Çarşamba, Nisan 24, 2024
spot_img

Yoksulluğu Yönetmek İçin Değil Yoksulların Yönetmesi İçin

Kapitalist emperyalist sistemin neoliberal formunun krizi, aynı zamanda onun yoksulluk yönetiminin çuvallamasına dayanır. 2010 yılında başlayan, değişik biçimlerde devam eden halk isyanları esasen bu zemindeki çuvallamanın da bir dışavurumu, görünür hale gelmesidir. Zenginlerle yoksullar arasındaki gelir dağılımı oranları karşısında geliştirilen düzen içi reform taleplerinin tamamı gelinen aşamada boşa düşmüştür ve kamuoyunun ilgisini de üzerine çekemez noktadadır. Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler, küresel NGO’lar, devletler, hükümetler ve benzeri üzerinden sınıf mücadelelerinin emperyal düzeyde soğrulması, olası itiraz ve isyanların bastırılması, ötelenerek etkisizleştirilmesi hedefiyle soğuk savaş sonrasının tarihsiz dünyasında sıkça planlanıp uygulamaya sokulan meşhur ‘sosyal politikalar’ artık bir işe yaramıyor. Dünyanın her yerinde siyasal egemenliğin rıza üretimi boyutu büyük bir kriz içindedir. Türkiye’nin de içinde olduğu, orta boy küresel Güney ülkelerinde yeni bin yılın ilk on yılında finans piyasalarının şişirmesiyle oluşan hormonlu hakikatler, bu ülkeleri küresel güç olma konusunda hayaller âlemine sürüklese de şimdilerde bunlar gerçekliğe çarparak mevsim normallerine dönüyor. Küresel hayaller söndükçe tatsız sosyal gerçekler daha da görünür oluyor. Siyasal zor alanındaki yoğunlaşma, rıza üretiminin giderek imkânsızlaşacak olmasına dair duyulan endişenin de bir ürünüdür.

Ülkemizde seksenlerin sonlarından doksanların bitimine kadar büyük kentlere akan yoksullaştırılmış yeni proleterler nüfusun entegrasyonu, idaresi sorununa siyasal İslamcı hareketin kültürel, toplumsal mekanizmalarını da kendine eklemlemiş AKP iktidarı formülüyle çare bulundu. Bu siyasal çare ilk on, on iki yıl idare görevini “başarı” ile yerine getirdi denilebilir. AKP üzerinden Cemaatler, tarikatlar, İslamcı, milliyetçi, muhafazakâr ağlar, oluşumlar emperyal düzeydeki sınıflar yönetişimin taşeronları olarak konumlandırıldı. Din ve milliyetçiliğin yoğun ideolojik kıskaçları, sosyal politikanın ardındaki somut, tehlikeli, korkutucu güç ilişkilerinin işçi sınıfına pratik olarak hissettirilmesi, bu yolla sınıfın eğitilmesi hedeflendi. Yani sosyal politika “şefkati”ne aracılık eden bu devasa oluşumlar o “olumlu” pratiklerde, “azla yetinmezseniz”, “nankörlük edip çoğunu isterseniz”, “Allah’ın hikmetinden sual ederseniz”, “şu an yardım paketi ya da belediyede, devlette, fabrikada iş teklifi uzatan elimiz, sevgi yüklü dilimiz; sizlerin hayatını kâbusa da çevirebilir” iletisinin de imgesini taşıyordu.

Egemenlerin bir bütün olarak gündeme getirdikleri esnekleşme, güvencesizleştirme, kuralsızlaştırma, taşeronlaştırma, özelleştirme hedefleri doğrultusunda çalışma rejiminde sadece doksanlardan bugüne yapılan yasal düzenlemelere bakınca bile, zor aparatlarının rıza kıskaçlarıyla paketlenerek tedavüle bütünlüklü olarak sokulduğunu görürüz. Sırf bu olgu bile AKP’nin akıl edebileceğinin çok ötesinde bir politik toplumsal tasarımı anlatıyor. Bu tasarım, sadece siyasal İslamcıları değil liberalleri, faşistleri, sosyal demokratları hatta sosyalistleri de içeren, doğrudan ya da dolaylı konumlandıran bir maharetin sonucudur. Örneğin seksenlerde Özalizmin bu yöndeki “erken” içerme çabasına kendi içinden savunmacı da olsa önemli bir direnç gösteren sosyalistler, sonradan geliştirilen büyük içerilme karşısında etkisiz kalıp, sürüklendiler. Bu sürüklenme hâlâ ciddi bir sorgulama içine bile girilmeden devam ediyor. Yani emperyalizm emekçi sınıfları, yoksulları yönetirken sadece iktidarları ve parlamenter muhalefeti yeniden dizayn etmedi, toplumsal, siyasal alandaki tüm oluşumları belli bir sınırın içine çekti, çekemediğini de kriminalleştirip tasfiye etti.

Bugünün eleştirel yoksulluk tartışmalarında da o yüzden konu ve durum temelli analizlerin neredeyse tamamının inşa edilmiş bu sömürü, vahşet makinesini parçalayan değil ona can veren bir işlevi var. Ağırlıkla bahsettiğimiz makinenin yönetişim ağlarının boylu boyunca içinde olan sendikal merkezler ya da akademik zeminlerden üretilen eleştiri, muhalefet pratiği ve dili -ikisi de fiilen aynı şey aslında- bu sistemik kuşatılmış olma halinin dağıtılmasının değil onun bir şekliyle reforme edilerek devam etmesi yönündedir. Tam da bu yüzden David Harvey kapitalizm için yol bulmalıyız diye önerebiliyor. Ama bizim burada bahsettiğimiz ve eleştirdiğimiz tutum Harvey’in telkininin bile sağında olan bir işleyiş ve düşünme şeklini işaret ediyor.

Fonlar, projelerle yürüyen sosyal politika pratiklerine yukarıda bahsettiğimiz kesimlerin tamamı bulaştı, battı. Yoksullukla mücadeleden, deprem başta olmak üzere afet mücadelesine, çevreye, tarıma, toplumsal cinsiyet meselesine her alanda fonlanmaya, projelendirmeye itiraz edilmedi. Zira basın, sanat ve akademi bu biçimde şekillendirildi. Onlar şekillendirildikçe de bu tarz giderek normalleşti. Böylece kutsal davaların satılması fikrinde adeta toplumsal, siyasal bir ortaklık içinde olundu. Dava fikri olmayınca da makinenin yıkımı değil onun restorasyonu, güçlendirilmesi pratikleri kalıyor geriye, öyle de oldu.

Şimdilerde sürdürülebilir yoksulluktan, sürdürülebilir açlık politikalarına geçiş sürecindeyiz. Ülkemizde çok uzun yıllar sonra açlık korkusu somut tezahürleriyle ilk kez bu dönem görünür olmaya başladı. Büyük ağırlığı milliyetçi, muhafazakâr işçi, işsiz, yoksul kesimler arasında gündeme gelen yoksul intiharları bu durumun önemli bir dışavurumdur. Kuşkusuz egemen sınıf bu yeni durum karşısında da rıza üretecek siyasal ve sosyal seçenekleri, iktidarı ve muhalefetiyle, sivil ya da resmi devlet kuruluşu STK’sıyla (çünkü bazı STK’lar resmidir ama bazı devlet kuruluşları da sivil gözükür) tasarlamakla meşguldür. Sahada bunları görüyoruz. Ve bu trene ilk atlayan da içimizden çıkacaktır. Bizim görevimiz kendi emekçi, devrimci seçeneğimizi kökleştirmeye çabalamak, emperyal merkezlerden, devletten, sermayeden ya da bunlarla iş tutan her tür “aracı” kurumdan bağımsız kendi sınıf örgütlülüklerimizi, butik değil gürbüz, sahada gerçek karşılığı olan halklaşmış yapılar olarak kurmaktır: Yoksulluğu yönetmek için değil yoksulların yönetmesi için.

Bir Cevap Yazın

SON YAZILAR