Perşembe, Aralık 12, 2024
spot_img

Siyaset Gölgesinde Rayların Altında Kalan Adalet

“Adalet Arayan Kadınlar” dizisinde 8 Temmuz 2018 Çorlu tren kazasında (daha doğru tanımla katliamında) 9 yaşındaki oğlunu ve eşini kaybeden Mısra Öz, 3 yıldır süren hukuk mücadelesi ve adalet arayışına dair sorularımızı yanıtladı.

Mısra Öz’ün sosyal medyada sesini yükseltmesiyle sık sık gündeme gelen katliam, Uzunköprü’den İstanbul’a doğru hareket eden yolcu treni Çorlu yakınlarından geçerken yağış nedeniyle rayların altındaki toprak menfezin kaymasıyla 5 vagonun devrilmesi sonucu meydana gelmişti. Kazada 25 insanımız hayatını kaybetmiş, 317 kişi de yaralanmıştı.

Mısra Öz’ün hukuk mücadelesi üç yıldır sürüyor. Kazaya ilişkin davanın üçüncü duruşmasının ardından “Üç maymunu oynuyorlar sarayın soytarıları” ifadelerini içeren tweet gerekçesiyle mahkeme heyetine hakaretten hakkında dava açıldı ve yargılama süreci başladı. Mısra Öz, üç yıldır devam eden mücadelesini, hukuk sistemi ve toplumun adalet arayışını temsil eden davalardan biri olan Çorlu davasına dair sorularımızı cevapladı.

3 yıldır hukuk mücadelesi veriyorsunuz. Böyle bir hukuk sisteminden adalet çıkmasını bekliyor musunuz?

Ülkemizdeki hukuk sistemi ne yazık ki çökmüş durumda; daha doğrusu şöyle açıklayayım size: Adalet ve hukuk kuralları belli ama bunu uygulayacak kişilerin üzerindeki yani hâkimlerin ve savcıların üzerindeki siyasi baskı adaletin tecelli etmesine, geç işlemesine, adil işlememesine sebep oluyor. Ülkemiz de şuanda böyle bir hukuk sistemi yürüyor. Ülkede aklı ve vicdanı olan herkesin malumu olduğu üzere,  Çorlu davası bir kişinin sebep olduğu bir olay değildir. Çorlu tren katliamı dediğimiz katliam, kamusal yükümlülüğü bir dizi kişi ve kişilerin sorumluluklarını yerine getirmemeleri dâhilinde gerçekleşti. Bu yüzden de aslında, bu kısa bir sürede sorumlular ortaya atılabilecek noktada olmadı. Fakat Çorlu’daki olayın en başından beri hukuksuzluk üzerine kurulu olduğunu beri şahit olduk. Bilirkişilerin hazırlamış olduğu yanlı rapor nedeni ile oluşmuş iddianamenin karşımıza getirdiği 4 tane sanığın yeterli olmadığını, iddianamenin eksik olduğunu, bilirkişi raporunun da kasti olarak yanlı, yanlış ve saçma sapan bir rapor olduğunu anlatmaya ve ispatlamaya çalışıyoruz. 3 yıl boyunca biz bunun mücadelesini verdik. İşte sorduğunuz sorununda cevabı tam burada başlıyor. 3 yıl boyunca vermiş olduğumuz mücadelenin sonunda biz davayı bir yere taşıyabildik. Taşıdığımız yer de şurası oldu: Hem tefrit dosyasına hem de ana dosyaya 2 tane bilirkişi raporu girdi. Şimdi bu 2 bilirkişi raporu da ilk çıkan bilirkişi raporunu çöpe dönüştürdü. Elimizdeki bu bilirkişi raporları bize ilk kez 16 Mart’ta geçirdiğimiz duruşmada gerçek sorumlular olarak gördüğümüz kişilerin isimlerini mahkemeye sunduğumuzda onlar hakkında soruşturma başlatacak raddeye taşıdı. Aslında Çorlu Tren Katliamı Davası 16 Martta yeniden başladı. Biz en başa döndük. İşte bu en başa döndüğümüz noktadan itibaren, evet adalete olan inancım güçlenmiş durumda, çünkü biz tırnaklarımızla kazıyarak buralara kadar getirdiğimiz bir dosyada ilk kez mahkeme heyeti tarafından taleplerimiz reddedilmedi. Gerçek sorumluların yargı önüne getirilmesi evet uzun soluklu olacak ama bir gün mutlaka olacak. Adalete inanıyoruz, daha doğrusu inanmak istiyoruz.

Özellikle çocukları için adalet arayanlarla yan yana gelmeye, acıları bölüşmeye gayret ediyorsunuz. Hayatınız bir tarafıyla politikleşti. Bu süreçte “Hiç böyle olduğunu düşünmedim” dediğiniz, sizi fikren dönüştüren bir şey oldu mu? Toplumsal olaylara bakış açınız değişti mi?

Ben bu katliamı yaşamadan, oğlum gitmeden öncede toplumsal olaylarda mümkün olduğunca kendi vatandaşlık görevim dâhilinde bir şeyler yapmaya çalışıyordum. O zaman aktif bir sosyal medya kullanıcısı değildim. Fakat Özgecan için (Aslan) katledildiğinde kadın yürüyüşlerine ben de katıldım. Berkin Elvan için de, Ali İsmail Korkmaz için de, Gezi olaylarında, olayı sahiplenmenin pozisyonu içerisinde zaten bulunuyordum. Fakat Çorlu Katliamından sonra yani benim başıma geldikten sonra hayatımda tabii ki bir sürü şey değişti. Fakat ben şöyle düşünüyorum: Çorlu katliamında ve diğer yaşanan katliamlarda acılar ortak. Aynı acıları yaşıyoruz biz. Evlat acıları yaşıyorduk. Emel anneyle de (Korkmaz) bir araya geldim Berkin Elvan’ın babası Sami abiyle de bir araya geldim. Rabia Naz’ın babası Şaban Vatan ile bir araya geldim. Çocukları, sevdikleri katledilmiş ailelerin bir araya gelip acılarını paylaşması ve aynı süreçlerden geçtiğini bilmesi birbirlerine güç verirken bir de şunu oluşturuyor bizlerin bilincinde: “Artık bu tür katliamlar bir daha yaşanmasın. Bu acıların yaşanmaması için ne yapabilirim?” Bu yüzden mücadele veriyorum yoksa çocuğumun geri gelmeyeceğini biliyorum. Gerçek sorumlular yargı önüne çıktığı zaman evladımla eksik kalan günlerim tamamlanmayacak ama ben şunu bileceğim ki birileri hesap verecek başka birileri bundan etkilenip işini, görevini doğru ve daha düzgün yapacak. Tek amacım ve tek gayem bu: Başka insanlar, çocuklar, birilerinin sevdiği ölmesin.

Bu korkunç katliam size yaşadığınız ülkenin, toplumun, sistemin hangi yüzüyle karşı karşıya bıraktı?

Toplumu ne yazık ki duyarsızlığı ile karşı karşıya bıraktı. Çünkü Çorlu katliamı ile ilgili gördüğümüz şeylerden bir tanesini şöyle anlatayım: Aileler olarak, geçen sene bilirkişi raporları ve dava süreci ile ilgili birtakım etkinlikler düzenledik. Çorlu’da, Tekirdağ’da Çerkezköy’de, Uzunköprü’de hem giden 25 canın ismini duyurduk hem de hukuksal süreçte neler olduğunu anlatmaya çalıştık. Davanın duruşması Çorlu’da görüldü. Beklerdim ki Çorlu halkı olarak -çoğu Trakyalı giden 25 canın 13’ü Uzunköprü’den vefat etti- Uzunköprü’de yaptığımız etkinlikte beklerdim ki seneye devriyelerinde, 8 Temmuz’da yaptığımız o anmalarda ya da adalet yürüyüşlerimizde, davalarda toplumumuz biraz daha duyarlı olsun, bizlerin yanında olsun, çok zor bir şey değil. Biz terörist değiliz, biz kötü bir şey yapmıyoruz, devlete karşı gelmiyoruz. Biz sadece adalet talebimizin çığlığını haykırıyoruz ve karşımıza çıkan hukuksuzluklara itiraz ediyoruz. Bu böyle olmamalı, diyoruz. Bunun sebebi doğrusu budur, diyoruz. Çok zor olmamalı bir saatini ayırıp orada bu insanların bizlerin yanında olması. Zor olmamalı bu ailelerin sesini duyurmak… Bu hem toplumumuzda hem de basın yayın organları içinde geçerli. Dava sonrası açıklama yapılıyor. Basın açıklaması yapılırken uzatılan sadece iki mikrofon var. Nerede bu bağımsız basın yayın organları, nerede özgür basın, yandaş medya dediğimiz kanallar ise hiç ortalıkta görünmediler ya da neden hiç tarafsız ve ahlaklı yaklaşamıyorlar? Bir haber yapılıyorsa Kanal D de vermeli, Star da ATV de, Show TV de vermeli. Yanlı yorum yapmasınlar, yorum halka kalsın, çükü gerçekler ayan beyan ortada zaten. Yaşananların, sürecin haberi yapılsın. Ne yazık ki yok. Çorlu oldu ve bitti…

Son olarak; Bir sonraki ki dava tarihi 7 Eylül 2021. Çok uzun bir süre ama biz sabırla bekleyeceğiz. Duruşma gününe kadar kendimizi ifade etmeye devam edeceğiz. Bu duruşumuzun arkasında tek bir şey var: Adalet rayların altında kalmasın, gerçek sorumlular yargılansın… Adalete inanmak istiyoruz.

Bir Cevap Yazın

SON YAZILAR