Kıbrıslı Türkler için bir Cumhurbaşkanlığı seçimi daha geride kaldı ama seçim sürecinde yaşananlar ve müdahale tartışmaları pek de geride kalmayacak gibi gözüküyor.
Öncelikle seçim sırasında ve sonrasında Türkiye cephesinde özellikle de Kıbrıs konusunda bilgisizlikten beslenen kafa karışıklıkları görmek mümkün. Kıbrıs sorunu ve bu sorunun ayrıntıları konusunda bilgisizlik ve yaratılan dezenformasyon sürecinden herkes kendi meşrebince etkilendi. Konuya vakıf olmayanlar da yaşananları kendi siyasi paradigmaları içinden açıklamaya kalkıştılar. Bu sağ cenahta ve kendine “ulusalcı” diyen kesimde çok belirgindi. AKP’nin gerek trolleri gerek de basındaki silahşörleri eliyle yürüttüğü kara propagandadan en çok etkilenenler de bu bilgisizlikten mustarip olanlar. Kaçınılmaz olarak olaya yaşananları kendi fikri prizmalarından geçirerek yaklaştılar. Böylelerine en çarpıcı örnek şu sıralar Sözcü gazetesinde köşe yazan Soner Yalçın.
Soner Yalçın seçim sonrası yazısında, Kıbrıs’ta yaşanan seçimlerden Türkiye solunun ders çıkarması gerektiğinden bahsediyor. Ona göre Kıbrıs’ta Mustafa Akıncı ve ona destek verenler “kendi katillerine âşık olmuş ve Stockholm Sendromu’na tutulmuş” “hasta” kişilerdir. Yani “Rumcu”durlar. Peki, kime söylüyor bunu 1974 öncesi mücahit olarak elinde silah cephe boyunda çarpışan Akıncı’ya. Hem savaşın içinde çarpışmış hem gazi olmuş birine. 1974 sonrası Kıbrıs Türk Federe Devleti Kurucu Meclis’ine seçilerek görev yapan bir siyasetçiye. 14 yıl boyunca Lefkoşa Türk Belediyesi başkanlığı yapmış bir başkana. 1993-2009 yılları arasında KKTC Cumhuriyet Meclisi’nde milletvekilliği, 1999-1999- 2001 döneminde Başbakan Yardımcılığı ve Turizm Bakanlığı yapan insana.
Şu sıralar Türkiye’deki siyasi ortama benzerliklerine uygun olarak AKP ile beraber Akıncı’nın da Rumluğunu keşfetti Soner Yalçın!
YALÇIN GİBİLERİN ‘MİLLİYETÇİ YALAN RÜZGARI’
Kuzey Kıbrıs’taki bu seçim sürecinde Yalçın gibileri heyecanlandıran “milliyetçi yalan rüzgârına” üflenen tek kara propaganda “Rumcu” suçlaması değildi. Daha önceki görüşme turlarında Anastasiadis başta olmak üzere Kıbrıslı Elen siyasetçilerinin Türk tarafından istedikleri toprak tavizleri, 2014 yılında Prof. Ata Altun tarafından harita üzerinde işaretlenmişti. Altında adı yazmasına rağmen Akıncı’nın 2015’de Cumhurbaşkanı seçilmeden önce hazırlanmış bu harita “Akıncı Rumlara bu toprakları vadetti, verecek!” diye servis edildi.
Hızla Rumlara toprak tavizi veriliyor yaygarası koparıldı. AKP’nin Türkiye içine de servis ettiği “kan döktük bir karış toprak vermeyiz” siyasetinin bir amacı Kıbrıs siyasetine yapılan açık müdahalenin meşruluğunu sağlamak diğer amacı Türkiye kökenli KKTC vatandaşlarını hem Kıbrıs’ta hem de Türkiye’deki yakınları vasıtasıyla milliyetçilik cenderesine sokmaktı. Bu yalan rüzgârının doldurduğu yelkenler, basit ve ufak başka yalanlarla desteklendi ki boşluk kalmasın: zaten damadı da Rummuş! Kıbrıs’ta herkes birbirine sordu “kim be bu Rum Damat?” Sordu çünkü Kıbrıs kültüründe böyle şeylerle kimse ilgilenmezdi geçmişte. Tabii bunun da yalan olduğu ortaya çıktı ama zehir bir kere damara girmişti. Milliyetçilik ancak “öteki” olduğunda işler bilindiği gibi. Hızla “Rum faşistlerin 50 yıl önce yaptıkları” tüm bir halka mal edilerek tarihin tozlu raflarından yardıma çağrıldı. Anastasiadis’in kullanışlı faşist örgütü Elam, hemen Türkiye’nin Maraş komedisini protesto etmesi için göreve çağrıldı Güney’de. Yapılan gösteriler “Rumlar Türkiye’yi protesto ediyorlar ve Akıncı’yi istiyorlar” başlıkları ile servis edildi basına ve sosyal medyaya. Tezgâh tamamdı! Gerçekte ise Anastasiadis’in Akıncı’yı istemediği, federasyon tartışmasından caymak isteyen Kıbrıslı Elenleri temsil ettiği biliniyor. O nedenle Tatar, Anastasiadis’in arayıp da bulamayacağı cumhurbaşkanıdır. Beraber masayı devirmeye hazır Anastasiadis. Kaybedecek bir şeyi de yok! AB üyesi ülkesi tüm dünyada Kıbrıs’ın tek temsilcisi sayılıyor. Ne Kıbrıslı Türklerle iktidarını paylaşmak zorunda kalıyor ne de bu durumun uzamasından bir kaybı var. Milliyetçi dayanışması bir kez daha sınırları aşmış gözüküyor.
TÜRKÇÜ DE YOK RUMCU DA YOK
Kıbrıs sorununda toprak tavizleri konusuna dönecek olursak bu konu 40 yıldır masadaydı ve bunun Akıncı ile hiçbir alakası yoktur. Hatta yıllar boyunca Türkiye’yi yönetenler bu tavizlerin neler olacağı konusunda Kıbrıslı Türklerden daha fazla söz sahibiydi. Tayyip Erdoğan’ın 2004’teki ABD ziyareti sırasında yaptığı konuşmada bu çok açıktı. https://www.youtube.com/watch?v=sZA1Cf2WiBg
Sonra belirtmek gerekir ki sayın Akıncı öyle solcu, sosyalist falan değildir. Akıncı bir sosyal demokrattır, aydınlanmacı, laik bir cumhuriyetçidir. AKP’yi yönetenlerin siyasi baskısına karşı Kıbrıslı Türklerin çıkarlarını ve iradesini tutarlı bir biçimde korkusuzca savunmuştur ve bu nedenle Kıbrıslı solcular ve sosyalistler tarafında n desteklenmiştir. Ortada “Rumcu” olmadığı gibi “Türkçü” de yoktur. Bir tarafta çözüm, irade ve barış diğer tarafta çıkarlar, mevkiler, üzerine çöreklenmiş Rum tapularını kaybetme korkusu ve Türkiye’yi yönetenlerin “Türkiye’nin çıkarına gördükleri biçimde” müdahalesi vardır.
SEÇİMLERİN ANA TARTIŞMA ZEMİNİ “FEDERASYON”
AKP’nin ve bugünkü iktidar ortağı MHP’nin bugün şiddetle karşı çıktığı ve artık yeter dediği “Kıbrıs Sorununda “iki toplumlu ve siyasi eşitliğe dayalı federasyon çözümü” gerçekte 40 yıllık bir Türk tezidir. Alpaslan Türkeş liderliğindeki 1980 öncesi MHP de bu tezin savunucuları arasındaydı geçmişte. Bugün iktidar cephesinde hep bir ağızdan savunulan “40 yıldır uğraşıyoruz hiçbir sonuç alamadık artık KKTC ile yola devam edeceğiz” görüşü ise ne yazık ki komik bir tezdir. Bunu söyleyenler yaklaşık 40 yıldır var olan KKTC’yi bugüne dek niye tanıtamadılar ve bundan sonra nasıl tanıtacaklar sorusuna cevap falan da veremezler. Bugün KKTC Türkiye dışında ne İslam aleminden ne de Türki cumhuriyetlerinden tek bir ülke tarafından bile tanınmamıştır. Tüm dünya Kıbrıs’ta tek egemen devlet olarak Kıbrıslı Elen devletini tanımaktadır. Birleşmiş Milletler’in 1974 sonrası tüm kararları (1) Türkiye’yi adada işgalci olarak kabul etmektedir ve tek yasal devletin Kıbrıs Cumhuriyeti olduğunu belirterek KKTC’nin tanınmasına engel teşkil etmektedir.
Bugün Kuzey Kıbrıs 46 yıldır tecrit altında yaşamaktadır. Tek nefes borusu Türkiye’dir ve dünyanın hiçbir ülkesine doğrudan uçuşla bağlı değildir. Tüm dünya tarafından ambargo uygulanmaktadır. Postalar bile dünyadan ancak Mersin adresine yollandığında Kıbrıs’a gelebilmektedir. Türkiye takımları bile Kuzey Kıbrıslı takımlarla spor müsabakaları yapamamaktadır. Türkiye için hava hoş tanımadıkları Kıbrıs Cumhuriyeti takımlarıyla, maç yapmak için direk uçuşla gitmekte, kamu kuruluşları Kıbrıs Cumhuriyeti kurumlarının işini almakla övünmektedir.
Kuzey Kıbrıs günümüzün dijital dünyasında unutulmuş bir adadır ve kimileri Türkiye’den böyle kalması çıkarınızadır diye düdük öttürmektedir.
BEYİN GÖÇÜ HAD SAFHADA
Kıbrıs’ın tek nefes borusu Türkiye’dir derken öyle bedava nefes de yoktur. Türkiyeli firmalar Kuzey Kıbrıs’a sattıkları malların faturasını Euro olarak kesmekte, buraya gelen su dünya fiyatları ile tahsil edilmekte, hava sahası kullanılamadığı için yabancı uçaklar Türkiye hava sahasını kullanıp ödemelerini Türkiye’ye yapmaktadırlar. Bu da yetmezmiş gibi Türkiye’den kovulan kumarhaneler buraya taşınmış, her tarafa modern fuhuşhaneler açılarak ülke kumarhane-kerhane cennetine çevrilmiştir. Burada “Rum malına” çöreklenip büyük oteller ve kumarhaneler açan Türkiyeli işadamları gazeteler çıkarıp “Kıbrıs vatandır satılamaz” diyerek tapular gitmesin diye milliyetçiliğin ağababalığına soyunmuş durumdadır.
Kıbrıslılar açısından durum iç açıcı değildir. Yurt dışında okuyan gençler ülkeye dönmemektedir. Beyin göçü had safhadadır. Ülkedeki nüfus azlığı nedeniyle işletmeler ayakta kalamamakta, Türk lirasının aşırı değer kaybı Güneydeki Elenler karşısında Türk tarafını iyice zayıflatmaktadır. Güney-Kuzey arasındaki ılıman iklim sırasında açılan sınır kapıları hem Güneye gelen turistlerin hem de Elenlerin kuzeye geçmeleriyle canlanan ticaret, pandemi ve bu milliyetçilik rüzgârı ile iyice azalmış, bitme noktasına gelmiştir. Sayılamayacak kadar çok işletme kapıya kilit vurmuştur.
Peki, bu durum nasıl değişecek? Öncelikle herkes bilmelidir ki Kuzey Kıbrıs’ın geleceği ile ilgili fikri ne olursa olsun bunu bile anlatacağınız tek yer federasyon görüşme masasıdır. Dünya başka türlü bir muhataplık kabul etmemektedir. Hiçbir ülke ve hiçbir uluslararası kuruluş Kuzey Kıbrıs’ın hükümetini ve meclisini muhatap almamaktadır. Randevu vermemekte, spor müsabakalarına izin vermemektedirler. Kıbrıs’ta tek muhatap alınan kurum Kıbrıslı Türklerin lideri kimliğiyle cumhurbaşkanıdır. O da sadece bu toplumlararası görüşmeler başlığı ile muhatap kabul ediliyor. Masadan kalktığınızda artık elinizde o da olmaz. Cumhurbaşkanlığı seçimi işte bu nedenle bu kadar önemlidir.
Yani o masaya oturacaklar!
(1)
1- 13 Aralık 1974 tarihli ve 365 No.lu Güvenlik Konseyi Kararı.
2- 12 Mart 1975 tarihli ve 367 No.lu Güvenlik Konseyi Kararı.
3- 18 Kasım 1983 tarihli ve 541 No.lu Güvenlik Konseyi Kararı.
4- 15 Aralık 1983 tarihli ve 544 No.lu Güvenlik Konseyi Kararı.
5- 11 Mayıs 1984 tarihli ve 550 No.lu Güvenlik Konseyi Kararı.
365 No.lu karar oy birliği ile alınmış ve 3212 No.lu, Kıbrıs sorusu ile ilgili Genel Kurul kararı. Tarafların kararı kayıtsız şartsız uygulamasını istiyor.
367 No.lu karar, tüm üye ülkelerin Kıbrıs’ın hükümranlığına, bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne ve tarafsızlığına saygı duymalarını istemektedir. 13 Şubat 1975 tarihinde ilan edilen “Kıbrıs Türk Federe Devletini” kınamaktadır.
541 No.lu karar, 15 Kasım 1983 tarihinde ilan edilen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin kuruluşundan sadece 3 gün sonra alınmıştır. KKTC’nin ilanının Kıbrıs Cumhuriyetini hayata geçiren 1960 anlaşmalarına ve 1960 Garanti anlaşmalarına aykırı olduğunu, KKTC’nin kuruluşunun geçersiz olduğunu ve Kıbrıs’taki durumu daha da kötüye götüreceğini, bu nedenle cumhuriyetin ilanının geçersiz olduğunu, 356 ve 367 no.lu kararların uygulanmasını ve Kıbrıs’ta Kıbrıs Cumhuriyetinden başka hiçbir Kıbrıs devleti tanımamalarını karar altına almıştır.
544 o.lu karar, BM Barış gücünün 15 Aralıktan sonra adadaki görevini sürdürmesine ve 4 Mart 1964 kararının teyit edilmesini içermektedir.
550 No.lu karar ise, yukarıdaki tüm kararların tekrar teyit edilmesini, Türkiye ile KKTC tarafından karşılıklı akredite edilen Büyükelçilerin yasa dışı ve geçersiz olduklarını, BM’ye üye tüm devletlerin KKTC’yi tanımamalarını, tüm üye ülkelerin Kıbrıs’ın hükümranlığına, bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne ve tarafsızlığına saygı duymalarını, Maraş’ın iskân edilmesinin kabul edilemez olduğunu ve Maraş’ın BM’ye devredilmesini içermektedir.