Salı, Nisan 23, 2024
spot_img

Rejimin İktidar Hesapları

...sosyalist, devrimci muhalefetin dışındaki tüm muhalefetin politikaları iktidara bağımlı, iktidarın çizdiği sınırlar içindedir. Rejimin niteliği açısından parlamenter sisteme geçilmesi iktidarın yarattığı bu düzenin değişmesi için yetmeyeceğini söyleyebiliriz.

Saray/AKP/MHP iktidarının 7 Haziran 2015 seçimlerinden bugüne adım adım kurduğu rejimin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında verdiği hapis ve siyaset yasağı basit bir yargı kararı olmadığı açıktır. Fakat 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi sonrası KHK’larla 150 bine yakın insanın kamudan ihraç edilmesi, muhalif yayın organlarının, STK’ların bir kısmının kapatılması, Nisan 2017’de referandumu sonrası ortaya çıkan gelişmeler, çoğunluğu HDP’li olmak üzere CHP’li vekillerin bile dokunulmazlığının kaldırılıp tutuklanması, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, iş insanı Osman Kavala’nın AYM ve AİHM kararlarına rağmen serbest bırakılmamaları gibi onlarca hukuksuzluklar rejim tarafından olağanlaştırıldı.

2019 yerel seçimlerinden sonra HDP’nin kazandığı belediyelerin tamamına yakınına kayyum atanması, HDP’ye yönelik kapatma davasının açılması, iki kez beraatla sonuçlanan Gezi Davasının yeniden açılıp Mücella Yapıcı, Can Atalay, Tayfun Kahraman’la birlikte sekiz kişiye hapis cezası verilmesi, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması, kadın ve LGBT+ ve kadın örgütlerine yönelik baskı ve kapatma davaları, sınır ötesi operasyonlar, konser ve festival yasakları gibi onlarca hukuksuzluğa tanık olarak bugüne geldik. Bu arada iktidar klasikleri arasında işçilerin grevlerin ertelenmesini, emek mücadelelerinin kollukla, olmazsa yargıyla, bu olmazsa doğrudan iktidar kararlarıyla engellendiği bir süreçten söz ediyoruz.

Olağan siyasi koşullarda tüm bunların sorumlusu olan iktidarın iktidardan düşmesi, muhalefetin her günü ve her yeri iktidara dar etmesi beklenir. Kısaca yukarıda değindiğimiz iktidar pratiklerinin bir kısmına muhalefeti oluşturan bazı partilerin de açıktan destek verdiği gözden uzak tutulmamalıdır. Ekrem İmamoğlu’na verilen hapis ve siyaset yasağı kararı hakkında değerlendirmeler yapılırken bugüne kadar yaşananları hatırladığımızda Saray/AKP/MHP iktidarının sınır tanımadığı, tanımayacağı görülecektir. Fakat asıl dikkat çekici olan sosyalist, devrimci muhalefetin dışındaki tüm muhalefetin politikalarının iktidara bağımlı, iktidarın çizdiği sınırlar içinde olduğudur. Rejimin niteliği açısından parlamenter sisteme geçilmesi iktidarın yarattığı bu düzenin değişmesi için yetmeyeceğini söyleyebiliriz.

Mahkeme kararı sonrası Saraçhane’de yapılan mitingde kitlenin ‘Faşizme karşı omuz omuza’ sloganının Altılı Masa bileşenleri içinde karşılık bulup bulmadığına bakmak bile yukarıda yazdığımız durumu göstermeye yeterlidir. Ali Babacan dışında diğer parti başkanlarının kayyum atanan HDP’li belediyelere değinmemesi, hukuksuz biçimde tutuklu bulunan Selahattin Demirtaş’ı anmaması iktidarın yarattığı fikri tahakkümün muhalefet tarafından kabulü, hatta yumuşak karnı olarak görülmelidir.

Cumhurbaşkanlığı seçimleri üzerinden okuma ve değerlendirme yapılması tartışmanın bir yanıdır. Tayyip Erdoğan’ın olası en güçlü rakibini yargı eliyle saf dışı bıraktığı, Altılı Masa içinde adaylık tartışmalarıyla gerilim çıkarmaya çalıştığı, Ekrem İmamoğlu yerine aday olma olasılığı olan diğer kişilere karşı seçimi kazanma şansının daha fazla olduğu gibi yorumlarla eş zamanlı olarak iktidar ve yandaşları bu kararda iktidarın etkisinin olmadığını söylerken dış güçlerden FETÖ’ye kadar sorumlular yaratma girişimleri de anlamsızdır. Muhalefetin yargı eliyle mağdur edildiği, Tayyip Erdoğan’ın da benzer süreçleri yaşadığını ve bugünlere geldiğini söyleyerek mağduriyetin muhalefete yarayacağı beklentileri de iktidarın bundan sonra atacağı, atabileceği adımları hafife almak anlamına gelir. Muhalefetin sandığa endeksli, eylemsiz, üstelik öngörüsüz muhalefet etme tarzı iktidara sınırsız hareket alanı yaratmaktadır.

28.12.2020 tarihli ‘Adalet, Demokrasi ve 2020’yi Bitirirken’ başlıklı değerlendirmemizde; “Saray/AKP/MHP iktidarının her ne olursa olsun muhalifleri, özellikle de siyasi çekim merkezi olabilecek kişi ve kurumları baskı altında tutmak için her yolu deneye yöneltecek bir sıkışmışlık yaşadığı açık.” demiş ve eklemiştik; “Böylesi bir tabloda, sürekli dile getirdiğimiz üzere “Sokakta toplumsal taleplerin gür sesle dile getirilemediği koşullarda, neredeyse bütün muhalefet CHP’nin Erdoğan’ı sandıkta indirmeye yönelik hedeflerinin hız ve düzeyine mahkûm oluyor.”

Saray/AKP/MHP iktidarının bu kararla ilgili olarak başta ABD ve AB olmak üzere batıdan gelen eleştirileri de kullanarak muhalefetin milli olmadığı üzerinden propagandaya şimdiden başladığı görülmelidir. Her zaman olduğu gibi HDP seçmeni özelinde Kürtlerin özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki kilit rolü nedeniyle iktidarın Suriye ve Irak’ın kuzeyiyle birlikte içerde de Kürtler üzerinden geliştireceği politikalarla seçimlere kadar yapacağı hamleler Ekrem İmamoğlu’na verilen cezadan daha fazla önem taşımaktadır. Altılı Masa içinde yer alan partilerin seçmenleri arasında özellikle Kürtler, ‘milli çıkarlar’ ve batı karşıtlığı söz konusu olduğunda iktidara yönelebilecek bir kitle olduğu Suriye’ye yönelik operasyonlar sırasındaki anketlerde de görülmüştü.

Tüm bunları da dikkate alarak muhalefet atacağı adımlarla iktidarı geriletip, seçimleri kazanma olanaklarına sahiptir. Yapılması gereken özellikle iktidar seçmenlerini de kapsayan yoksulluk ve emekçiler üzerindeki ekonomik temelli bölüşüm politikalarıyla birlikte, açık hukuksuzluklar karşısında sokağı da kullanarak toplumsal muhalefeti harekete geçirmek mümkündür. Bununla birlikte iktidarın yarattığı ve tepe tepe kullandığı ‘dini ve milli’ değerler içine hapsedilmiş siyaset dili ve pratiğini terk ederek kadın mücadelesi başta olmak üzere iktidarın hedef aldığı tüm toplum kesimleriyle laikliği de içeren demokratik bir ilişki kurulması zorunludur.

Geçtiğimiz günlerde İsmailağa Cemaati şeyhinin altı yaşındaki kızını evlendirmesi ve istismarı sonucu ortaya çıkan kamuoyu baskısı iktidarın adım atmaya zorladı. Bugüne kadar tutuklanmaya istismarcı ve anne baba ile ilgili tutuklama kararıyla birlikte duruşma günü de Ocak ayına çekildi. Bu olayda da görüldüğü gibi iktidar ve bileşenlerinin dini ve milli değerler diyerek toplum üzerinde kurmaya çalıştığı baskının ciddi bir karşılığı yoktur. Toplumsal karşılığı ve meşruiyeti olan her talepte iktidar geri adım atarak durumu kurtarmaya, hatta kendi siyasi hesapları için kullanmaya çalışmaktadır.

Devrimci, sosyalist, yaşam savunucu güçler olarak Saray/AKP/MHP iktidarı karşıtlığından çıkarak temel sorunlar ve ortak çözümler etrafında bir araya gelerek, en yüksek düzeyde ortak hareket ve mücadele hattını kurmamız, seçimleri olduğu kadar seçimler sonrasını da kapsayan bir politik birlikteliği yaratmamız zorunludur. İktidar yarattığı kurumlarla, ekonomik ve siyasi araçlarıyla, kültürüyle kurduğu rejimle seçimi kaybetse bile varlığını sürdürecektir. Seçimlerde Altılı Masa’nın kazanmasıyla bu rejimin ortadan kalkmayacağını, ancak devrimci, sosyalist bir mücadeleyle geriletilip, ortadan kaldırılabileceğini bugünden görmemiz gerekiyor. Aslında 12 Eylül darbecilerinin yarattığı siyasal, toplumsal, ekonomik, hukuksal düzenin devamını veya bir benzerini yaşadığımız gerçeği açıktır. Bu nedenle toplumun tamamını kapsayan baskı ve sömürüye karşı topyekun bir karşı çıkış gerçekleştirilemediği sürece elde edilecek sonuç sistemin restorasyonundan öteye geçmeyecektir.

Saray/AKP/MHP iktidarı ve kurmuş olduğu rejimin tüm bileşenlerinin iktidarın devamı veya değişmesi durumuna göre hesaplar yaparken, hatta son zamanlarda yapılan özelleştirme, devir, kiralama vb. uygulamalarla, bütçeden kaynak transferleri yoluyla, türbanı Anayasaya sokma, kamu çalışanları (memur) sendikalarının yetki barajını %2’ye yükseltme, gereci dernek ve vakıflara kamu kaynaklarını aktarma gibi onlarca gelişme iktidar değişikliğinden daha fazlasının gerekliliğini ortaya koymaktadır. Kısacası iktidarla birlikte rejimin tüm araçlarından, yarattığı düzenden ve işbirlikçilerinden kurtulmak, restorasyonu aşmak için ortak bir devrimci ve sosyalist bir mücadele şarttır.

ASGARİ ÜCRET VE EYT

İktidar sözcüleri ve Çalışma Bakanı önümüzdeki salı günü asgari ücrette uzlaşmaya varılacağını açıkladılar. Asgari ücret müzakerelerinin oyun olduğunu gizleme gereği bile duymaksızın, üstelik komisyonda görevi yokken bile Çalışma Bakanı’nın gün telaffuz etmesi bugüne kadar Türk İş ve TİSK üyelerinin açıkladıkları rakamlar doğrultusunda bir rakamın asgari ücret olarak belirleneceğini gösteriyor.

Burada tek belirleyici olanın sermayeyle birlikte iktidar olduğunu, bu nedenle seçimler de düşünülerek Tayyip Erdoğan Komisyon’un belirlediği rakamın bir miktar daha üzerine çıkabilir. Böylece seçimlere yönelik olarak yapılacak algı çalışması için olanak yaratılmış olur. Son yıllarda ücretlerdeki erimeye dikkat edilirse sermaye açısından masada belirlenen miktarın üç yüz, beş yüz TL üzerine çıkılması sorun oluşturmayacaktır.

Burada asıl sorun asgari ücretin genel ücrete dönüşmüş olması ve siyasi partiler, sendikalar, hatta halkın bir kısmının bile bunu kabullenmeye başlamış olmalarıdır. Kötü durumda olana daha kötü durumda olanlar gösterilerek, ideolojik/dini telkinlerle, örgütlenmesi engellenerek üretilen rıza karşısında sınıf bakışını öne çıkaran örgütlenme ve mücadele zorunludur. Bütçeden, vergilere, sosyal harcamalara kadar emekçiler, yoksullar ve emekliler aleyhine yaratılan durumu, üretim bölüşüm ilişkilerini, sermayeye aktarılan kaynakları görünür kılarak asgari ücreti rakamların dışında tartışmak gerekmektedir. Bu kapsamda asgari ücret ve genel olarak yoksulluğu ve açlığı dönemsel olarak tartışmak yerine sürekli olarak gündemde tutacak, örgütlenmenin önünü açacak araçları, yolları ve ortak zeminleri yaratmamız gerekmektedir.

İktidar EYT düzenlemesinin 08 Eylül 1999 öncesinin dijital ortamda yüklü olmadığını, bu nedenle çalışmaların ocak ayına sarkacağını açıkladı. Çalışma Bakanlığı’nın yaptığı hazırlıkta yaş sınırının olacağına yönelik iddialar bakanlık tarafından reddedilmiş olsa da somut bir açıklama yapılmadı. Sermaye kıdem tazminatını, iktidar emekli olacaklara ödenecek maaşı öne çıkararak toplumu ikna etme girişimleri de sürdürülüyor.

Devletin topladığı sigorta primi ve vergi miktarı, EYT sonrası emekli olacaklara ödenecek ortalama emekli maaşı toplamı karşılaştırıldığında sözü edildiği gibi bir maliyet ortaya çıkmamaktadır. Sermayenin kıdem tazminatı ödemeleri için kredi kolaylığı sağlanacağı, emekli olduktan sonra çalışma deva edeceklerin sermayeye maliyetini düşürücü düzenlemelerin yapılacağını hatırlanırsa hem iktidar, hem sermaye sömürüyü artırmak için gerekçe üretiyor. EYT konusunda yaş sınırı dahil, 1999 sonrasını da içeren, haklı olarak mezarda emeklilik olarak nitelenen durumun ortadan kaldırılmasını ve emeklilerin insanca yaşayabileceği bir geliri olmasını savunmak, bu talepleri sınıfın talebine dönüştürmek gerektiği görülmektedir.

Asgari ücret, emekli ve memur maaşları konusunda Hazine ve Maliye Bakanı’nın ‘Dar gelirliye, fakir fukaraya vermek bereket getirir’ sözü Saray/ AKP/ MHP iktidarının ücretlilere, yoksullara bakışını göstermesi açısından unutulmamalıdır. Yoksulluğu, açlığı kader olarak ifade eden, sermayenin ve iktidarın sömürü politikalarından bağımsız olgu olarak ifade eden bakan açlığı ve yoksulluğu kabul etmiş oldu. Ancak tüm yurttaşların vergileriyle oluşan devlet bütçesinden verilecek ücret artışlarının sadaka, zekat, yardım gibi sunulması devleti kendi malları gibi gördüklerinin de itirafı olarak okunmalıdır.

Bu noktada Birleşik Metal İş Sendikası’nın Bekaert grevine ne değinmek gerekiyor. Toplu İş Sözleşmesi görüşmelerinin uyuşmazlıkla sonuçlanması üzerine Birleşik Metal İş grev kararı almış ve grevin başlayacağı gün iktidar ‘milli güvenlik’ gerekçesiyle grevi ertelemişti. İktidarın grev ertelemelerini sendikal hakkın gaspı olarak gören sendika fiili olarak greve başladı.

Saray/AKP/MHP iktidarının ekonomik büyüme politikaları, sermayenin isteği doğrultusunda düşük ücret politikası üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla uluslararası rekabet, düşük maliyet gibi unsurlarda ilk akla gelen ücretleri düşürmek olunca iktidar bu genel politikanın aksine işçi, emekçi taleplerini bastırmak, grevleri ertelemek için elindeki tüm araçları kullanmaktadır. Bu nedenle Birleşik Metal İş Sendikası’nın sürdürdüğü fiili grevi ve emek mücadelesini desteklemek sendikal haklara sahip çıkmak anlamına gelmektedir. Sendikalı işçi sayısının toplam işçilerin %14’ü olduğu, buna karşılık iktidarın bugüne dek 19 grevi ertelediği unutulmamalıdır.

Bir Cevap Yazın

[td_block_10 custom_title="YAZARIN DİĞER YAZILARI" autors_id="29" limit="6" block_template_id="td_block_template_6"]

Haftalık Siyasal Durum Değerlendirmesi

4,216BeğenenlerBeğen
944TakipçilerTakip Et
6,269TakipçilerTakip Et