Cuma, Nisan 26, 2024
spot_img

Sanatta Ve Felsefede Aşka Dair

Her geçen sene biraz daha ticarileşen Sevgililer Günü'nde Aşk'a sanat ve felsefe penceresinden bir bakış

Bu haftaki yazıyı 14 Şubat Sevgililer Günü’nün konseptine uyan ve hepimizin mutlaka bir şekilde hissettiği duygu olan aşk konusuna ayırmak istedim. Aşkın kimyası, fiziği, metafiziği, sosyolojisi, psikolojisi vs. derken üzerine sayısız yazı yazılmış, araştırma yapılmış, eserler yaratılmış. Ben hepsine birden yer veremeyeceğim tabii 🙂 Birbirinden ilham alan iki alana, hem felsefesine hem de sanattaki yerine çeşitli eserler eşliğinde bakmaya çalışacağım.

Önce şu soruyla başlayabiliriz aslında… Aşk nedir? Ve şöyle devam edebiliriz sanırım… Türümüzün hayatta kalmasını sağlamak için doğanın bize oynadığı bir oyun mu? Yoksa bazı dinlerin savunduğu gibi, her şeyi tek bir bütün olarak bir arada tutan metafizik yapıştırıcı mı? Edebiyat gibi alanlarla kıyaslandığında felsefe aşk konusunda en az söylem veren alanlardan biri. Felsefede aşk tanımını ilk yapan Empodekles aşkı “ilk hareket ettirici” olarak tanımlarken, aşk üzerine en çok söylemde bulunan Platon ise aşkı “hareket ettirici” olarak yorumlamış. Platon Empodekles’ten ilham almış gibi görünüyor. Doğa Üzerine adlı yapıtında Empedokles’in özgünlüğünü gösteren iki önemli düşüncesi var: Bunların ilki, temel öğenin birden fazla olduğunu kabul etmesidir. Kendisinden önceki düşünürlerin öne sürdüğü temel öğeler su, hava ve ateşti. Empedokles ise bunlara bir de toprak öğesini eklemiştir. Bu dört öğe baştan beri vardır. Bunlar ne değişir ne de yok olur, yani başlangıcı ve sonu yoktur. Evrende bunların miktarları hep aynı kalır. Her şey bu dört öğenin belirli birleşmelerinden oluşur.

“Nasıl ki ressamlar tapınaklara adak olarak adanacak resimleri yaparken ellerine çeşitli boyaları alır ve onları uygun oranlarda birbirlerine karıştırırlarsa, bunun için de bazı boyalardan daha fazla, bazılarındansa daha az miktarlar alırlarsa ve böylece bu boyalardan dünyada rastlanan sayısız şeylerin, örneğin ağaçların, erkeklerin, kadınların, kuşların, balıkların, hatta uzun ömürlü tanrıların resimlerini yaparlarsa, aynı şekilde doğa da dört öğeyi alarak onların her birinden farklı miktarları farklı oranlarda karıştırıp var olan şeyi meydana getirir.”

İkinci özgün düşüncesi ise bu temel öğelerin birleşip ayrılması için bir hareket ettirici güç olması gerektiğidir. Empedokles bu gücü sevgi ve nefret olarak açıklamıştır. Sevgi, öğeleri birleştirir, nefret ise bunları birbirinden ayırır.

Aşkın Felsefesi

Felsefe yönünden bakacak olursak, filozoflar geleneksel olarak aşkın tanımını üç biçimde ayırt etmişler:

Eros (Romantik/tutkulu aşk): başka bir kişiye karşı cinsel, tutkulu, şehvetli çekim diye tanımlanan eros aslında aşk denilince akla ilk geleni. Adını Yunan mitolojisindeki “aşk tanrısı”ndan alan, “yüce sevgi” ya da “arzulu aşk” anlamında kullanılan Yunanca kavram. Eros’ta tensel aşk esastır ve cinsel yakınlık çok önemlidir. “Agape” kavramının tam karşıtında yer alan “eros”, “agape”de bulunmayan bencil ve arzulu bir niteliğe sahip.

Philia: Philia kavramına karşılık gelen sevginin tinsel olana varmak amaçlı kullanımının yanında ikinci bir kullanımı dostluk kavramıdır. Arkadaş veya aile sevgisi, kulüpler, takımlar, uluslar ve genel olarak insanlık için duyulan sevgi gibi. Eros’un ateşi artık sönmeye yüz tuttuğunda çiftleri hâlâ bir arada tutan şey de philia’dır denir.

Agape: Tanrı sevgisi ya da karşılığında bir şey beklenmeyen, cinsel dürtü barındırmayan, karşılıksız verilen sevgi (platonik aşk), diyebiliriz agape için. Yanıp tutuşulan bir sevgi, içteki öfke ve kızgınlıktan arındıran, verebilecek çok şeyi olan ama azını isteyen bir sevgi türü.

Wittgenstein, bir kelimenin ne anlama geldiğini öğrenmek istiyorsanız, sözlüğü unutmanız ve gerçek dünyadaki insanlar tarafından nasıl kullanıldığını incelemeniz gerektiğini düşünüyordu, buna sanatta nasıl göründüğü de dâhil.

Erich Fromm, Sevme Sanatı adlı kitabının Sevgi Kuramı bölümünde cinsel sevgi için şu tanımları kullanıyor:

‘’Kardeş sevgisi eşit insanlar arasındaki sevgidir; anne sevgisi çaresiz insana karşı duyulan sevgidir. Birbirlerinden çok başka olsalar da bu sevgilerin, yapıları gereği ortak bir yanları vardır: Bir tek insanla sınırlı değillerdir. Kardeşimi seversem bütün kardeşlerimi severim; çocuğumu seversem bütün çocukları, yardımıma gereksinme duyan herkesi severim. Bu iki sevgi biçimine de karşıt olan bir sevgi, cinsel sevgidir: Başka bir insanla bütün bütün kaynaşma, bir olma açlığıdır bu. Yapısı gereği genel değil, özeldir; sevgilerin belki de en aldatıcı olanıdır. ‘’ Sevme Sanatı – Erich Fromm Bölüm 2, s.55

Psikanalist Jacques Lacan ise aşkın karşılıklı olduğunu söyler. Yine/Hala adlı 20. Seminerinin kayıtlarının yer aldığı kitabın başı arzu ve aşk tanımlamaları ile başlar. Şöyle der: ‘’Aşk kuşkusuz bir işaret verir, her zaman da karşılıklıdır.‘’ Yine / Hala – Jacques Lacan Bölüm 1, s.10

Biraz daha açarsak;

IV no’lu kitabında “aşkın yüce anından” bahseder (le moment sublime de l’amour). Bu yüce an “aşkın iade edildiği” andır… Sevgi her zaman karşılığını aynıyla bekleyen bir duygu olarak görünür burada… Bir karşılıklılık beklentisi –ve çok basitleştirirsek, birini seviyorsam karşılığında onun da beni sevmesini isterim… Ve sevgi iade edildiğinde “dünyalar benim olur”…

Spinoza’ya göre ise bütün duygular üç temel duyguya indirgenebilirler ve onların kombinasyonlarından ibarettirler… Varolma ve eyleme gücüm (arzu), bu gücün artışı (sevinç) ve azalışı (keder). Bu son derecede bedensel bir durumdur çünkü Spinoza duygulanışların hem bedeni hem de ruhu ifade ettiklerine inanıyordu. Ve bütün diğer duygular bu temel duygulardan türetilebilirler: böylece sevgi “dış bir nedenin fikri eşliğinde yaşanan sevinç”, nefret ise “dış bir nedenin fikri eşliğinde yaşanan keder” oluyor.

Uyuyan Eros min
Uyuyan Eros / Metropolitan Sanat Müzesi

Üst görseldeki Uyuyan Eros, M.Ö. üçüncü veya ikinci yüzyılda kimliği bilinmeyen bir Yunan heykeltıraş tarafından yapılmış. Uyuklayan, tombul, kanatlı küçük bir çocuk şeklinde tasvir edilmiş. Bu tasvir biçimi Roma sanatında yaygın bir imaj türü.

Yunan mitolojisindeki aşk tanrısı Eros’un uyuklayan bir melek şeklinde görünmesi mantıklı görünüyor. Eros’un uyurken pozisyonuna dair, neredeyse herkes uzun süreli uzanma hissini bilir ve o anda dünya gri renktedir. Sonra biriyle tanışırsın ve Eros hareketlenir. Aşk sana kanat vermiştir.

Yayini Yontan Eros min 1
Parmigianino / Yayını Yontan Eros, 1534-35
Cupid min
Adolf Steinhäuser / Cupid, Tarihi bilinmiyor

Amor

Aşk tanrısı olarak da bilinen Amor, Roma aşk tanrısıdır. Ya da daha doğrusu kelime anlamı: âşık olmaktır. Sanatta, çoğunlukla her yöne çılgınca ok atan küçük bir çocuk olarak tasvir edilir. Sevgiyle sırılsıklam oklarına vurulan kişi âşık olur. Tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi, annesi bile onu nasıl zapt edeceğini bilmiyordur. Adolph Steinhäuser’in heykeli bağlı ellerle bir versiyondur; bu, aşk tanrısının annesine bir göndermedir ve annesi bu şekilde onu dizginlemeye çalışır. Ama aşk tanrısının küçük bir çocuk olarak tasvirinin arkasında ne yatıyor? Efsaneye göre, annesinin ona bir erkek kardeş ve oyun arkadaşı doğurmasıyla Eros gelişmeye başladı: ‘’Gerekli aşk tanrısı’’ Anteros. Daha da açarsak, aslında aşk, ancak karşılığında sevgiyle karşılaştığında doyurucu ve büyüyüp gelişebilir hale gelir. Anteros bazı metinlerde karşılıklı aşk ya da karşılık gören aşk olarak yorumlanır. Anteros (zıt sevgi), Eros’un (sevgi) kardeşidir ve anne Afrodit, onu Eros’un daha da gelişebilmesi için doğurmuştur. Yunan mitolojisine göre Eros, ancak Anteros’un yanındayken gelişir. Ona yaklaşınca mutlu olur ve ondan uzaklaşınca ağlar. İskenderiye varyantlarına göre Eros’a yaklaştığı zaman büyür ve ondan uzaklaştığı zaman yaşça küçülür.

Anteros ve Eros min 1
Giovanni Baglione / Anteros ve Eros, 1602-1603

Âdem ve Havva’nın hikâyesi, toplumumuzun geleneksel fikirlerinin temel taşıdır. Amerikalı edebiyat bilimci Stephen Greenblatt’a göre, Âdem ve Havva’nın hikâyesi toplumumuz için çok önemli: “Kim olduğumuzla, nereden geldiğimizle, neden sevdiğimizle, neden acı çektiğimizle ilgilidir.”

Adem ve Havva min
Hermann Hahn / Âdem ve Havva, 1896

Antik Yunanistan, batı kültürünün önemli bir kaynağıdır. Ve görsel sanatlar mitolojik çiftlerin tasvirleriyle doludur. Bu şaşırtıcı değil, çünkü Psyche ve Cupid, Echo ile Narcissus, Ares ile Afrodit, Pyramus ile Thisbe, Apolle ile Daphne hikâyeleri gibi, Yunan mitleri zorlayıcı bir aşk hikâyesinin gerektirdiği her şeye sahip: ilk görüşte aşk, şans, kıskanç bir kayınvalide, bir ilişkiyi yürümeye çalışan bir çift, mutlu ya da kötü bir son.

Venus Cupidi Bagliyor min
Jean-Baptiste Carpeaux / Venüs Cupid’i Bağlıyor, 1870-75

Yukarıdaki resimde ilk bakışta sevgi dolu bir kucaklamaya benzeyen şey, aslında Venüs’ün, oklarıyla pek çok yaramazlığa neden olduğu için oğlu Amor’u bağlama girişimi. Aşkı evcilleştirmek istemek ne kadar da paradoksal bir fikir değil mi? Ve devamında şöyle söyleyebiliriz: kim aşka tutunmaya çalışmaz? Hangi çeşidi olursa olsun, aşk bizi hayata bağlayan, tutunmamızı sağlayan duygulardan biri ne de olsa.

Daphne Ve Apollon min
Gian Lorenzo Bernini / Daphne Ve Apollon, 1622-1625

Bazı aşklarsa Daphne ve Apollon örneğindeki gibi imkânsızdır. Hikâyesi kısaca şöyledir: Su perisi olan Daphne, evlenmemeye ant içmiştir. Apollon, Peneus Irmağı’nın kıyısında Daphne’yi görür ve ona âşık olur, tutulur. Umutsuzca, deli divane âşık olan Apollon Daphne’nin peşini bırakmaz. Daphne kaçar, Apollon kovalar. Gücünün bittiği yerde Daphne Toprak Ana’ya onu saklaması için yalvarır ve Toprak Ana yakarışını duyar; Daphne toprakla bütünleşir ve bir ağaca dönüşür. Defne ağacının ismi de buradan gelir.

Pygmalion ve Galatea min
Jean-Leon Gerôme / Pygmalion ve Galatea, 1890

Pygmalion ve Galatea aşkı ise görünüşte imkânsız bir aşktır. Fakat imkânsız olan gerçekleşir. Heykeltraş Pygmalion, Galatea (Uyuyan Aşk) adını verdiği heykeline âşık olur ve Afrodit’e böyle bir eşi olması için yalvarır. Motif, Ovid’in metamorfozlarından alınmıştır ve heykeltıraş Pygmalion’un, tanrıça Afrodit’in onu hayata geçirdiği anda heykeli Galatea’yı öpmesini tasvir etmektedir.

Van Gogh bir sözünde şöyle demişti: ‘’İnsanları sevmekten daha sanatsal bir şey yoktur. ‘’ Bu sözü bir bakıma onunla birlikte tüm görsel sanatçılar ile edebiyat yazarlarının çoğu eserlerindeki ilham kaynağının aşk ve sevgi olduğunu yansıtıyor. Bazen aşk ve sevgi sanattan daha güçlüdür, ancak bazen de sanat galip gelir – Paul Gaugin’in ailesini, Tahiti’de yaşamak ve resim yapmak için terk etmesi gibi.

Kirda Dans min
Pierre-Auguste Renoir / Kırda Dans, 1883

Renoir’nın sevgilileri müzik, dans ve yaz sıcağı ile adeta birbirlerini sürüklüyorlar. Açık havada yemekleri kargaşa içinde terk edildi; bir şapka (erkeğin?) yere düşmüş; kadını bileğinden ve belinden kavrarken tüm resim bu hareketlilikle ‘’sallanıyor’’ gibi görünüyor. Ve bu güzel, yumuşak kompozisyonun taçlandıran ihtişamı, kadının sevimli yüzündeki gülümseme. Doğrudan izleyiciye yönelik ve samimi bir şekilde gülümserken, o andan daha mutlu olamayacağını söylüyor gibi.

Dogum Gunu min
Marc Chagall / Doğum Günü, 1887

Chagall’ın resminde aşk onları yukarı kaldırıyor, öyle ki, kadının ayakları yere güçlükle dokunuyor. Erkek, kadının üzerinde bir kuyruklu yıldız ya da bir melek gibi süzülürken eğilerek onu öpüyor. Bu resim Bella’yla evlenmeden sadece birkaç hafta önce Chagall tarafından resmedildi. Sahne, bu ikisinin paylaştığı inanılmaz, akıcı ve güçlü sevginin harika bir ifadesi. Chagall yakında genç Bella ile sevgili ilham perisi ile evlenecek ve böylece ortaklıklarının yer çekimine meydan okuyan gücü başlayacak. Bu, vahşi ve şehvetli sevginin, ama aynı zamanda aşkın, hayranlığın görseli. Chagall doğum gününde kendisini ziyarete gelen ve o zaman nişanlısı olan sevgili eşinin hakkında şunları yazmıştı: “ “Birdenbire yükseldiğimi hissettim. Sen de bir ayağının üzerindeydin. Sanki küçük oda, seni taşıyamıyordu artık. Tavana doğru süzüldün. Başın benimkine doğru eğildi ve kulağıma bir şeyler fısıldadın. Derin ve yumuşak sesinin bana söylediği şarkıyı dinledim. Aynı şarkı, gözlerinden de yansıyordu. Daha sonra, odanın içinde birlikte uçmaya başladık. Pencereden gördüğümüz, bir bulut ve bir parça mavi gökyüzü bizi çağırıyordu. Birlikte çiçeklerin, evlerin, damların, tarlaların ve kiliselerin üzerinden süzüldük.”

Ask Tanrisinin Opucugu ile Canlanan Ruh min
Antonio Canova / Aşk Tanrısının Öpücüğü ile Canlanan Ruh, 1793

Başta da belirttiğim ve bildiğiniz gibi aşk üzerine sayısız harika eser yapılmış. Ben içlerinden seçtiğim bazılarını sizlerle paylaşabildim. Son olarak sevdiğim bir heykel olan Canova’nın Aşk Tanrısının Öpücüğü ile Canlanan Ruh heykelini ve hikâyesini paylaşacağım. Benim sevmem bir yana, Neo-Klasisizmin en sevilen heykellerinden biridir. Romalı aşk tanrısı Cupid (Yunan mitolojisindeki Eros’tan uyarlanmıştır) ve insandan tanrıça olan Psyche’nin aşk hikâyesinden esinlenen bu mermer şaheser, 1793’te İtalyan heykeltıraş Antonio Canova tarafından oyulmuş. Parça, yasak bir kutuyu açtıktan sonra derin, ölüm benzeri bir uykuya daldırılan Psyche’nin kocası Cupid’in bir öpücüğüyle uyandığı dokunaklı anı anlatıyor. Canova, figürlerin gerçeğe yakın ifadelerine ve samimi konumlandırmalarına özel önem vererek sahnenin yükselen ve hümanist duygularını ustaca yakalamayı başarmış. Parçanın şu anda bulunduğu Louvre Müzesi, “Aşk tanrısı sevgili ruhunu nazikçe kucaklıyor, yüzü onunkine yakın,” diye açıklama yazmış eser hakkında. “Psyche, sevgilisinin başını yavaşça elleri arasına alarak geriye doğru eğiliyor.”

Psyche min

Sayısız düşünür, sayısız ruhbilimci ya da sanatçı aşk ve sevgi bağlamında pek çok şey söylemiş elbet. Bunlardan birkaçına da yer vererek aşk konulu yazıma son veriyorum. Aşkla ve sevgiyle kalın ♥

“Aşktan korkmak yaşamdan korkmaktır ve yaşamdan korkanlar şimdiden üç kez ölmüşlerdir.” Evlilik ve Ahlak (Marriage and Morals) – Bertrand Russell

“Bilirsiniz, birini sevmeye başlamak gerçek bir iştir. Enerjik, cömert ve kör olmak zorundasınızdır. Hatta en başlarda uçurumdan atlamak zorunda olduğunuz bir an vardır ki eğer üstünde düşünürseniz, atlamazsınız.”  Bulantı (Nausea 1938) JeanPaul Sartre

“Sen ne dersen de, aşk insanı üç kez soyar: Umarsız kılar, uykudan eder, anadan doğma bırakır.” Diophanes

“Aşkın iki yüzü var; biri ak, biri kara. İki bedeni var aşkın; biri kılsız, biri kıllı. İki eli, iki ayağı, iki kuyruğu var; evet bütün organları iki tane ve her biri öbürünün tam karşıtı. Ama o denli bütünleşmişler ki, birbirinden ayırt edemiyor insan.” Virginia Woolf

”Yeniyetme aşk, “Seni seviyorum, çünkü sana ihtiyacım var” der. Olgun aşk ise, “Sana ihtiyacım var, çünkü seni seviyorum” der.” Erich Fromm

Kaynaklar:

Empedokles – Vikipedi (wikipedia.org)

(dergipark.org.tr)

Spinoza ve Aşkın Diyalektiği (sonsuz.us)

Love Is in the Air, and in the Art – The New York Times (nytimes.com)

Love and art, do we have to choose? – .ART

Anteros – Vikipedi (wikipedia.org)

The 10 best love paintings | Painting | The Guardian

What is Love? – Kunsthalle Bremen — Google Arts & Culture

Love Art: Romantic Paintings and Sculptures From Art History (mymodernmet.com)

Psyche Revived by Cupid’s Kiss | Musée du Louvre

Bir Cevap Yazın

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
376TakipçilerTakip Et
2,925TakipçilerTakip Et
spot_img
[td_block_10 custom_title="YAZARIN DİĞER YAZILARI" limit="6" autors_id="36" sort="popular" block_template_id="td_block_template_6"]