Cuma, Ekim 4, 2024
spot_img

Mücadele Ve Direniş Yılı 2020, Kadınlarındır!

Şiddetin, eşitsizliklerin ve yok sayılmaların hedefinde olan kadınlar yaşadıklarının kader olmadığını biliyor ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini değiştirmek için her yerde ve her zaman mücadelesine devam ediyor.

2020 yılını geride bıraktık…

Geçtiğimiz yıl Türkiye de dünyanın büyük dört bir yanındaki diğer ülkeler gibi toplumsal hayatta çok önemli sınavlar verdi. Pandemi, kapitalist sistemin yozlaşmışlığını bir kere daha yüzümüze vururken toplumsal hayatı da büyük değişimlere uğrattı. Ekonomik kriz, sağlık sistemlerinin çöküşü, onlarca insanın hayatını kaybetmesi, gerçeklerin ve bilimsel verilerin gizlenmesi, yurttaşların bir yandan evlere kapanması bir yandan da açlık ve ölüm arasında yaşam savaşı vermesi, artan ev içi şiddet ve kadın cinayetleri… Hepsi, 2020 yılı ile birlikte en temel kaygılarımızı oluşturdu.

Sıkışmışlığın giderek tetiklediği bu gibi kaygılarımızın yanı sıra, aynı zamanda eşi benzeri görülmemiş mücadelelere ve direnişlere tanıklık ettiğimiz koca bir yılı geride bıraktık.

Kirazlıyayla’da kadınlar köylerini tahrip edecek Çinko-Kurşun-Bakır tesisi ve atık barajına karşı muazzam bir direniş başlattı. Barolar çoklu baro yasasına karşı mücadele ettiler, başta Türkiye Tabiler Birliği olmak üzere meslek kuruluşları varlıklarını korumak ve bilimsel gerçekleri halka duyurmak için var gücüyle seslerini yükseltti. Ermenek ve Soma’da ödenmeyen ücretleri ve tazminatları için mücadele eden madenciler hala direnişlerini sürdürüyor…

2020 yılında daha nicelerinden bahsedebileceğimiz mücadeleler sadece Türkiye’ye de özgü değildi. ABD’de siyah yurttaş George Floyd’un bir polis memuru tarafından katledilişinin üzerine başlayan Black Lives Matter direnişinden, hile ve baskıyla iktidardaki yerini korumaya çalışan Alexander Lukashenko’ya karşı Belarus halkının gerçekleştirdiği protestolara kadar 2020 yılı aynı zamanda mücadele ve direniş yılıydı.

Bunları söylerken, 2020 yılına ilişkin onca felakete rağmen belki de bahsi geçen ve geçmeyen nice direniş ve mücadelelerin verdiği umutla sizi avutmaya çalıştığımı düşünüyor olabilirsiniz. Ancak bu satırları yazarken bir yandan yutkunuyor ve bir yandan da aslında en çok kendimi avutmaya çalışıyorum.

Çünkü henüz resmi bir açıklama yapılmadıysa da www.anıtsayac.com adlı sitenin bize söylediği üzere 2020 yılında 383 kadın katledildi.

Bu yıl, kadına karşı şiddetle mücadele eden kişiler ve kurumlar aracılığıyla ulaşabildiğimiz ve varlığından haberdar olabildiğimiz 383 kadın katledildi. Bilemediğimiz, ulaşamadığımız veya üzeri örtülerek haberdar olmamız engellenen onlarcası olduğunu da tahmin etmek çok güç değil.

Biz öldürülüyoruz, katlediliyoruz dedikçe; sesimizi boğazımız yırtılırcasına daha da yükselttikçe bir kadının daha aynı sonu paylaşmaması için mücadele ediyoruz. Ancak erkeklik ve kurduğu hegemonya her gün bir canı daha aramızdan almaya devam ediyor.

29.12.2020 tarihinde; İstanbul’da Aylin Sözer, Kemal Ayyıldız isimli erkek tarafından, Malatya’da Selda Taş, evli olduğu Mehmet Taş isimli erkek tarafından ve Gaziantep’te Vesile Dönmez, oğlu olan Uğur Dönmez adlı erkek tarafından katledildi.

30.12.2020 tarihinde Betül Tuğluk, oğlu olan Berk isimli erkek tarafından katledildi.

31.12.2020 tarihinde Feyza Nur Sağlam adlı 17 yaşındaki genç kadın şüpheli bir şekilde 7. Kattan düşerek hayatını kaybetti. Feyza Nur Sağlam, Ağustos ayında Duygu Delen’in ölümünden sonra attığı tweette “Bana bir gün ulaşılmazsa kaçmamışımdır, kaybedilmişimdir. Ben bir yerden aşağı atlamam, Allah korkum var benim ama biri atmıştır. Uyuşturucu kullanmam, zorla verilmiştir. Bir gün hashtaglerden biri olursam, bulunacak kılıfların hiçbirini yapmam, hakkımı arayın”  demişti.

İsimlerini sayabildiğimiz ve sayamadığımız nice kadınları katleden bu düzen, pandemi ile kurulmadı. Deprem, salgın, hastalık veya diğer doğal ölüm süreçleri bu kıyıma sebebiyet vermedi. Bu kadınları öldüren eş, oğul, baba, partner, sevgili gibi sıfatları ne olursa olsun erkek şiddetiydi.

Aylin Sözer’i vahşice öldürülüşü, katilin sevgilisi olduğu iddiasıyla bugün AKP’li İBB meclis üyesi Hamdullah Arvas isimli erkek tarafından “özgürlük düşkünü bir kadının gayrimeşru yaşantısı” gibi bir ifadeyle meşrulaştırılmaya çalışıldı. Bu gibi cinsiyetçi ve katliamı meşrulaştıran ifadeler, erkek faili koruyan ve bu suça ortaklık eden bir yaklaşımın ürünü olarak karşımıza çıkıyor.

“Aylin Sözer’i öldüren erkek, sevgilisi değildi” gibi bir açıklama yapmak zorunda hissedilişi dahi kadın mücadelesinin kazanımlara büyük bir darbe olsa da sevgilisi olsaydı da bu katliamın erkek şiddetinden başka bir şekilde ifade edilmeyeceği defalarca dile getirilmesi gereken bir gerçek. Kadınların yaşamlarından ölümlerine kadar hayatlarının her aşamasında söz sahibi olduğunu düşünen bu gibi kimseler, yarın bir kadının katili olabilecek bir failin cesaretini daha da arttırıyor, ötesi failin kendisi oluyor.

Sorumluluklarını yerine getirmeyen kolluk kuvvetlerinden, iyi hal indirimi için failin gözünün üstünde kaş arayan mahkemelere kadar arkasını kadınların öldürülüşüne ilişkin bir “haklı” sebep yaratmaya çalışan erkekliğe yaslayanlar,  her gün bir kadının daha umutlarının yitip gitmesine, her canlının en temel hakkı olan “yaşam” hakkından mahrum kalmalarına hizmet ediyor.

Bu yüzden tekrar tekrar söylemek gerekiyor; “Kadına karşı şiddetin, bahanesi de gerekçesi de hafifletici sebebi de olmaz, olamaz”

Kadınlar, 2020 yılında bir yandan erkek şiddetiyle bir yandan da pandemiyle daha da görünür hale gelen toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle mücadele etti.

Pandemi sebebiyle hali hazırda evlerde ücretsiz emeğin temel öznesi olan kadın; yeri geldiğinde uzaktan eğitimde çocukların öğretmeni ve gözetmeni olarak yeri geldiğinde işten çıkarılacaklar veya ücretsiz izne ayrılacaklar arasında en başta yer aldı. Pandemi bahane edilerek, sağlık çalışanı anneden çocuğunun velayeti alındı.

Bir yandan kapanmışlığın getirdiği bunalımla mücadele ederken; işinden edilen, evde kaldıkça daha çok şiddete maruz kalan, giderek artan yoksullukla mücadele etmeye çalışan kadınlar, siyasal iktidarın hedefindeki İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı kadına karşı şiddeti önlemeyi öngören kanun için mücadelelerini sürdürdü.

Siyasal iktidarla birlikte patriarkal sistemin ve erkek hegemonyanın hedef aldığı İstanbul Sözleşmesine ve 6284 sayılı kanuna ilişkin saldırılar, kadının yaşam hakkına birincil nitelikte bir tehdit oluşturuyor.  Kadınların yıllarca süren mücadeleleri sayesinde kazanılan bu hukuki metinler, şiddete uğrayan her kişiyi koruyabilmek adına çok önemli önlemlerin alınmasını sağlayacak mahiyette hükümler içeriyor. Saldırılar, hukuki metinlere yönelik olmasının ötesinde kadınları öldüren ve yok sayan bir düzene hizmet ediyor.

Peki, İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanun bu güne kadar ne kadar uygulandı? İnanın, 6284 sayılı kanun hali hazırda gereğince uygulanıyor olsaydı, şu anda bu kadar kadın cinayetinden bahsetmemiz mümkün olmazdı. Kolluk görevlileri şiddete uğradığını beyan eden kadını eve göndermeyip tedbir alınmasını sağlasaydı veya mahkeme sadece evli olmadığı gerekçesiyle sevgilisinden şiddet gören bir kadının tedbir talebini reddetmeseydi yani 6284 sayılı kanun uygulansaydı, bugün ben bu yazıyı yutkunarak yazmak durumunda kalmazdım.

Tam da bu yüzden saldırılara karşı gelen kadın mücadelesi kendisine “6284’ü uygula” sloganını seçti.

Bugün, “Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine” ilişkin kanun adı altında, dernekler yasasındaki yapılan değişiklikler sayesinde kadın, LGBTİ+, mülteci hakları alanında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarını susturma çabasının da kadın mücadelesine vurulan çok büyük bir darbe olduğunu söylemek gerekiyor.

Türkiye’de, 6284 sayılı kanun ve İstanbul Sözleşmesi ile devlete yüklenen yükümlülükler, kadınların hayatta kalmalarının en büyük dayanağı olan kadın hakları alanında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları tarafından yerine getirilmeye çalışıyor. Gerek sivil toplum örgütleriyle gerekse bireysel katılımlarıyla bir araya gelen kadınlar bugün Türkiye’de ve dünyanın dört bir yanında eşi benzeri görülmeyen mücadelelere imza atıyorlar.

Dünyadan örnek vermek gerekirse; Polonya Anayasa Mahkemesi’nin hali hazırda kısıtlı olarak izin verilen kürtaj yasasını tamamıyla yasaklayan bir kararına karşı sokağa dökülen yüzbinlerce kadın, iktidara ve patriarkal sisteme karşı direnerek kararın uygulanmasını engelledi. Yine Arjantin’de kürtajın bir yaşam hakkı olarak kabul edilmesi gerektiğine dair mücadele eden kadınlar sayesinde Arjantin, kürtaja yasal olarak izin veren ilk Latin Amerika ülkesi olarak tarihe geçti.

Türkiye’de pandemi bahanesiyle gerçekleşen tüm engellemelere rağmen kadınlar, sokaklarda hak arama süreçlerini devam ettirdiler. Türkiye’nin dört bir yanında 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele gününde kendilerine yönelen tüm baskılara, polis şiddetine ve tutuklamalara karşı sokağa çıkan kadınlar, biz kez daha erkek şiddetine hayır diyerek sokakları doldurdular. Aylin Sözer, Selda Taş, Vesile Dönmez ve Betül Tuğluk’un katledilmesi üzerine bir kez daha sokaklar kadınların oldu.

#UykularınızKaçsın diyerek, uğradıkları erkek şiddetini ve tacizi ifşa eden onlarca kadın sosyal medya üzerinden seslerini yükseltti. Türkiye’de, elde ettikleri itibarın arkasına saklanarak, kadınlara her türlü şiddeti uygulayan erkekler birer birer ifşa olurken, kadınlar yıllardır içlerinde tutmak zorunda hissettikleri hikâyelerini anlatarak muhteşem bir dayanışma gösterdi.

Kadınlar, kazanımlarına yönelen her türlü tehdide karşı, gerek sivil toplum örgütleriyle gerekse bireysel katılımlarıyla direnişlerini sergiledi ve sergilemeye de devam ediyor. Sokaklardan meclise kadar kadın dayanışması ve hareketi, patriarkanın korkulu rüyası haline geliyor. İnsan gerçekten #Uykularınızkaçsın demeden edemiyor. Şiddetin, eşitsizliklerin ve yok sayılmaların hedefinde olan kadınlar yaşadıklarının kader olmadığını biliyor ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini değiştirmek için her yerde ve her zaman mücadelesine devam ediyor.

2020 yılı da kadınların bunca engellemeye karşı bir araya gelmesini engelleyemedi. Geçtiğimiz yılın en büyük kazanımı bahsettiğim ve bahsedemediğim onlarca direnişin ve mücadelenin toplumsal hayatımızda yer buluyor olmasıdır. Bu açıdan her ne kadar katledilen kadınların yüreğimizde oluşturduğu boşluğu hissetsek de mücadelemize karşı umudumuz ve inancımız bizi 2021 yılına karşı daha da istekli hale getiriyor. Bu yüzden 2020 yılını, kadınların mücadele ve direniş yılı olarak tarihe geçmesi gereken bir yıl olarak ifade etmeden kendimi alamıyorum.

Belki de daha çok yolumuz var ama 2021 yılında tek bir kadının daha hayata veda edişini, sivil ölüme mahkûm edilişini görmemeyi diliyor ve önceki yıllardan bugüne miras kalan mücadelemizden bize kalan birkaç soruyu tekrar soruyorum;

#GülistanDokuyaNeOldu #DuyguDeleneNeOldu #AleynaÇakıraNeOldu #NadiraKadirovayaNeOldu #RabiaNazaNeOldu #FeyzayaNeOldu

1 Yorum

Bir Cevap Yazın

[td_block_social_counter style="style8 td-social-boxed td-social-font-icons" tdc_css="eyJhbGwiOnsibWFyZ2luLWJvdHRvbSI6IjMwIiwiZGlzcGxheSI6IiJ9fQ==" open_in_new_window="y" block_template_id="td_block_template_1" twitter="niserdar" manual_count_twitter="364" facebook="100049069699052" manual_count_facebook="876"]