Cuma, Nisan 26, 2024
spot_img

Sendikal Hareketi Yeniden Doğurmak

Artık tartışılması gereken, pandemi süreci dâhil her koşulda üretime devam etmek konusunda kendini planlayan sermayeye karşı nasıl bir sendikal hareket inşa etmek gerektiğidir.

Soma’da sürdürdüğümüz mücadelemizi taleplerimizin karşılanma taahhüdüyle sonlandırdık. 15 Ocak’a kadar çözüm için adım atılmasını aksi takdirde de ne pahasına olursa olsun Ankara’ya yürüyeceğimizi kamuoyuna ilettik.

Soma özelinde somut durum böyleyken, genel çerçevede bugün geldiğimiz noktada sendikal hareket açısından birkaç temel sorunla karşı karşıyayız. Sol, sosyalist/devrimci siyaset açısından sendikal hareket dolayısıyla sınıf hareketi birkaç başlıkta değerlendirebileceğimiz tıkanıklıklar yaşıyor.

Neoliberal uygulamalar dünyada olduğu gibi Türkiye’de de çok yoğun bir sendikasızlaştırmanın yanında göçlerle yoğun bir proleterleşme dalgasını da gündeme getirdi. Tarihin en büyük proleterleşme dalgası gündeme geldi. Türkiye’nin kendi nesnel koşulları açısından bakıldığında daha çok yedek iş gücünün şehirlerde kendini ifade etmesinin açığa çıkmasının önü açıldı. Kırsalın, geçimlik tarımın tasfiye edilmesi, yoğun Kürt göçü gibi çeşitli nedenlerle şehirlere yoğun bir proleterleşme yığılması gerçekleşti. Bu yığılma yoksulluğu da beraberinde getirdi. 1980 faşist darbesinin ardından ise bu yoksul kesim güdülür bir ümmetçi yaklaşım tarzına hapsoldu. Bu süreç sınıf açısından örgütsüzlük ve güvencesizliği de beraberinde getirmiş oldu.

90’lardan itibaren net bir biçimde gündeme gelen neo liberal süreç, aslında üretim ilişkilerinin darmadağın edilmesinin önünü açtı. Aynı zamanda da güçlü bir örgütsüzleştirme süreci inşa etti. Bir taraftan baskılar, bir taraftan kazanılmış hakların gaspı, bir taraftan sosyal devlet kavramının ortadan kaldırılması ile sermayenin temel ihtiyaçlarına hizmet eden bir süreç inşa edilmiş oldu. Böylesi bir süreçte, yeni bir sendikal hareket çıkabilir miydi, çıkma ihtimali gözüküyordu. Bunun için uzun zaman çeşitli tartışmalar yapıldı. Dinozorların krizi tartışılmaya başlandığında, sermayenin bu krizden çıkış için uygulayacağı yol ve yöntemleri olasılıklar dâhilinde değerlendirirken, bunun karşısında da yeniden başa dönüp aslında “toplumsal hareket sendikacılığı” gündeme getirildi. Fakat başarılı olamadı. Ama deneme süreçleri inşa edildi. Aslında buna biriktirme süreçleri de denebilir.

Şimdi geldiğimiz noktada ise bazı istisnai sendikalar dışında (Birleşik Metal İş gibi) sermayeye şirin görünen, onlarla kavga etmeden kendi pozisyonlarını korumaya çalışan, böylece sermayenin bir tahakküm örgütü haline gelen sendikalarla karşı karşıyayız. Doğal olarak bunun karşıtında bir örgütlenme süreci gündeme geldiği andan itibaren sermaye tarafından bu sendikalar, sermayeyi kurtaran roller üstlenen bir pozisyonla kendilerini gündeme getirmeye başladılar. Adeta sermayenin kurtarıcı bentleri haline geldiler. Metal fırtına döneminde olduğu gibi işçi Birleşik Metal İş’e geçtiğinde bu geçişi önlemek için Türk Metal İş’e devlet tarafından da sermaye tarafından da özel bir önem yüklendi. Çeşitli araçlar devreye sokularak bu gidişatın önü kesildi. Bu tehdit, işçilerin yargılanması, işten atılma olarak gündeme geldi. Tüm bu anlatımalar ışığında denilebilir ki sınıf hareketinin kriziyle, sendikal hareketin krizi aslında iç içe ve zor bir süreçten geçiyor.

Artık tartışılması gereken; pandemi süreci dâhil her koşulda üretime devam etmek konusunda kendini planlayan sermayeye karşı nasıl bir sendikal hareket inşa etmek gerektiğidir. Aynı zamanda inşa edilecek hareketi ekonomik mücadelenin ötesine taşıyarak ‘sınıfın iktidar perspektifi’ diye tabir ettiğimiz bir süreci nasıl inşa edeceğiz?

Bizim Soma ve Ermenek’te yapmaya çalıştığımız şey; hakları gasp edilmiş insanların belli bir mücadele yöntemi ve perspektifiyle haklarını elde edilebileceğini gösterebilmek. Bu mücadelemizde ön plana çıkan iki şey var. Birincisi “hak verilmez alınır” meselesi. İkincisi kendi öznel meşruluğunun ifade edilmesindeki tarzın nasıl olacağı meselesi. Bu bağlamda sorunların sadece yazarak çizerek, bağırarak, yargıya giderek falan çözülemeyeceği açık. Aynı zamanda bunun bürokratik, diplomatik, politik ve pratik çok yönlü bir mücadeleyle birtakım kazanımlar elde edilebileceğini küçük çaplı da olsa gösterebilme imkânına sahip olduğumuzu düşünüyorum. Tabii maden iş kolunun ağırlığı, kamuoyu nezdinde Soma ve Ermenek katliamlarının hafızası da etkenler arasında. Böyle bir nesnellik içerisinde madencilerin mücadelesi daha fazla kamuoyu tarafından sahiplenilir hale geldi. Diğer taraftan buraya seslenebilecek bir politik pratik faaliyetin örgütlenmesinde izlenen yol, hak gaspını uygulayanla sorunun çözülemediği noktada asli unsur olan devletin bizzat kendisi ile meseleyi çözmeye yönelmemizdir. En nihayetinde 1980 sonrası ilk defa, Parlamento’dan işçiler lehine yasal düzenlemenin torba yasa içerisinde gündeme getirilmesinin önünü açmış olduk. Biz solcular, sosyalistler, devrimciler olmazsak işçi sınıfının politik mücadelesi olmazdan kastımız aslında tam da bu.

Sendikal mücadele açısından da yapmamız gereken şey, özel sektör patronlarıyla kavga etmekten vazgeçmeden ama çözümü orada sağlayamıyorsak çözümün asli yaratıcısı olan yapının devlet olduğunu topluma göstererek, sorunu yaşayanlara bir fiil göstererek, o sorunu yaşayanlarla beraber devleti muhatap alıp ona karşı mücadele eden bir süreci sokakta inşa etmeliyiz. Bunu sermayenin tahakküm örgütü haline dönüşmüş mevcut sendikal yapılarla yapmak söz konusu değil. Bunu yeni bir sınıf hareketi yaratarak, işçilerin, emekçilerin kendilerinin söz ve karar sahibi oldukları sendikaların yaratılma sürecinin inşa edilmesi ile mümkün kılabiliriz. Bunu devrimcilerden, sosyalistlerden başka kimsenin de yapma şansı yok. Bu lafla da olacak bir şey değil. Evet, söze ihtiyaç var. Ama söylenen sözün de pratik olarak gündeme getirilmesindeki fiili meşru mücadeleye de ihtiyaç var.

Özetle, laf söylemek gerekiyor; lafın karşılığını alabilecek bir politik pratik mücadeleden de asla geri durmamak gerekiyor. Bunu da dürüst ve namuslu yapmak gerekiyor.

Bir Cevap Yazın

[td_block_10 autors_id="8" custom_title="YAZARIN DİĞER YAZILARI" limit="6"]
Kamil Kartal
Sendika Uzmanı
1,367BeğenenlerBeğen
966TakipçilerTakip Et
4,853TakipçilerTakip Et

Gezi’yi Hatırla Berkin’i Unutma

Dün, Berkin Elvan’ı 16 yaşında 16 kiloyla hayattan alan cinayetin davasının duruşması görüldü. Gezi Direnişi'nde kafasına isabet eden gaz kapsülü nedeniyle hayatını kaybeden Berkin Elvan'ın...

Sessiz Alacakaranlığın Melankolik Ressamı Schikaneder

Bu yazımda sizi melankolik Prag gecelerine, puslu Vltava Nehri manzaralarına, sonbahar ve kış mevsiminin büründüğü Prag alacakaranlığına götüreceğim. Bu atmosferleri yaratan, 19 ve 20....

“Sen ne maskara, ne dönek bir acunsun?”

Yıllar geçti aradan, belki 10, kim bilir, 20, 30 yıl… Brezilya Tabipler Birliği Başkanı bir basın açıklaması yaparak Amazon ormanlarındaki tahribatın dünya ekosistemini tehdit...

Bir Semtin Anatomisi: Memleket Tatavla (3)

“Yüzyılımızın başında, Tatavla’da oturanların bir kısmını tüccarlar, bankerler, banka memurları, mağaza sahipleri ve öğretmenler oluşturuyordu. Halkın daha fakir kesimi ise seyyar satıcılık, arabacılık, sakalık...