Saray/AKP/MHP iktidarı, derinleşen rejim krizi ve her geçen gün artan ekonomik bunalım karşısında yaşadığı çaresizliği aşmanın yolunun (özellikle ana) muhalefet, Kürt hareketi ve sokak üzerindeki çok yönlü baskıyı arttırmak ve toplumun milliyetçi İslamcı hassasiyetlerini uyarmaktan geçtiğinin farkında.
Böylece bir yanıyla (seçimlere kadar) üzerindeki siyasal toplumsal baskıları hafifletmeyi, saflarında meydana gelebilecek “çözülmeyi” durdurabilmeyi murat ediyor. Ancak o kadar çok fazla cephe açtı ki, bugün bunların tümünü birden sürdürebilmesi, tümüne yönelik olarak etkili bir tutum geliştirebilmesinin neredeyse olanağı yok.
İktidarını sürdürebilmek için elinde fazla bir enstrüman da bulunmuyor.
SARAY/AKP/MHP İKTİDARININ GELECEĞİ YOK
Zamanı yok, kaynağı yok, kadrosu yok! Hepsinden ötesi toplumun bütünü kapsayacak, demokratik hak ve özgürlükleri genişletecek, barış olanaklarını çoğaltacak, sosyal adaleti geliştirecek bir programı yok. Sadece kendisini uygun koşullarda seçimlere taşıyabilecek bir zamana ihtiyacı var. Seçimlere kadar ekonomideki yangını söndürebilmeyi, toplumda artık gözle görünür düzeye yükselen tepkiyi ortadan kaldırabilmeyi umut ediyor.
Yandaş televizyon kanallarında yapılan AKP’nin ikinci yirmi yıla hazırlandığına yönelik propaganda programları da açık ki kendi seçmenini bile ikna etmeye yetmiyor.
Herkes “göle su gelene kadar kurbağanın gözünün patlayacağını” biliyor!
O da gelirse!
Yurttaşlar ekonomik zorluklar ile boğuşurken, ikinci yirmi yıl “vizyonunun” ‘zengin birey güçlü devlet’ anlayışı üzerine kurulacağı söyleminin cilası daha gelen ilk elektrik faturasında dökülüyor.
Nasrettin Hoca’nın alacaklılarına borcunu ödemek için çalı dikmesini anlatması gibi, ne olduğunu kimsenin anlamadığı “yeni ekonomi programı”nın sonuçlarından “bu yaz hissedileceğinden”, bulunan doğalgazdan, yazın gelecek dövizden, enflasyonun düşeceğinden söz edilmesi, kimsenin gülmediği Erdoğan fıkrası gibi.
Kırılgan ekonominin, yüksek risklerin Erdoğan’ın iktidarını geleceğe taşıyabilecek olanak ve zamanı vermeyeceği açık.
KORKU İKLİMİ KARŞISINDA MUKAVEMET ALANLARI
Durumun ciddiyetinin farkında olan Erdoğan ve çevresindeki elitler, bu yüzden bütün bir ülkeyi, ellerindeki her türlü olanağı kullanarak, ne zaman, nereden, neyin çıkacağının belli olmadığı büyük bir ‘korku tüneline’ dönüştürerek “korku ikliminde” yönetmeye çalışıyorlar. Sert korku rüzgarları estirerek yaşananlardan memnun olmayanların sesini kısmaya çalışıyorlar. En son Sedef Kabaş’ın televizyon programında sarf ettiği sözler nedeniyle tutuklanması bunun açık göstergelerinden bir tanesi.
Eleştiri silahı bugünkü iktidarın en büyük korkusunun başında geliyor.
İktidarın eleştirilmesi, hatalarının büyük bir cesaretle dile getirilmesi iktidarın zayıf karnı. Eleştirilerin önü kesilmediği durumda bu ucube sistem karşısında toplumun bir çığ gibi büyüyen sesini duyacaklarını biliyorlar.
İktidarın sonunu bu ses, ülkenin dört bir yanından yükselen irili ufaklı itiraz sesleri getirecektir.
Bu ses işyerlerinde, evde, okulda, sokakta, meydanda ne kadar çok çoğalırsa, ne kadar çok korkusuz ses yükselirse Erdoğan ve yandaşlarının sesi o kadar az duyulacak ve en nihayet hiç duyulmaz olacaktır.
O yüzden hukuk tanımaz bir şekilde ellerindeki gücü şiddet ve baskıyı daha da arttırmak için kullanıyorlar. Daha da arttıracaklar. Daha fazla polis, daha fazla bekçi alacak, daha fazla hapishane açacaklar. İktidarın surlarında irili ufaklı gedikler açıldıkça baskı ve şiddetin dozu da artacak.
Bu yüzen, demokratik hak ve özgürlüklerin savunulması, düşünce özgürlüğü ve eleştiri hakkı için yılmaz bir mücadele önümüzdeki sürecin temel mukavemet alanlarından bir tanesi olacaktır.
YANDAŞ İDEOLOJİ, YANDAŞ KÜLTÜREL İKLİM: DİNİ REFERANSLAR
Baskı, tehdit ve şiddet Saray/AKP/MHP iktidarının üç sacayağını oluşturuyor. İktidar yalandan da olsa, toplumun kendi yandaşları dışında kalan kesimleri üzerinde bir hegemonya kurma, onları ikna etme zahmetine bile katlanmıyor. Saray/AKP/MHP iktidarı kendilerini iktidarda tutacak olası bir yüzdelik yandaş grubu dışında kalan herkese, kendilerine boyun eğmesi beklenen Osmanlı idaresi altında yaşayan gayr-i müslim muamelesi yapıyor. O yüzden herkesin Cumhurbaşkanı gibi değil, sadece yandaşların Cumhurbaşkanı gibi hareket ediyor, yandaşların Cumhurbaşkanı gibi hakaret ediyor, tehdit ediyor.
Saray/AKP/MHP iktidarı, sadece ve sadece kendisini seçen, kendisine bağlı seçmenin iktidarı olarak hareket etmekte, ülkenin geri kalan diğer yarısını ise, terörist, vatan haini, dinsiz vb olarak görmektedir. Bu karşımıza sadece kamu kaynaklarının yandaşlara dağıtılması olarak değil, ülkenin siyasal toplumsal ikliminin de bu yandaşların ideolojik, politik ve kültürel kodlarına göre yeniden biçimlendirilmeye çalışılması olarak çıkıyor. Yaşadıklarımız, gündelik hayatın, kültür sanat alanının da yandaşlaştırılmaya çalışılmasının bir sonucu olarak gündeme geliyor.
Sadece ceplerimiz değil, bütün bir yaşam enerjimiz mevcut iktidar tarafından hortumlanmaya çalışılıyor. İktidarı bugüne kadar taşıyan muhafazakar, milliyetçi İslamcı kesimlerin önemli bir bölümünün bugün siyasal düzeyde Millet İttifakı’nı oluşturan siyasal partiler etrafında kümelenmiş olması, diğer yanıyla ekonomik buhranın AKP MHP tabanında da bir geri çekilme yaratmasından duyulan endişe, milliyetçi İslamcı hassasiyetlerin sürekli uyarılmasını zorunlu kılıyor.
Daha önce yüzlerce örneği ile karşılaştığımız ancak en son Sezen Aksu’ya 2017 yılında bestelediği bir şarkı nedeniyle “sivil alandan” başlayan ardından bizzat Erdoğan tarafından bir Cami içerisinde yapılan konuşma ile siyasal toplumsal bir linçe dönüştürülen tehlikeli saldırganlığın son olmayacağını, önümüzdeki günlerde dozajının giderek tırmanarak bir çok yeni “vakıaya” tanıklık edeceğimizi söylemek kehanet olmayacaktır. Sezen Aksu, Sedef Kabaş, Gülşen gibi kadın ve muhalif sanatçı ve gazetecilere yönelik söylem ve eylemleri İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasıyla birlikte düşünmek gerekiyor. Tek başına muhalif olmalarından öte kadın olarak iktidarın kadınlara biçtiği edilgen rolün dışında olduklarını ve bu halleriyle de iktidarı rahatsız ettikleri ve hedef gösterildikleri açıktır.
İktidarın bu ateşle oyununun yaratacağı iklimde (daha önce olduğu gibi yine) kendisine gündelik hayat içerisinde, işyerinde, okulda, sokakta vazife çıkartacak kimi aktörler bulması da ne yazık ki mümkündür.
Kuşkusuz bu tür söylemlerin bizim gibi ülkelerde zaman zaman iktidarları geçici olarak kimi zor durumlardan kurtarabilme potansiyeli olduğunu reddetmek mümkün değil. Ancak toplumsal çatışma fitilini de ateşleyebilecek böylesi bir “kutuplaştırıcı” söylemin, iktidarın özgürlükler alanını her geçen gün daraltmaya çalışması karşısında kararlılıkla durmak her geçen gün daha fazla önem kazanıyor.
Öte yandan Siyasal iktidarın milliyetçi İslamcı retoriğe giderek daha sık sarılmasını sadece basit bir siyasal toplumsal manevra olarak, gündemi saptıran yapay gündem yaratma girişimi olarak da görmemek gerekir. Bu durumun aynı zamanda Saray/AKP/MHP iktidarının zihin dünyasının da bir karşılığı olduğunu, milliyetçi İslamcı bir iktidarın yukarıdan aşağıya bütün bir ülkeyi tepeden tırnağa köklü biçimde milliyetçi İslami esaslara göre şekillendirmek istediğini de unutmamak gerekir.
Belki de bu yüzden Adnan Menderes’in 29 Kasım 1955 tarihinde Demokrat Parti (DP) Grup Toplantısı’nda partili milletvekillerinin giderek artan eleştirilerini yumuşatmak için sarf ettiği “Siz isterseniz Hilafeti bile getirirsiniz” sözünün, Saray/AKP/MHP iktidarı tarafından bir gün gerçek manada sarf edilip edilmeyeceği, bunun referandum konusu edilip edilmeyeceği bizim için merak konusudur.
Erdoğan ve elitlerinin aynı zamanda toplumu dini temelde de baskı altına almaya çalışması karşısında da sessiz kalınmaması gerektiği açık. Dini hassasiyetlerin aşırılaştırılarak toplum üzerinde dini bir hegemonya tekeli kurmaya çalışmanın kabul edilmesi mümkün değildir.
Toplumun dini hassasiyetlerine saygı duyulması retoriğinin nasıl tehlikeli haller alabileceğini daha önce defalarca kez yaşanmış olması, nasıl büyük bir tehlike ile karşı karşıya olunduğunu göstermektedir. Muhalefet saflarında da muhafazakarlığın ağır bastığı koşullarda, iktidarın bu tehlikeli oyunu karşısında özellikle Millet İttifakı’nın sessiz kalması ülkenin geleceği açısından karanlığın daha da büyümesi manasına gelecektir.
23 Eylül 2021 ‘Sermayeye Geç Yoksula Dur’ başlıklı değerlendirmemizde “İktidara karşı verilecek mücadelelerin bir parçasının da laikliğin savunulmasından geçtiğini, bizim de sosyal, kültürel, ideolojik olarak laik bir devlet ve toplum yapısı için ortak bir anlayış ve mukavemet hattı oluşturmamız zorunludur.” yazmıştık.
Son gelişmeler laiklik mücadelesinin, bu açıdan bile ne kadar önemli, yaşamsal olduğu bir kez daha göstermekle birlikte; Mukavemet alanı olarak laiklik bahsinin önümüzdeki süreçte gerek siyasal gerekse de toplumsal gündelik hayatta kritik bir öneme sahip olacağını da göstermektedir.
BARIŞ DİLİ, ORTAK MÜCADELE
Siyasal iktidarın HDP’ye yönelik kapatma ve dokunulmazlıkların kaldırılmasına yönelik hamlelerine aşağıdan para militer faşist güçlerin saldırıları eşlik ediyor. Saray/AKP/MHP Kürt muhalefetini de bir yanıyla hareketsiz kılmaya çalışırken, diğer yandan Millet İttifakı’nı “zayıf karın” olarak gördüğü HDP üzerinden zayıflatmaya hatta parçalamaya çalışıyor.
19.4.2021 tarihli ‘Muhalefet Suçlu İşsizler Yük’ başlıklı yazımızda; “Göründüğü kadarıyla Saray/AKP/MHP iktidarı CHP ve HDP üzerine yoğunlaşarak bir algı yaratmak, deyim yerindeyse suçlu üretmek üzerine siyasetini yoğunlaştıracak.
Millet İttifakı’nı tepede değilse bile seçmen düzeyinde bölmeyi, muhafazakâr ve milliyetçi seçmeni iktidara yedeklemeyi düşünüyor.” yazmıştık. İktidar bu yöndeki adımlarını yoğunlaştırarak sürdürüyor.
İktidarın milliyetçi hezeyanlarının özellikle HDP üzerinden önümüzdeki süreçte daha da yoğunlaşması, HDP’nin kriminalize edilmeye çalışılması büyük ihtimal dahilindedir. Böylece iktidarın Kürt muhalefetinin iktidar karşıtı pozisyonunu bozarak, en iyi ihtimalle iktidar karşısında nötürleştirmeye/tarafsızlaştırmaya çalışacağını söylemek yanlış olmayacaktır.
Demirtaş’ın siyasal iktidarı sürekli eleştirmesi, sol ve toplumsal muhalefet güçleri ile birlikte Saray/AKP/MHP iktidarına karşı ortak mücadele çağrısı yapması karşısında, iktidarın duyduğu rahatsızlığı Öcalan kartı ile giderme yollarını aradığı/arayacağı belli oluyor. Önümüzdeki dönemde, iktidarın yerel seçimden çıkarttığı dersler ışığında Kürt hareketini, iktidar karşıtı güçlerden, Millet İttifakı’ndan ayrıştırmak için yoğun bir çaba harcayacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu sürecin sancılı ve Türkiye halkları açısından zorlu bir süreç olacağı bellidir.
Bu açıdan ortak/birleşik bir mücadele, barış savunusu ve HDP’nin kapatılma girişimlerine karşı mücadele mukavemet alanlarından bir diğeri olarak karşımızda durmaktadır.
SOSYAL ADALET
Emek hareketi belirli bir program dahilinde olmasa bile, bütün zorluklara, olanaksızlıklara rağmen ülkenin dört bir yanında kendi mukavemet alanlarını oluşturuyor. Açığa çıkmış bir siyasal mücadelenin parçası olmaktan daha çok, ekonomik sosyal haklar temelinde gelişen emek hareketinin sermaye karşısında inişli çıkışlı bir seyir izlemesi, işçi sınıfının hakları harekete geçme isteğinin eskisine oranla daha fazla artması, sadece sermaye için değil, siyasal iktidar açısından da dikkatle yakından izlenen bir gelişme olarak gündemdeki yerini korumaya devam ediyor. İktidarın, yaşanan ekonomik kriz karşısında başta asgari ücrette yaptığı iyileştirme ve çalışan kesimlerin enflasyon karşısında ezdirilmeyeceğine yönelik söylemleri, aşağıdan gelişecek bir sınıf hareketinin er ya da geç kendi iktidarını da yakacak bir güce ve öfkeye ulaşacağını bildiğinden kaynaklanıyor. Bu açıdan bugün, küçük ya da büyük olduğuna bakılmaksızın, işçi ve emekçilerin kendisi için harekete geçtiği her zemin ve alan da mukavemet alanları olarak görülmeli ve desteklenmeli, aşağıdan yükselen bu sınıf hareketinin siyasallaşması için yoğun bir çaba içerisinde hareket edilmesi, sınıf hareketinin aynı zamanda bir halk hareketi olarak da düşünülmesini gerekli kılıyor. Sosyal adalet mücadelesi de bu açıdan önemli bir mukavemet alanı olarak öne çıkıyor.
SOKAKTA OLMAK BASIN AÇIKLAMASI YAPMAK DEĞİLDİR
Öte yandan, aşağıda büyüyen öfkenin akabileceği büyük ve etkili bir muhalefet mecrası hala bulunmuyor. Özellikle CHP’nin Gezi Direnişi ve Adalet Yürüyüşü’nden bu yana sokağı da kontrol etme konusunda daha aktif bir pozisyon alması, uzun yıllar sokakta siyaset yapan sosyalistleri, devrimcileri büyük oranda baskılıyor.
CHP’nin sandığı merkeze alan bir süreç konusundaki aktif tutumu, sokağa yönelik çağrı ve girişimlerin büyük oranda kadükleşmesine yol açıyor. Sokağa yapılan her türlü çağrının CHP tarafından kırılması, öfkeli toplulukların sandığa kadar beklemeleri çağrısı ve telkininde bulunması belli ki etkili oluyor ve sokakta etkili bir muhalefet sağlanamıyor. Kuşkusuz sokakta olmak, salt sokakta eylem yapmak, basın açıklaması yapmak manasına gelmiyor.
Sokakta olmak, esas olarak yaşamın bütün gözeneklerinde etkili ve dönüştürücü bir siyasal toplumsal güç olarak var olmak manasına geldiğinden, bugün için sokağa yapılan çağrıların gerçek manada bir sokak çağrısı olmadığını, sınırlı bir etki gücü olan basın açıklamaları düzeyine aşamadığını söylemek mümkün.
MUKAVEMET KOALİSYONU VE SOSYALİST SİYASET MERKEZİ İHTİYACI
Bu açıdan bugün sosyalistlerin devrimcilerin önünde mevcut rejime karşı, en geniş kesimler ile yanyana gelmekten korkmayacağı bir “mukavemet koalisyonu” oluşturma ihtiyacı yakıcı olarak duruyor. Ancak bunun yeterli olmayacağının bilinciyle, bugün bir yanıyla muhalefeti felç ederek, diğer yanıyla da toplumun sinir uçları ile oynayarak iktidarını sürdürmeye çalışan Saray/AKP/MHP iktidarı ve bu merkez karşısında mevcut iktidarın temel oryantasyonlarını zemin alan “yeni bir merkez” inşa etmeye çalışanların dışında sosyalistlerin devrimcilerin Türkiye’nin temel meselelerine sosyalist çözümler geliştirmeyi, sosyalist bir dönüşüm programı çerçevesinde gerçek manada sokakta var olmayı hedefleyen etkili bir sosyalist siyaset merkezi inşa etmeleri temel siyasal görevlerin başında gelmektedir.
Böylesi bir birleşik, bağımsız güçlü sosyalist siyaset merkez inşa edilmesi süreci aynı zamanda gerek toplumsal muhalefet güçleri gerekse de siyasal toplumsal güçler ile yürütülecek her türlü ittifak olanaklarını sokaktan sandığa sağlam temellere oturtacak, onları da gerçekten etkileyecek zemin olacaktır.