Çarşamba, Nisan 24, 2024
spot_img

Gölgelerden Gerçekliğe Kırılan Zincirler

Platon'a göre, hayatı bir mağaranın ağzına zincirlenmiş bir insan gibi deneyimliyoruz. Dışarıyı göremiyor, sadece mağara önünden geçen insanların gölgelerini duvarda titreyerek görebiliyoruz: Gölgeler gerçektir

Bu haftaki yazımın konusunu 19. Yüzyıl Viktoryen dönemdeki kadınların toplumdaki yaşamına odaklanan bir şiir ve ondan ilhamla yapılmış tablolara ayırmak istedim. Daha önce yazdığım Aşkın, Acının Ve Patriyarkanın Kurbanı Bir Kadın: Ophelia adlı yazımı okuduysanız, orada da kadına toplumda biçilen rol ve alana değinmiştim. Baz aldığım sanatsal oluşumlar Shakespeare’in bir şiiri ve ondan ilhamla üretilen resimlerdi.

Bu yazıda ayrıntısına gireceğim şiir 19. yüzyıl Victoria dönemi şairlerinden Alfred Tennyson’ın Kral Arthur efsanesinden ilhamla yazdığı ‘The Lady of Shalott’ (Shalottlu Hanımefendi) adlı şiiri, tablo ise yine şiirden ilhamla yapılmış John William Waterhouse’un ‘Shalottlu Hanımefendi’ adlı eseri. Tennyson’ın şiirinde kadının toplumsal yaşamdaki biçilen rollerine ve bastırılmışlığına karşı çıkışını görebildiğimiz kadar, Waterhouse’un da bunu şiire dair yaptığı 3 yağlıboya tablosunda ve çizimlerinde görebiliyoruz. Özellikle Ön Rafaellocu dediğimiz ressamlar şiir, edebiyat ve mitolojiden ilhamla resimler yapmayı seçmişlerdir. 19. yüzyıl İngilteresi’nde doğanın güzelliğini örten sanayileşmenin getirdiği görsel çirkinleşmeye karşın, sanatın ve doğanın güzelliğinin ruhları doyurması gerektiğine inanarak resimlerini yapmışlardır.

Shalottlu Hanimefendi min
John William Waterhouse / Shalottlu Hanımefendi

Alfred Lord Tennyson (1809-92) ‘The Lady of Shalott’ şiirinin iki versiyonunu yazdı. Kral Arthur Efsanesi’ne dayanan Tennyson’ın şiirinin hem 1832’de yayınlanan 20 kıtalık, hem de 1842’de yayınlanan ve okuyucunun en aşina olduğu 19 kıtalık gözden geçirilmiş versiyonu mevcuttur. Şiir Camelot şehrine uzanan bir nehrin ortasında bulunan Shalott isimli bir adada, dört kuleli gri bir şatoda tek başına yaşamakta ve burada dokuma yapmakta olan Astolat’lı Elaine’in trajik hikâyesini anlatıyor. Revize edilmiş versiyonun, cinsiyet normları ve intihar eylemi açısından ‘’Viktorya dönemi ahlakına’’ uyacak şekilde tasarlanmış, oldukça farklı bir sonu vardır.

Alfred Lord Tennyson min
Alfred Lord Tennyson (1809-92)

Şiire ilk bakışla romantizm ve aşk üzerine yazılmış olduğunu düşenebiliriz. ‘’Aşk tehlikeli olabilir ve uğruna seçtiğimiz yol bizi yok edebilir, ancak bu riski almak, kendinizi dünyadan saklamaktan daha iyidir.’’ ya da “Sevmek ve kaybetmek, hiç sevmemiş olmaktan daha iyidir.” gibi… Ne de olsa, Shalott Hanımı’na kulesinin güvenliğini bırakıp ‘gerçek’ dünyaya inmesi için ilham veren, Arthur efsanesindeki kraliçenin sevgilisi Lancelot’dur. Fakat aslolan bunun ötesindedir. Bu bakışla Shalott leydisinin sadece romantizmle ilgilenen kadın olduğuna odaklanmış oluruz. Viktorya eleştirmeni, RW Croker tam da bunu söylüyor; Shalott Leydisi, evlenmediği ve dünyanın geri kalanından izole olduğu için bütün gün bir işçi gibi ya da kadına tanımlanmış rollerden biri gibi dokuma yapar, sonrasında dış dünyadaki bir erkeğe âşık olur vs.

Feminist eleştirmenler şiiri kadınların cinselliği ve Viktorya dünyasındaki yerleriyle ilgili olarak görüyorlar. Eleştirmenler, “Shalott’un Leydisi” nin cinselliğin cazibesi ve ölümle korunan masumiyetine odaklandığını iddia ediyorlar. Eleştirmen Christine Poulson  “Shalott Hanımı’nın bir meydan okuma eylemi olarak, kadının güçlenmesinin bir sembolü olarak kulesinden kaçışı” olarak açıklıyor düşüncesini.  Poulson’ın görüşüne göre, kuleden kaçmak, Shalott Leydisi’nin duygusal olarak özgürleşmesine ve kadın cinselliğiyle hesaplaşmasına olanak tanıyor.

Hatfield gibi eleştirmenler “Shalott Leydisi” nin Tennyson’ın toplumu nasıl gördüğünün bir temsili olduğunu öne sürdüler; ‘’diğer insanların hanımefendinin gözlerinde olan mesafesi, toplumdan hissettiği mesafenin simgesidir. Onları sadece bir aynadan yansıyarak görmesi, Shalott ve Tennyson’ın dünyayı filtrelenmiş bir anlamda nasıl gördüğünü gösteriyor.’’

İngiliz ressam Waterhouse, Tennyson’ın şiirine uygun olarak bu tabloda gerçekten bir hüzün duygusu yakalıyor. Kadının yüzündeki ölüme giden hüzünlü ve donuk bakış, dağınık saçları, kendi kaderini kontrol edemeyen bir kadın imajını veriyor, o sırada Britanya’daki kadınların siyasi gücüne olası bir selam veriyor. Karanlık ormanlık alan ve gökyüzü, şiirin bu bölümündeki havaya başka bir baskılayıcı unsur ekleyerek, bastırılmış bir kadın fikrine daha da katkıda bulunuyor.

Lady of Shalott’un hikâyesi, kadınların arzusu hakkında bir uyarı olarak okunabilir. Viktorya toplumunun kadınlara yönelik ‘kabul edilebilir’ davranışları tanımlayan katı kuralları ve beklentileri vardı.

Tennyson, “sessiz bir adada” “dört gri duvar ve dört gri kule” arasında izole bir şekilde hapsolmuş Leydi’nin hayatının tekrarlayan, monoton doğasını aktarıyor. Bir aynada “Dünyanın gölgeleri belirirken” “Rengârenk sihirli bir ağ” örüyor. Onun pasifliğinin aksine, dışarıdaki dünya hareket dolu olarak tanımlanır. Kulenin ve adanın ötesinde, gündelik hayatın koşuşturması devam eder. İzole olmuş kadın, “yarı gölge” hayatından rahatsız olur, ancak doğrudan Camelot’a bakarsa üzerine bir lanet geleceğinin bilincindedir.

13. kıtada Leydi pasif bir şekilde dokuma tezgahında oturmak yerine aniden harekete geçer. Bununla birlikte, Camelot’a (dış dünyaya) aynadan değil de direkt bakmaya kalktığında trajedi başlar: Ağ dışarı uçtu ve genişçe süzüldü; Ayna bir yandan diğer yana çatladı; “Lanet üzerime geldi” diye bağırdı Shalott Hanımı. Waterhouse’un ilk resimden sonra 1894’te yaptığı ikinci resmiShalottlu Hanımefendi – Lancelot’a Bakıyor’ kadının tutsak yaşamını sonlandırmak için dokuma tezgâhı başından kararlı bir biçimde kalkışını betimlemektedir. Resimde, dolanmış olduğu iplikler yüzünden dokuma tezgâhının başından aniden kalktığını anlayabileceğimiz kadının ölüme meydan okuyan bakışlarındaki kararlılığı da görebiliriz.

Dünyaya penceresinden doğrudan bakamayan Leydi, onu bir aynadan izliyor. Gördüğü görüntüler “gölgeler” olarak tanımlanıyor. Yunan filozof Platon’a göre, hayatı bir mağaranın ağzına zincirlenmiş bir insan gibi deneyimliyoruz: Dışarıyı göremiyor, sadece mağara önünden geçen insanların gölgelerini duvarda titreyerek görebiliyoruz diyor ve şöyle düşünüyor: Gölgeler gerçektir. Platon’a göre hepimiz şiirdekiyle aynı şekilde görüntülerini göremediğimiz gerçekliği (gölgeler) dış dünyadaki gerçeklik ile karıştırırız. Shalott Leydisi için gerçeklik, geniş manzara değil, aynada gördüğü görüntülerdir. (Tennyson onlara “gölgeler” diyor).

Shalottlu Hanimefendi – Lancelota Bakiyor min
John William Waterhouse / Shalottlu Hanımefendi – Lancelot’a Bakıyor

Elbette, Leydi’nin bir hanımefendi olması, yoğun bir şekilde denetlenen kadının cinselliği ile ilgili özellikle Viktorya dönemi endişesinden bahsediyor: Viktorya dönemi kadınları için bekâret idealize edildi ve arzu şeytanlaştırıldı. Şiir, böyle bir baskının başarısızlığa mahkûm olduğunu ve sınırlandırılmış cinselliğin kaçınılmaz olarak kırıldığında yıkıcı bir güç haline geldiğini öne sürüyor.

Leydi’nin hapsedilmesi ve yaşamının sınırlamaları, dönemin kadınlarına dayatılan yaşamı anlatmaya çalışıyor özünde. 19. yüzyılda, kendilerini evliliğin ve anneliğin ev içi alanına adamaları bekleniyordu; ahlaki değerleri korumak ve evde uyumu teşvik etmek görevleriymiş gibi görülüyordu. Öyleyse, kuledeki izole kadın bir dereceye kadar saflık kavramını yansıtıyor: pasif, manastırdaki bir kadın, ‘’iffetsiz’’ davranışlardan korunacaktır. Ruhani, sessiz hanımefendi isimsizdir, konumuyla ve “kabul edilebilir” kadınsı aktivite beklentileriyle tanımlanır. Öte yandan “Cesur” Sir Lancelot, kamusal alanla ilişki kurmakta özgürdür. Başka bir görüş ise Tennyson’ın yaratıcı insanların yaşadığı izolasyon hakkında bir şeyler söylediği ve sanatsal çabanın yaşamla çatıştığını ima ettiği yönündedir. Leydi temsili bir figür olarak görülebilir. Ayna ve dokuma tezgâhı sembolik anlamlar taşıyabilir. Dokuma, kadın yaratıcılığının bir metaforu olarak yorumlanabilir; çatlayan ayna ise, Leydi’nin “çatlayan” akıl sağlığını gösterebilir. Gelelim şiir üzerine yapılmış en bilinen tablo olan Waterhouse’un ilk çalışması olan ‘Shalott Leydisi’ne… Tablolarının hepsinde olduğu gibi, bu tabloda da şiirden izler taşıyan semboller var. Bunları aktarırken önce hikâyeyle başlayalım.

Resim, Tennyson’ın “The Lady of Shalott” adlı eserinin IV. bölümünden şu satırları göstermektedir:

Ve nehrin loş enginliğinde

Esrik ve cesur kâhinler gibi,

Kendi talihsizliğini görerek –

 Donuk yüzüyle baktı mı Camelot’a?

Ve günün sonunda

Zinciri gevşetti ve yere uzandı;

Uzaklardaki engin dere bunalttı,

Shalott Leydisi’ni.

Elaine’in Camelot’a doğru akan nehrin ortasındaki Shalott Adası’nda yer alan dört kuleli bir şatoda yaşadığını şiirin şu dizelerinden anlıyoruz:

“Camelot’a doğru uzanan bir nehirdeki adada,

Dört gri duvar ve dört gri kule”

Kayığın zincirlerini çözerken -bu aynı zamanda onu özgürlüğüne götüren sembol- Camelot’a “son şarkısını söyleyerek” sürükleniyor, ancak oraya ulaşamadan ölüyor. Tabloda, Elaine’in yüzünde öleceğini bilen hüzünlü ifadesini ve son şarkısını söylerken hafifçe araladığı ağzını gözlemleyebiliriz. Waterhouse’un hayatı temsil eden üç göz kamaştırıcı mumundan ikisi sönmüş. Kalan mum Elaine’in yaşamının az bir zamanı kaldığını anlatıyor. Kayığın önüne yerleştirilmiş İsa ve haç cenneti temsil ediyor. Dışarı baktığı anda gördüğü çiçek açmış nilüferlere tüm tablolarda rastlayabiliriz.

Dokumadan ayrıldı, tezgâhı bıraktı,

Odanın içinde üç adım attı, nilüferlerin çiçek açtığını gördü,

Miğferi ve tüyü gördü,

Camelot’a baktı.

Başta da söylediğim gibi Tennyson şiirinde Victoria Dönemi’nin tutkuları uğruna ölümü seçen karakterini yalnızca bir romantik eser yaratmak için işlememiştir. Aslında amacı toplumdan soyutlanan kadın sorununa gönderme yapmaktır. Ve bu doğrultuda odadaki aynayı da aslında dönem kadınlarının dışarıyla tek bağı olan eş ve baba metaforu olarak değerlendirebiliriz. Kadın öleceğini bile bile özgürlüğünü seçer, ayna kırılır ve trajik son… Waterhouse da resim sanatı aracılığıyla soyutlanan Shalott Leydisi’nin başka bir boyuttan bize seslenmesini sağlamıştır.

O boyut kadının ölümüyle diğer kadınların sorununa ışık tutan bir penceredir. Tennyson’ın şiirine göre Lancelot’un şövalyeleri nehir kıyısına çarpan salı görünce merak edip giderler ve içindeki ölü kadını görünce şok olurlar. Gürültüyü duyan Lancelot da gelir ve der ki:

“Bu Lady de kim? Çok güzel bir yüzü varmış, Tanrı’nın merhameti onunla olsun.” Ve Lancelot, kadının laneti onun için hiçe sayıp ona geldiğini ve aşkı için öldüğünü asla bilemez…

The Lady Of Shalott min

Yazının başında bahsettiğim resim, Henry Tate tarafından Tate London Müzesi’ne bağışlanan John William Waterhouse imzalı tabloydu. Tennyson’ın ‘Lady of Shalott’ şiiri, şiirden tabloya ve şarkıya uzanan sayısız esere ilham olmuştur. Yazının sonunda seçtiğim bazı ‘Shalottlu Hanımefendi’ resimlerine yer veriyorum. Hepsinde de şiire ilişkin sembolleri görmek mümkün. Ayrıca dinlemek isterseniz Loreena McKennitt’in şiiri seslendirdiği klibi de sona ekliyorum.

‘The Lady of Shalott’, John William Waterhouse, 1888 | Tate

An introduction to ‘The Lady of Shalott’ – The British Library (bl.uk)

“The Lady of Shalott” Explanation (mseffie.com)

Analysis of The Lady of Shalott by Alfred Lord Tennyson (poemanalysis.com)

1 Yorum

Bir Cevap Yazın

376TakipçilerTakip Et
2,925TakipçilerTakip Et
spot_img
[td_block_10 custom_title="YAZARIN DİĞER YAZILARI" limit="6" autors_id="36" sort="popular" block_template_id="td_block_template_6"]