Pandemi sürecinde dünyada ikinci dalga yükselişe geçme noktasındayken Türkiye’de şeffaf olmayan yönetim biçimi, gerçekliğin iktidar eliyle çarpıtılması, sağlık sisteminin alarm seviyesinde seyretmesi ile karşı karşıya kalındı. Pandeminin başlamasından bu yana dört bir koldan başlayan aşı çalışmalarında ise büyük oranda ilerlemeler kaydedilirken geliştirilen aşıların güvenirliği açısından endişeler ve kafa karışıklıkları da yaşanıyor. Pandemide geldiğimiz nokta, sosyal etkileri, aşılar ve güvenirlikleri, şimdi olan ve olması gerekenler üzerine bizleri nelerin beklediğini Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı, CHP’li Gaye Usluer ile konuştuk.
Pandemi sürecinde alarm seviyesindeyiz. Halen şeffaflıktan çok uzak bir tablo sunuluyor iktidar tarafından. Fakat gerek Türk Tabipleri Odası başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın gerekse İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun verdiği rakamlar tablonun çok daha vahim boyutlarda olduğunu gösteriyor. Diğer taraftan ise aşılar gündemi var. Tüm bu çerçevede pandemide geldiğimiz, geleceğimiz olası durumların bilimsel ve siyasi boyutunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Pandemiler herkes öğrendi ki, tüm dünyayı içine alan, büyük küçük ülke demeksizin, toplumun daha önce hiç karşılaşmadığı, kıtalar arası sorun oluşturan salgınlardır. Burada olayın bir sağlık boyutu var. Ki şu an büyük ölçüde sağlık boyutuyla savaşıyoruz. Bu denli büyük bir salgınla bir yıldır farklı bir normal yaşamaya başlamamızın sosyal sonuçları, ekonomik sonuçları ve tabii ki uzun vadede siyasal sonuçları olacağı biliniyor. Tarihte yaşanan bütün pandemilerin benzer sonuçları olmuştur. Toplumlar bunlarla yüzleşmek ve baş etmek zorunda kalmışlardır. Türkiye tarafına baktığımızda başından beri iyi bir salgın yönetimi sergileyemedi. Siyaset kurumu salgın yönetiminden ziyade kafayı algı yönetimine verdi. Yani “buradan bir başarı öyküsü yazarız”, “nasıl olsa yaz aylarında bu salgın biter”, “hem mevcut ekonomik krizin sorumlusunu bulmuş oluruz bu bize zaman kazandırır”, “Bu başarı öyküsünde de bir şampiyon yaratırız” diye düşündüler.
PANDEMİDE EVDEKİ HESAP ÇARŞIYA UYMADI
Ancak tabi durum beklendiği gibi gitmedi. Çünkü pandemilerde sadece öngörülerde bulunabilirsiniz. Öngörüleriniz tamamen farklı şekilde çıkabilir. Bu nedenle esas olan bu denli bilinmezin çok olduğu bir yerde geçmiş pandemilerden de ders çıkararak, dünya bu işle ilgili neler yapıyor buna doğru bakarak, bir süreç yönetimi gerekiyordu. Türkiye ne yaptı? Vaka sayısını saklamayı tercih etti. Ölüm sayılarını gerçek rakamlar olarak vermedi. Tüm bunlar, toplumun bu işi bilen kişileri başta TTB olmak üzere vaka sayılarının, yatak sayılarının doğru olmadığını dile getirdiler. Bunların hepsi doğru çığlıklardı. Bilim Kurulu başlangıçta güven oluşturmuşsa da devamında Sağlık Bakanı dedi ki “Bilim Kurulu bizim için tavsiye kuruludur ama bizim başka kurullarımız var ve başka kurullarımız karar verirler.” Ancak gelinen noktada Başbakan dedi ki “hangi kararı alıyorsak verilen kararlar Bilim Kurulunun, sorumluluk onlara ait.” Tüm bunlar aslında salgının ne kadar kötü yönetilebileceğinin somut örneği. Bir hafta önce Sağlık Bakanı artık vaka sayısını açıklıyoruz dedi. Bir anda yirmi binlik vaka sayısı çıktı ortaya. Dün itibariyle de otuz bini aşan vaka sayısı mevcut açıklanana göre. Halen rakamların azaltılarak verildiği ise doğru. TTB, “bunu saha araştırmalarımızdan biliyoruz” dedi. Bu doğru. Şu anda sağlık sistemi çığlık atıyor. Bu hem poliklinik düzeyinde hem hasta yatak sayısı düzeyinde hem de yoğun bakımların dolulukları düzleminde. Covid cephesi böyleyken diğer taraftan sağlık kurumları sadece covid vakalarına hizmet etmekle yükümlü değil. Diğer nedenlerle hastaneye zorunlu başvurular devam ediyor. Bütünsel olarak sağlık sistemi sıkışmış durumda. Sağlık Bakanı “yoğun bakım doluluk oranımız yüzde 70, hastane yatak doluluk oranımız yüzde 55” diyor. Ama şunu demiyor: Yüzde 70 derken bunun tamamının Covid-19 hastalarıyla mı dolu olduğunu söylüyorsunuz, yoksa bütünsel olarak Türkiye’de bütün yoğun bakımlar yüzde 70 mi dolu? Bunun bir ayrımı yok. Her iki durumda da şunu bilememiz gerekiyor. Yoğun bakım yatakları sadece Covid-19 hastalarına hizmet vermiyor.
TÜRKİYE SALGINDA PİK ÇİZGİSİNİN DİKLEŞTİĞİ NOKTADA
Şimdi dünya salgının ikinci dalgasını yaşıyor. Geçen senenin nisan ayıyla bu yılın kasım ayını kıyasladığımızda bütün dünyada hem vaka hem ölüm oranlarının çok büyük artışlar gösterdiğini görüyoruz. Tabii Türkiye de bu pik çizgisinin çok dikleştiği bir süreci yaşıyor. Ama halen hükümet algı yönetimi sürecinden çıkamadığı için önümdeki sürecin çok kolay bir süreç olmayacağını tahmin edebiliyoruz.
Çözüm ne? Bir kere “salgını durdurmanın çözümü ne?” sorusunun cevabı ile “salgının hızını kesmenin çözümü ne?” sorusunun cevapları aynı değil. Salgını durdurmanın yolu, yani dünya çapında bunu durduruyoruz demek için önümüzde iyi ihtimalle iki yıl var. Ancak aşılar 2021’in ikinci yarısından itibaren pandemiyi kontrol altına almaya başlayacaktır. Demek ki salgını durdurmanın çaresi altın standart aşı. Peki, salgının hızını kesmenin yolu nedir? Ki bunu neden yapacağız? Bunu yapmamızın sebebi sağlık sistemimizin yükünü hafifletmek ve iflasını engellemek.
KÜÇÜK ÖNLEMLER UZUN VADEDE YETERSİZ
Bunu yapmanın yolu bulaş zincirini kırmaktan, bulaş zincirini kırmanın da insanların hareketliliğini azaltmaktan geçiyor. Bunun için hiç istemediğimiz en son çareyi uygulamamız gerekecek yani 14 günlük en az ama ideal olarak 2 kuluçka süresi 28 günlük kapanma, kısıtlama getirmek. Bu anlamda küçük aç kapalar, maksada hiç ulaşmayan küçük kısıtlamalar hiç etki sağlamaz demiyorum. Ancak bu tıp dilinde pansuman tedbirdir. Salgının hızı bu denli yükseldiğinde küçük küçük hareketlerle yetersiz kalırsınız, sıkıntınız devam eder ve bir yerde de tuş olursunuz. Bunun önüne geçmek için daha ciddi önlemlerin alınması lazım.
PANDEMİ ÖNLEMLERİ PAKETİNİNİN İÇİNDE DEVLET YOK
Siyaset kurumu yeni önlemler açıkladı; Aç-kapalar, geceye ve sabaha karşı alınan yasaklamalar ve özellikle hizmet sektörü üzerinde bir baskılar yer aldı. Peki, içinde ne yok? Bu önlem paketinin içinde devlet yok. Düşük düzeyde kısıtlama getirdiğinizde dahi yapmanız gereken karşılıksız olarak sosyal destek ağını oluşturmaktır. Devlet bunu düzenlemek, denetlemek ile mükellef. Şimdi oluşturulan kısıtlamaların tamamı vatandaşı, küçük esnafı kısıtlamayla karşı karşıya bırakan ve bir süre sonra gerek işsizlik boyutunda gerek işten çıkarmalar boyutunda gerekse kepenk kapatma boyutunda vatandaşı çaresiz duruma itmek demektir. Şimdi 14 ya da 28 günlük kapama koşulken, Avrupa’nın bu yöntemlere başvurduğu görülürken Türkiye’nin bunu yapmamakta direnmesinin tek nedeni var. Devletin sosyal devlet rolünü üstlenmek istememesi.
Bugün gündemimiz, mademki altın standart aşı; aşılama nasıl olacak, aşılama konusunda nasıl bir standart izlenmeli bunları konuşmamamız lazım. Burada da Sağlık Bakanının açıklaması varsa da detay ve şeffaflık yok. Bu da tedirginliklere neden oluyor. Burada iki önemli tehlike var. Bir tanesi dünyayı ilgilendiren aşı milliyetçiliği. Böylesi bir pandemide bulunan aşılar uluslararası şirketlere büyük bir sermaye birikimi getirecek. Bu anlamda baktığımızda aşı milliyetçiliği denilecek korkutucu bir kavram karşımıza çıkıyor. Parası çok ülkeler “öncelik benim” diyor. Burada sloganın şu olması lazım: Bazı ülkelerde yaşayan bütün insanların aşılanması değil, hedef bütün ülkelerde bazı insanların aşılanması olmalı. Toplumun en az yüzde 60’ının önce risk gruplarından başlamak kaydıyla aşılamazsanız salgını kontrol altına alamazsınız. Demek ki bu ortak bir sorun. Bu anlamda dünyadaki bütün ülkelerin aşıya ulaşabilirliği, ücretsiz uygulanması konusunda hemfikir olması ve bir uluslararası dayanışma ağının oluşması gerekiyor.
İDEAL AŞIYI ELDE ETMEK ON YILLARI BULUR
Bir başka konu da aşı karşıtlığı. Bu da bütün dünyada var olan bir şey. Çok farklı ülkelerde farklı teknolojilerle üretilmiş aşılar var. Bu aşıların hepsi bu bir yıllık süreçte ortaya çıkan aşılar. Tarihsel olarak en erken 4-5 yılda bulunan aşılar var. Ama ideal bir aşının bulunması on yılları alıyor. Bu kadar hızlı bir sürecin gerekliliği pandemi olduğu içindir. Ancak kısa sürede hayata geçeceği için, aşılarla ilgili bizi cezbeden, “o olsun mu, bu olsun mu” noktasına getiren aşının bize bildirilen etkinliğidir. Yüzde 70-90 gibi değerler var. Herkes en yüksek korunma sağlayan aşıyı ister. Ama bütün aşılarla ilgili ortak söyleyeceğimiz şu ki: Bu aşıların erken dönem yan etkilerini biliyoruz ama uzun dönemi bilmiyoruz. Dolayısıyla süreç içerisinde her aşının birbirine göre avantajı ya da dezavantajı çıkabilir. Bu noktada etkinliği kanıtlanmış ve Covid-19’a karşı en az yüzde 50 koruma sağlayabilen aşıların hayata geçirilmesi gerekiyor. Bizlerin basın yoluyla çıkıp, ben o aşıya güvenmiyorum, o Çin aşısı vb. söylemler aşı karşıtlığını oluşturması açısından tehlikeli söylemler. Şu anda aşıya ulaşabilir olmak ve zarar vermiyor olması öncelik.
VIP AŞI SORUNU YAŞANIR MI?
Aşıda bir bölünme yaşayabilir miyiz? Bir yandan devletin ücretsiz yaptıracağı diyelim ki “Çin aşısı” diğer taraftan Avrupa’da üretilen aşıların özel aşı olarak yaptırılabiliyor olması gibi bir ayrım yaşamamız mümkün mü gelecekte?
Aşıda bir bölünme yaşayabiliriz. Bu açıdan ülkeyi yönetenlere büyük bir görev düşüyor. Bunu sağlamazlarsa bu söylemler büyür. Bir kere aşıyı bir kamusal hak, risk gruplarından başlayarak herkesin aşıya ulaşabilir olması hem ülke içinde hem dünya çapında insan olma hakkı diye düşünmek gerekiyor. Ama şu fikre katılmıyorum: bir aşıyı ücretsiz getireceğiz herkese uygulayacağız, düşük miktarda başka bir aşı gelecek o da ücretli olacak. Şimdi bu süreçte ülkede aşı rekabeti oluşturmak ücretsiz gelen aşıyla ilgili kaygı dozunu artıracaktır. Bunu çok tehlikeli buluyorum. Eğer ülkeye her iki aşıdan da getirilecekse her ikisi de ücretsiz olmalı. Birincisi bütün vatandaşlar için eşit bir korunma süreci oluşturulmalı. İkincisi devlet erkânının hangi aşı ile aşılanacağı, onlar için aşılama süreci, bir VIP süreci yaratılıp yaratılmayacağı bununla ilgili en küçük bir soru işaretinin bile infial yaratacağını düşünüyorum. Böylesi bir şey mutlaka duyulur. Bu nedenle aşının VIP’si olmaz. Bu stratejiyi yönetecek olan siyaset kurumudur.
Ayrıca bir aşının getirilmesi sürecinde birinci soru “aşının getirildiği ülkede kullanım onayı almış mıdır?”, ikinci soru “kullanım onayı almış aşı uluslararası standartlarda kullanım için başvurmuş mudur?”, üçüncü soru “ülkende vatandaşına bu aşıyı uygulamadan önce biyolojik kontrollerini yapacak mısın?” Bunların hepsi yapıldığında, aşıyı Çin ya da İngiltere’de yapılmış diye ayırmak istemem. Çünkü bütün ülkeler özellikle parası çok olanlar şimdiden kendi nüfuslarının iki katı oranda aşı siparişi yapmış ve bağlantılarını bitirmiş durumdalar. Bu nedenle bekleme zamanımız yok. Bizdeki durumun ne olduğu konusunda şeffaf bir durum işlemiyor. Söylenenlerden anladığımız ve bize gelen bilgilerden öğrendiğimiz kadarıyla Türkiye 50 milyon dozluk aşı siparişini yapmıştır. Aralık ortasında sağlık personeline aşılayacağız denilen aşı Çin’den gelecek olan aşıdır. Ayrıca BiOnTech aşısının da Türkiye’nin 1 milyon dozluk bir bağlantısı var. Bir milyon doz demek yüz bin kişinin aşılanması demek.
ÇİN AŞISININ İKİ KÖTÜ BİR İYİ TARAFI MEVCUT
Çin aşısının elbette henüz kendi ülkelerinde ruhsatlandırılmamış olması bir sorun. İkinci sorun henüz yüzde kaç etkinlik gösterdiğine dair net bir bilgi yok. Olumlu yönü, mevcut aşılar içerisinde en eski kullanılan, bilinen teknolojiyle oluşturulmuş aşı Çin’in aşısı. Bugün biz inaktif aşı dediğimiz hem bakteri aşıları hem virüs aşıları kullanıyoruz. Bunların da en azından yan etki açısından güvenilir olduklarını biliyoruz. Böyle bir pandemiyle baş etmeye çalışırken hiç korumasız kalmak mı daha iyidir yoksa koruma düzeyi diğerlerine göre daha düşük ama yan etki profili açsından güvenli bir aşıyla aşılanabilir miyiz, bu durumda aşılanabiliriz cevabını verebilirim ben rahatlıkla. Mesela MRNA aşıları çok küçük bir miktar RNA’yla milyarlarca doz üretilebiliyor. Ama bunların hepsi zaman alacak. Şu anda dünya nüfusunun tamamına en son teknoloji aşıların ulaşabilmesi önümüzdeki yıl dâhil olmak üzere mümkün değil. O zaman tüm dünya öncelikli insanları belirlemek zorunda. Burada bir global dayanışma gerekiyor. MRNA teknolojisi müthiş bir teknoloji ama yeni bir aşı. Burada da uzun vadeli sonuçlarını bilmiyoruz. Bu zorlu bir süreç. Erken dönemde doğru strateji izlenerek toplumun öncelikli gruplarının aşılanması önemlidir. Ve tabii Türkiye’ye 50 milyon aşı gelip 25 milyon kişiyi aşılayacağımızı düşünürsek bu aylar içerisinde olacaktır. Aşı istasyonları mı kurulacak, hangi personel bu iş için ayrılacak, hangi sıralama izlenecek, bunun ciddi bir strateji gerektirdiğini düşünüyorum. Ama siyaset kurumu da salgın sürecinde kaybetmiş olduğu güveni aşılama sürecinde olumluya çevirmek zorunda. Aşıyı getirdim demekle olmuyor.