatıştırma ve bundan çıkar elde etme stratejisi sayesinde daha bir sürü akıldışı duruma şahit olacağız gibi görünüyor.

Sonuç olarak, Erdoğan’ın 2018’deki İslam’ın güncellenmesi söylemlerinden, iktidarda kalma stratejileri gereği radikal bir dinci grubun lehine kadın haklarına dair önemli kazanımlarımızdan birini feda etmesi noktasına gelinmesi ve daha nelerin feda edileceğinden emin olamayacağımız gerçeği feministleri iktidar ilişkilerinin dışında faillik göstermeye, feminist kesişme alanlarını genişletmek için farklı kimliklerle daha fazla iş birliğine ve daha da güçlü bir şekilde sesini yükseltmeye çağırmaktadır.

 

[1] Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi Sözleşmesi.

[2] Çocukların Cinsel Suistimal ve Cinsel İstismara Karşı Korunmasına İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi.

[3] www.yeniakit.com (21 Mart 2021), “Teşekkürler”

[4] www.yeniakit.com (21 Mart 2021), “Kadına şiddeti önlemede, artık görev bizde!”

[5] www.iletisim.gov.tr (21 Mart 2021), “Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden Çekilmesine İlişkin Açıklama”

[6] www.gazeteduvar.com (21 Mart 2021), “AK Partili Kaya: İstanbul Sözleşmesi’ne ihtiyacımız yok, ‘Ankara Mutabakatı’ denen yeni bir çalışma yapıyoruz.”

[7] www.barandergisi.net  (21 Mart 2021), “Soruşturma: Kültürel Sevr Sözleşmesi Yırtıldı!”

[8] www.gazeteduvar.com, “AK Partili kadınlar 81 ilde Dilipak’tan şikayetçi olacak”, 7 Ağustos 2020; t24.com, “AKP Kadın Kolları’ndan “AKP’nin papatyaları” yazısı nedeniyle Abdurrahman Dilipak hakkında 81 ilde suç duyurusu”, 11 Ağustos 2020.

[9] www.yeniakit.com, 16 Ağustos 2020.

[10] İlkha.com (17 Eylül 2019). “Aile Meclisi’nden Bakan Soylu’ya “eşcinsel örgütler’ hakkında talep”

[11] İlkha.com (12 Temmuz 2019). “Küresel sapkınlara karşı topyekûn mücadele etmeliyiz”

[12] İlkha.com’da yayınlanan 10 Eylül 2019, 17 Eylül 2019, 25 Eylül 2020, 10 Temmuz 2019, 12 Temmuz 2019, 25 Ocak 2020, 12 Ekim 2020, 14 Ekim 2020 tarihli yazılar.

[13] https://ilkha.com/guncel/tbmm-de-istanbul-sozlesmesi-ilgili-kitapciklar-dagitildi-147319. Bu haber sitesinde kitapta neler anlatıldığına dair şunlar söylendi: “Sosyal terör olarak nitelendirilen Feminizm ideolojisinin 1837’den günümüze tarihçesinin de anlatıldığı kitapçıkta Cumhuriyetin ilk yıllarındaki kadın derneğinin bizzat Atatürk tarafından kapatıldığına dikkat çekildi. Feminizmin cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet ve zehirli erkeklik gibi teorileri içinde barındırdığı LGBT hareketiyle kol kola yürüdüğünün açıklanarak anlatıldığı kitapçıkta feminizm ideolojisinin kadınları evlenmemeye ve çocuk doğurmamaya yönlendirmesi ve 6284 sayılı Kanun’u nedeniyle yabancı gelin sayısında patlama yaşandığı istatistiklerle gösterildi.”

[14] https://ilkha.com/files/uploads/Dosya_b7a3f5f0b6.pdf

[15] www.aileakademisi.org, “Bilimsel Çalışmalarda Kadın-Erkek Farklılıkları” (2014), “10 Maddede İstanbul Sözleşmesi Neden İptal Edilmelidir?” (2019), “10 Maddede Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Nedir?”, “İstanbul Sözleşmesi’ne Karşı Çıkanlar hakkında 10 Yanlış İddia” (2020), “İstanbul Sözleşmeleri Tartışmalarında Sık Kullanılan 14 Manipülasyon” (2020) adlı yayınlar yapılmıştır. Derneğin kuruluş amaçları için bkz. Aile Akademisi Derneği Tanıtım Kitapçığı.

[16] Gerçek Hayat dergisi, “Şimdi değilse ne zaman, sen değilsen kim?, Hilafet için toparlanın”, 1031. sayı, 27 Temmuz- 2 Ağustos 2020; Gerçek Hayat dergisi, 1039. sayı, 21-27 Eylül 2020 (Bu sayıda dil devrimi tartışılıyor). Bu dergiye gerçekhayat.com.tr’den dijital olarak da ulaşılabilir.

[17] Örneğin Mardin Artuklu Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Ahmet Ağırakça, İslam dünyasının bir araya gelmesini sağlayacak olan tek şeyin hilafet olduğunu belirterek, “Hilafetin ihya edilmesi TBMM’nin yetkisindedir. Şayet ki çoğunluk herhangi birini halife seçtik kararını verirse bunda hiçbir sıkıntı olmaz. Meclis 15 dakika sürecek bir kararla bunu bitirebilir” ifadelerini kullandı (www.yeniakit.com, 22 Mart 2021)

[18] www.yeniakit.com’da 6 Şubat 2020, 26 Mart 2020, 2 Nisan 2020, 9 Nisan 2020, 20 Haziran 2020, 25 Haziran 2020, 2 Temmuz 2020, 9 Temmuz 2020, 20 Ağustos 2020, 3 Eylül 2020, 24 Eylül 2020, 8 Ekim 2020, 15 Ekim 2020, 12 Kasım 2020, 19 Kasım 2020, 26 Kasım 2020, 10 Aralık 2020, 17 Aralık 2020, 31 Aralık 2020 tarihli yazılar.

[19] www.barandergisi.net  (22 Mart 2021), “Görüş: Erdoğan ve Halk Arasına Duvar Ören Partililer”

[20] Baran adlı derginin 739. sayısının tanıtım yazısında Mustafa Öztürk için şöyle diyorlar: “İnanmadıkları dinin müntesibi olduğunu iddia ederek İslâm’ı kafalarına göre değiştirmeye kalkan, naslarını dahi tartışmaya açma cüretinde bulunan, kâfire karşı merhamet abidesi kesilirken Müslümana düşmanlık eden, kâfirin Müslümanlara yaptığı zulmü görmezden gelip Müslümanların kısas hakkını rövanşizm sayan, iman öfkesinden ve dolayısıyla İslâm’dan azade başıboş bir Müslümanlığı vazeden  vıcık vıcık “hoca” tipleri, üniversite fakültelerinden, gazete ve televizyonlara kadar cemiyetin gözü önünde bulunan mevkileri hâlâ zapt ediyor. Üstelik temel vasıflarını saydığımız bu ahlâkı sadece mevzubahis sözde hocalar değil, siyasîler, yazar-çizerler ve bilumum zevat da haiz. Tam anlamıyla Batı ve Batıcı rejimin arzu ettiği “Müslüman hoca” görünümlü İslâm düşmanı bu zihniyetin tek derdi Müslüman Anadolu ahalisinin itikadına tasallut etmek, İslâm’ı ifsad ve tasfiye etmek. Bilinmesi gerekir ki, bu topraklardan sürülecek olan bu zihniyetin ta kendisi ve ona kol kanat gerenlerdir. “İntikam” hakkımız bakidir! (www.barandergisi.net).

[21] www.yeniakit.com, Ali Karahasanoğlu, (7 Şubat 2021).

[22] www.barandergisi.net  (21 Mart 2021), “Soruşturma: Kültürel Sevr Sözleşmesi Yırtıldı!” 

[23] www.aksam.com (8 Mart 2021), “8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde KADEM’den Kadın Haklarına Dair İlkeler Bildirgesi”

[24] www.aksam.com (27 Mart 2021), “KADEM Başkanı Dr. Gümrükçüoğlu: Kadınların kazanımından geri adım atılmaz”

[25] “Yerli/Yabancı Kutuplaşması” (31 Mart 2021), https://birikimdergisi.com/haftalik/10543/yerli-yabanci-kutuplasmasi

 

Bir Cevap Yazın

SON YAZILAR