Bilindiği üzere, dönemden döneme, toplumdan topluma, coğrafyadan coğrafyaya çok farklı tezahürleri bulunan sosyal adalet ilkesi, toplumsal yaşamın en önemli bileşenlerinden birini oluşturmaktadır.
Avrupa Birliği Komisyonu’nun yoksulluk tanımı şöyledir:
‘’Yoksulluk: İnsanlar, eğer gelir ve kaynaklarındaki yetersizliklerden dolayı içinde bulundukları toplumca kabul edilebilir olarak değerlendirilen bir yaşam standardı seviyesini tutturamıyorlarsa yoksulluk içerisindedirler. Böyle bir durumda, yoksul kesim bir dizi sorunu birlikte yaşamaya mahkumdur: İşsizlik, düşük gelir, kötü yerleşim koşulları, sağlık hizmetlerinden yeterli düzeyde yararlanamama ve kültür, spor, dinlenme ve eğitim olanaklarına yaşam boyu ulaşmada engeller. İktisadi, toplumsal ve kültürel hayatta diğer insanların doğal hayat akışı içerisinde yapa geldikleri etkinliklere hakkıyla katılamazlar ve temel haklarına ulaşımda zorluklar yaşayabilirler. ‘’
Şaşırtıcı eşitsizlik ve yoksulluk sadece gelişmekte olan bölgeleri değil, aynı zamanda zengin ülkeleri de etkiliyor. Avrupa’da hala sokaklarda uyuyan evsizler, kira ödeyemedikleri için tahliye edilen aileler, yeterli yiyecek alamayan çocuklar ve kışın evlerini sıcak tutmak için mücadele eden yaşlılar var. Yoksulluk kontrol edilemeyen bir kader değildir; sosyal adalet ve insan haklarının yerine getirilmesi sorunudur.’’
19. yüzyıl resimlerindeki yoksulluk tasvirleri, kötü konutların, kötü çalışma koşullarının ve kronik açlığın nasıl hastalıklara ve erken ölüme neden olduğunu göstererek, sanatçıların hastalıkların temel nedenlerini açıkça gördüklerini ve onları daha geniş kamuoyunun dikkatine sunduklarını gösteriyor. Bununla birlikte, müze sanatının hayatta kalan eserleri, ulusların ve uluslararası toplumun ortak sosyal adalet ve insanlık kavramlarını güçlendirmek için yararlanabileceği güçlü bir kültürel sermayeyi temsil eder. Örneğin, Finlandiya gibi kıtlık çeken bir ülkede, hayırseverlik ve sosyal içerik temalı resimlerde yer alan güçlü değerler, partiler arası sosyal refah politikalarını güçlendirmeye yardımcı olmuş olabilir.
Bu resimler yoksullukla ilgili endişelerin artırılması ve güçlendirilmesi ile modern refah devletinin yaratılmasına yardımcı olan değerlerin güçlendirilmesi açısından önemlidir.
Avrupa sanatının, yedi ölümcül günahın cazibesini ve tehlikelerini gösteren uzun bir ahlaki tablo tarihi vardır. Yoksulluk, bazıları tarafından günahın bir sonucu olarak görülüyordu ve örneğin paçavralar içindeki yaşlı bir kadın tarafından temsil ediliyordu. Hollandalı ressam Adriaen Pietersz van de Venne ‘Ölümle Dans’ adlı eserinde, sırtında bir çocuk taşıyan paçavralar içindeki yoksul ve yaşlı kadının ‘’ölümle dansını’’ tasvir etmiş. Yoksulluğun insanı ölümle burun buruna yaşatacak önemli sebeplerden biri olduğuna da vurgu yapmış olsa gerek.
Van de Venne’in 17. yüzyıla ait alegorik bir Hollanda resmi, yaşlı babasını ve bir çocuğunu sırtında taşıyan paçavralar içindeki bir adamı gösteriyor ve yoksulluk içinde doğan bir kişinin yoksulluk içinde yaşama ve ölme olasılığının daha yüksek olduğunu gösteriyor. “Yaşam yolu hipotezi” nin bu habercisinde, tablonun altındaki parşömen, yoksulluğun kendi sefil kemiklerini taşıması gerektiğini ilan ediyor.
Günah ve Hayırseverlik Görüntüleri
İncil’deki öyküleri tasvir eden resimler de alegorik olarak günahlar ve hayır işleri hakkında boyandı. Yoksulluğun arkasında yatan sosyal yapıya dair çok az duygu içerirler, bunun yerine bireysel ve aile sorumluluğuna dayalı çalışkanlığa teşvik ve güçlendirme için hizmet ettiler. Bu resimlerdeki yoksullar, William Beechey’nin ‘Sir Francis Ford’un Dilenci Bir Çocuğa Para Veren Çocuklarının Portresi’nde olduğu gibi, sağduyulu ve hayırsever zenginlere hayır işlerini sergileme fırsatı sağladı. Ancak 19. yüzyılın sonunda, bireylerin ve hayır kurumlarının resimleri yerini, hayır kurumlarını ve sadaka evlerini eleştiren resimlere bıraktı. İlk kez, gezgin ve çalışan yoksullar, haysiyet ve belli bir ihtişamla temsil edildi, ama aynı zamanda yerleşik düzene bir tehdit olarak da gösterildi. Danimarkalı ressam Wilhelm Marstrand’ın ‘Roma’da Dilenciler Tarafından Takip Edilen Bir İngiliz’ resmi, aç ve engelliler tarafından istenmeyen bir saldırı olarak onların yalvarışını gösteriyor. Jules Adler’in ‘Yorgun’ tablosunda çalışmak için çabalayan işçilerin kolektif gücü azımsanamayacak kadar büyük. Yoksullar, hayırseverlerine değil, doğrudan izleyiciye giderek daha fazla bakmaktadır. Varlıkları merhamet ve ayrıcalık için bir meydan okuma olmuştu.
Hayırseverlikle ilgili bu fikirlerle ilgili olarak, iyi şansın manevi ve ahlaki belirsizliğinin farkındalığı var – hayatın kısa, maddi malların geçici olduğu ve birçok bilginin kibir olduğu fikri. Bu dini pusulayla, bir gün zengin olanlar ertesi gün fakir olabilir, bu yüzden iyi talihli olanların talihsizlere yardım etme görevi var. Yine kısmen 19. yüzyıl sanatçılarının çizdiği yedi ölümcül günahtan türetilen bir uyarıcı masal geleneği var.
Yoksul Konutları, Tahliye ve Evsizlik Görüntüleri
Küçük kırsal arazilerden mülksüzleştirme ve 19. yüzyılda birçok küçük arazinin yaşanabilirliğindeki düşüş, yaygın tahliyelere yol açtı. Genel refah hükümlerinin yokluğunda ve yoksulları koruma yasalarının belirsizlikleriyle, özellikle birçok kadın ve çocuk evsiz kaldı – Millais’nin “Üfle, Kış Rüzgârını Üfle” ve Blandford Fletcher’ın ‘Tahliye‘ resimlerinde dokunaklı bir şekilde gösterilen sahneler var. Birçok kırsal işçi Thomas Faed’in ‘Son Klan’ ında olduğu gibi, yaşlı ve gençleri arkalarında bırakarak başka kolonilere göç etti; ya da kolera ve tüberküloz gibi bulaşıcı hastalıkların yükselmesine yol açan korkunç, aşırı kalabalık koşullarda yaşayacakları sanayi şehirlerine göç ettiler. Josef Israëls’in ‘Penceredeki Kadın’ resmindeki sahnede tüberküloz olmuş kadın, küçük, karanlık bir pencereden çaresizlik içinde bakıyor gibi görünüyor. Bu resimler, yoksulluğun beraberinde getirdiği hastalık ve kötü yaşam koşullarını anlatıyor bize.
Çalışma Koşullarının Görüntüleri
Pek çok Avrupa ülkesinde yaşanan hızlı sanayileşme ile işin doğası ve organizasyonu resim konusu haline geldi. Ford Madox Brown’un ‘Çalışma’ adlı resminde onun güçlü Hıristiyan sosyalizmi, öndeki kanalizasyon kazan işçileri ve patronlarının işçilerin arkasında yerleştirilmesinde gösteriliyor.
Degas, Daumier ve Arkhipov’un fabrika işçilerinde ve çamaşırcı kadın resimlerinde gösterildiği gibi, el emeğinin fiziksel yorgunluğuna yeni bir sempati vardı. İşçiler çalışma koşullarını daha fazla kontrol altına almaya çalışırken, grevlerin ve lokavtların yıkıcı etkisi ortak bir tema olmuştu.
19. yüzyıl resimlerinde tasvir edilen belirli mesleklerden (örneğin yer kazıyıcıları, taş kesicileri, madenciler, çamaşırcılar, terziler, kahve toplayıcıları ve dökümhane işçileri gibi) tam bir katalog hazırlanabilir. Bu işlerin birçoğunun, Maximilien Luce’nin ‘Çelik İşçileri’ adlı eserinde erimiş demir tarafından yanma tehlikeleri gibi tasvir edilen sağlık riskleri bulunur. Kötü ve güvenliksiz çalışma koşullarının yoksullukla ilişkisini bu resimlerde de görebiliriz.
Açlık, Suç ve Yaşam Tarzı Risklerinin Görüntüleri
Pek çok Avrupa müzesinde, kıtlık ve açlığın unutulmaz resimleri sergilenir. Finlandiya’da, Sparre’nin ‘İlk Kar’ı gibi, bütün bir resim türü kırsal yoksulluğun açlığını ve bunalımını gösteriyor.
En ünlü ve tartışmalı olanı, Tolstoyan fikirlerden etkilenen Järnefelt’in ‘Ücretli Köleleri’ dir. Resim, topraksız kırsal köylülerin toplumsal konumunu keskin bir biçimde gösteriyor. Köylüler, toprak sahipleri tarafından ormanı yakmaları ve ekinleri sürüp yetiştirmeleri için sözleşme yapmıştı. Hasat başarısız olmazsa, bu tablo boyanmadan önceki yıl olduğu gibi, mahsulün üçte birini alıyorlardı. Yüzü kararmış, kafatası benzeri bir yüze sahip genç bir kız, sessizce protesto ederek izleyiciye bakıyor.
İsveçli ressam Zorn’un ‘Günlük Ekmeğimiz’ adlı eseri, bir yemek ateşinin yanında yorgun ve üzüntü içinde oturan annesine odun ve topladıklarını getiren genç bir kızı gösteriyor.
Millet’nin ünlü tablosu ‘Toplayıcılar’, hasattan sonra tarlada kalan kalıntıları toplamasına izin verilen topraksız köylülerin içinde bulunduğu kötü durumu gözler önüne seriyor.
Krohg’un ‘Varoluş Mücadelesi’ , her kış sabahı bir hayır kurumunda dağıtılan bayat ekmek için savaşan, şehirlere akın edenlerin içinde bulunduğu kötü durumu yüzümüze çarpıyor. Munch’ın bu resimden 3 yıl sonra yaptığı ünlü ‘Karl Johan Caddesi’nde Akşam’ tablosunun geçtiği yer olan bu caddedeki insanlar, yamalı ve yırtık pırtık giysilerle, yiyecekleri koymak için sepetlerine ve diğer kaplara sarılmış. Bedensiz bir el, sol kenardaki sütunların içinden onlara tek bir ekmeği uzatıyor. O dünün ekmeğiydi; şimdi bayat, fırıncı onu sadece satamadığı için veriyor. Daumier, Manet ve Degas’nın gösterdiği gibi, çoğunlukla tütün, alkol, absinthe ve laudanum gibi uyuşturucuların alınmasıyla yatıştırılmış açlık ve bitkinlik durumları meydana geldi.
Hastalık ve Ölüm Görüntüleri
Yoksulluğun bir sonucu olan açlık, yetersiz beslenme ve tekrarlayan bulaşıcı hastalıkların sonuçları ortak hastalık ve ölüm temalarında gösterildi. Hastalığa neden olan kirli hava veya mikrop teorisine dair çelişkilere rağmen, dönemin pek çok resmi, dini veya sembolist bir açıklamayı tercih etti; örneğin Delaunay’ın ‘Roma’daki Veba’ sında, yoksul ve günahkârlar tam anlamıyla yol kenarına düşerken, dürüstler ve zengin olanlar ise intikam meleklerinden kapalı kapılar ardında bir süre daha korundu. Tüberküloz ve sifiliz (frengi) gibi salgın hastalıkların bedelini ilk kez yansıtan resimler, Sorolla y Bastida’nın ‘Hüzünlü Miras’ resmi gibi çocukların şekil bozukluğunu, ya da Krohg’un ‘Hasta Kız’ ve Munch’ın ‘Miras’ gibi resimleri onların ölmekte olduklarını tasvir ediyor. Edelfert’in ‘Bir Çocuğun Cenazesi’ ve Courbet’nin ‘Ornans’taki Cenaze’ resmi gibi cenaze törenlerinin eşlik ettiği resimleri, erken ölümün yaygın gerçekliğine duyarsız odaklanmalarıyla galeri müdavimlerini şok etti. Slott-Moller, sürükleyici ve tartışmalı ‘Yoksul: Ölüm Odasında Bekleyiş’ resminde yoksulluğun erken ölüme yol açtığını anlattı.
Yüksek anne ölüm oranları, birçoğu sokaklarda kendi başlarının çaresine bakmak zorunda kalan çok sayıda yetim bıraktı. Munch’ın ‘Ölen Anne Çocuk‘ resminde yalnız kalan çocuk izleyiciye bakıyor ve korkusunu engellemek için kulaklarını kapatıyor.
Devrim ve Vizyoner Toplumların Görüntüleri
19. yüzyıl aynı zamanda devrim çağıydı ve o dönemdeki tabloların en ünlüsü Delacroix’nin ‘Halkın Önünde Özgürlük’ resmidir. 30 bin işçinin öldüğü Paris Komünü’nün düşüşü, işçilerin kahramanca direnişinin bazı resimlerine yol açtı. Goya’nın ‘3 Mayıs 1808 (Madrid Savunucularının İnfazı) ‘ gibi resimler, İsa’nın imgesini çağrıştırır. Mağribi kökenli bir İspanyol olan Morisco, sıradan bir adam ve kahraman olarak tasvir edilir ve bu noktayı vurgulamak için, onu genel olarak Napolyon askerleri tarafından ezilen, insanlığın ve özellikle de İspanya’nın ezilen bir sembolü haline getiren bir çarmıha gerilme duruşuyla gösterilir. Yenilgi, yaşam hakkının onaylanmasının tohumlarını içerir. Ressamlar ayrıca Daumier’in ‘Mülteciler’ adlı eseri gibi savaşla evsiz kalan insan mültecilerin gelgitini göstererek savaşın dehşetini çağrıştırdılar.
19. yüzyıl aynı zamanda insan toplumunda neyin mümkün olduğuna dair ütopik ve vizyoner imgelerin zamanıydı. William Blake, insanlık hakkında devrimle şekillenen bir dizi vizyoner resim ve Surinam’da işkence gören siyah kölelerin durumunu vurgulamak için bir dizi grafik resim üretti. Turner’ın ‘Köle Gemisi’ adlı resmi (Köleler Ölülerin ve Ölmekte Olanların Üzerinden Fırlatılıyor, Tayfun Geliyor) köleliğin artan iğrençliğini ve güçsüzlerin içinde bulunduğu kötü durumu gösteriyor. Bu tür vizyoner tablolara, 20. yüzyıl eserlerinde, tabloları Meksika devriminin idealize edilmiş bir gelişimini gösteren Diego Rivera gibi ressamlar tarafından daha fazla yer verilmiştir.
Türk Resim Sanatında Yoksulluk Teması
Yoksulluk, Türk resminin gündemine yalnızca savaşın ortaya çıkardığı toplumsal durumun yansıması bağlamında girmemiştir. Cumhuriyet’ten sonraki süreçte kentleşme tecrübelerinin hız kazanması birey merkezli yaşamın önünü açmış, insanları, mekânları toplumsal yapıyı da kapsamına alan köklü bir değişim sürecinin kapılarını aralamıştır.
Sanatçı Neşet Ünal memleketi Nevşehir’in insanını ve ‘’toprak adamlarını’’ tuvallerine taşımış, onların gerçekliklerini, yoksullukla bağlarını resimlerinde yansıtmıştır. ‘Toprak Adam’ adlı resminde köylünün donuk bakışları, üzerindeki yırtık giysiler onun bu bağını çıplak bir biçimde ortaya koyuyor.
“Neşet Günal, ‘Duvar Dibi’ dizisinin ilhamını da çocukluğunda gözlemlediği, olaylardan alır. Sanatçı, çocukluğunda işsizlikten bunalan, ne zaman bir duvarın dibine gölge gelse, orada gölgenin altına yatan, sığınan, sohbet eden, en değerli senelerini böyle duvar diplerinde çaresiz olarak geçiren insanları gözlemlemiştir”
Günal’ın ‘Çocuklar’ adlı resminde de yoksulluğun çocuklar üzerindeki izlerini görebiliyoruz.
Kaynaklar:
Poverty – Council of Europe (coe.int)
Poverty and painting: representations in 19th century Europe (nih.gov)
Çok beğendim… Çok değerli bir çalışma olmuş.