Sana Dün Bir Kitabın İçinden Baktım Aziz İstanbul!

Bütün yok etme uğraşlarına rağmen kendisi olmaya direnen bir şehir… Amicis, şimdi o güzelim Marmara’dan boğaza doğru bir gemi güvertesinde girse şehre…. Nerde o yeşillikler, beyazlıklar, pembeler, o pırıltılı çizgiler…

İstanbul için yazılmış en güzel kitaplardan birini yayımlamış olan Edmondo De Amicis, kitabın girişinde Şehri-İstanbul’la ilk karşılaşışını şöyle anlatır: “Kocaman bir gölge, hâlâ bir sis tabakasıyla örtülü pek büyük, yüksek ve zarif bir bina bir tepenin üzerinden semaya doğru yükseliyor ve uçları güneşin ilk ışıklarıyla gümüş gibi pırıldayan upuzun ve ipince dört minarenin ortasında ihtişamla yuvarlaklaşıyordu. Bir gemici: “Ayasofya!” diye bağırdı. (.) Artık büyük bazilikanın etrafında, sisler arasından başka kocaman kubbelerle, dalı olmayan dev gövdelerden meydana gelmiş bir ormana benzeyen oraya buraya dikilmiş minareler ortaya çıkmaya başlamıştı. Sis süratle dağılıyor her tarafta camiler, kuleler, yeşillikler, evler ve yine evler peyda oluyordu; biz ilerledikçe şehir yükseliyor ve girintili çıkıntılı, durmadan değişen, beyaz, yeşil, pembe, pırıltılı çizgilerini iyice görüyorduk…”[1]

Eskiden İstanbul’u betimlemek bile şiir etkisi yaratıyormuş. Sanırım bu, daha çok betimleyenin değil de İstanbul’un kendisinin marifeti olsa gerek. İstanbul: Şiir gibi bir şehir… Daha doğrusu öyleymiş. Hakkını yemeyelim, bütün yok etme uğraşlarına rağmen kendisi olmaya direnen bir şehir de aynı zamanda ama, şairlere hâlâ ilham veriyor mu acaba? Amicis, şimdi o güzelim Marmara’dan boğaza doğru bir gemi güvertesinde girse şehre, şehri sis bassa bile gökdelenlerin son katlarıyla merhaba diyecek kente ve sonra sis yavaş yavaş dağıldığında… Nerde o yeşillikler, beyazlıklar, pembeler, o pırıltılı çizgiler… Görebileceği yegâne renk gri olacak. Gel de şiir yaz!..

Bütün bu girişi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Kültür AŞ tarafından yayımlanan Şiirlerde İstanbul antolojisi vesilesiyle yazdım. Ahmet Bozkurt’un büyük bir emek vererek hazırladığı belli olan, Selçuk Ören’in desenleriyle renk kattığı kitap oldukça oylumlu bir toplam olmuş. Bu şimdiye dek pek çok kez yapılmış olan bir İstanbul şiirleri antolojisi ama ilk kez Bizans’ı da içine katan bir toplam olması dolayısıyla benzerlerinden ayrışıyor. Bizans bölümüyle birlikte dört bölüm altında toplanmış şiirler. Diğerleri sırasıyla Osmanlı Şiirinde İstanbul, Halk Şiirinde İstanbul ve Çağdaş Türk Şiirinde İstanbul… Elbette büyük toplamı Çağdaş Türk Şiiri almış ve bu bölüm 1991 doğumlu Fırat Demir’le bitmiş. Ama ondan önce on iki yıllık bir boşluk var. Yani 1980’lerde doğmuş hiç şair alınmamış antolojiye. Yetmişlerde ve altmışlar doğan onar şair, ellili yıllarda doğan -ki bunlardan biri de benim- tam altmış iki şair var. Çağdaş Türk şiiri bölümüne alınan şairlerin tam olarak üçte biri ellili yıllarda doğan şairlere ayrılmış. Bu yıllarda doğan şairlerin İstanbul ilgisi mi fazlaymış ya da -bu şairlerin yetmişli yıllardan başlayarak şiir yazdığını düşünecek olursak- o yılların İstanbul’u kendine şiir yazdıracak denli albenili miymiş bilinmez. Sonradan İstanbul şiiri sayısı giderek azaldığına göre İstanbul’un artık, en azından şairlere ilham vermediğini düşünebiliriz miyiz? Benim son şiir kitabım Kusursuz Gece’de yer alan, antolojiye alınmamış İstanbullar şiirimde dediğim gibi, “Ama boya tutmaz bir kumaş / hep gri…” olunca şiir yazmak da zorlaşıyor mu?

Bana ilginç gelen son dönem Türk şiirinde oldukça verimli bir düzey tutturan, kitaplar ve dergiler yayımlayan, etkinliklerde boy gösteren (yaşları, kırklar hatta ellilerde olan ve çoğu İstanbullu) pek çok şairin burada yer almaması. Bu şairlerin tek tek ismini yazmayayım, zira amacım polemiğe yol açmak değil. Sadece merakım şu, bu şairler yeterince incelenmedi mi yoksa gerçekten de İstanbul ilgisi az mı bu şairlerin, belki de dediğim gibi İstanbul artık yeterince ilham vermiyordur şairlere.

Ancak bu toplamda (yukarıda söylediğim yaş gurubunun dışında) illaki yer alması gereken bazı şiirlerin/şairlerin en azından gözden kaçtığına inanıyorum. Söz gelimi has bir İstanbullu şair olan Mehmet Müfit’in “bırak İsmail soğusun, tekkeye bahar / fiyakalı girsin, okeye yatsın kahvelerde / kitaplara takılsın, tafra yapsın, çalım satsın / bayramları annesinin mezarında dua okumak olsun.”  dizelerinin yer aldığı, kitaba da adını veren “Tekkede Bahar” şiiri girmezse antolojiniz ne denli oylumlu olursa olsun eksik kalır. (Aynı kitapta yer alan bir başka güzelim İstanbul şiiri de Yorgun Vapur’dur) Yine doğma büyüme İstanbullu olduğu gibi bu şehirle meselesi olan şairlerden olan Nevzat Çelik’in hiç İstanbul şiiri yazmadığı düşünülebilir mi? Nitekim Sevgili Yoldaş Kurbağlar’ın ilk bölümüne adını veren “Köprü Altı Hatıratı” onlarla dolu ki birinde şöyle diyor: “ben galata köprüsünün bitarafını değil / bir tarafını çok sevdim / karaköy’den sağa düşerdi Eminönü’nden sola / sağından kemancı’ya girerdim solundan arzu’ya / ben galata köprüsü’nün bitarafını değil / bir tarafını çok sevdim // ben içeriden yeni çıkmış bir şairdim / aç karnına tehlikeliydim”

Aklıma gelen bir başkası da iyi şairlerden 1962 doğumlu Sami Baydar oldu. Onun “Yeşil Alev” adlı kitabında yer alan “Ayasofya” şiiri yazılmış en güzel Ayasofya şiirlerindendir. Şöyle der son dörtlüğünde: “Bir tapınağın sütunlarıyla / oda duvarları arasında geçsin / sonra da seni gizlesin ömrü boyunca / bu şiir, Ayasofya.” ki şimdi tam zamanı…

Daha başkaları da var: İstanbul Uzak (Keşifler) şiiriyle kitabın fihristinde yer alıp, nedense içerde yer almayan Nejat Çavuş şöyle diyor: “Bir yanın bata bata boğaziçine / bir yanın yüksele yüksele göğe / İstanbul / Ne kaldın?”

“Çırağan’ı geçip / destursuz dalıyoruz Yıldız’a” diyen İbrahim Baştuğ (Monolog III / Kavis) ile “şiirden kuleler düşlerken şair / çaldırır ruhunu kalabalıklar / bir kahkaha olur cadde-i kebir / yanar bir kadınla sabaha kadar” diyen Sıtkı Caney (Cadde-i Kebir / İtiraf ve Gizem) aklıma gelenlerden diğerleri.

Antoloji yapmak oldukça netameli bir iştir, bunu biliyorum, bu işe kalkışan arkadaşları ne olursa olsun tebrik etmek lazım ama madem kalkışıyorsunuz o halde en iyisini yapmak boynunuzun borcu. Antoloji hazırlamanın aynı zamanda son derece sübjektif bir iş olduğuna da inanıyorum yine de bazı meselelerde objektif olmak bir zorunluluk.

Şiirlerde İstanbul, hacmiyle, özenli baskısıyla, İstanbul şiirlerini her boyutuyla ele alması ve eksiklerine rağmen yetkin örnekler içermesiyle önemli bir toplam olmuş. Yeni bir baskıda eksiklerin giderileceğine inanmamak için bir nedenimiz yok. İstanbul için ne kadar şey yapsak azdır, kutluyorum. İlgili okur illaki bu önemli kitabın peşine düşecek ve koleksiyon değeri olan bu antolojiyi kütüphanesine ekleyecektir.

 

Ahmet Bozkurt, Şiirlerde İstanbul, İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Kültür AŞ Yayınları, 792 S. Şubat, 2021

[1] De Amicis, Edmondo, İstanbul (1874)  Çev. Prof. Dr. Beynun Akyavaş, TTK Yayınları, S. 9

Bir Cevap Yazın

3,255BeğenenlerBeğen
576TakipçilerTakip Et
302TakipçilerTakip Et