Dünya Kadınlar Günü’ne 2021’den Bakarken

Mücadele azimlerini kadın dayanışmasından ve feminist mücadelenin tarihinden alan kadınlar, direnmeden, örgütlenmeden ve isyan etmeden toplumsal cinsiyet eşitliğini ve özgürlüklerini elde edemeyeceklerini biliyorlar

Takvimler bir 8 Mart gününü daha gösterirken, kadınların çiçek olduğu şiarını benimseyen ancak yılın 364 günü onları soldurmaktan çekinmeyenler Dünya Kadınlar Günü’nü kutlamak için sokaklarda kadınlara karanfil dağıtıyorlar. Kürsülerde ahlakçı bir tonla kadınları yücelten konuşmalar yapan erkek siyasetçiler, güçlü bir Türkiye’nin ancak güçlü kadınlarla birlikte var olabileceğini yine eril bir üslupla ilan ediyorlar. Kadın istihdamında dünya ortalamasının çok gerisinde olan, yönetim kademesinde neredeyse hiçbir kadın yönetici barındırmayan ve kadınları ucuz işgücü olarak sömüren onlarca büyük şirketse televizyon ve internet reklamlarında kadın emeği güzellemesi yapıyor. Kısacası, 23 Nisan’da çocuklara koltuklarını bırakabilenler, 8 Mart’ta dahi ataerkil iktidardan taviz vermiyor, Dünya Kadınlar Günü’nü eril siyasetin ve sermayenin bir başka oyun sahnesine indirgemeye çalışıyorlar.

Öte yandan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile içi Şiddetin Önlemesine İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”[1] yani kısa adıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeye dair tartışmalar devam ederken, kadınların nafaka haklarının yeniden düzenlemesine ve sınırlandırılmasına ilişkin yasa hazırlıkları sürdürülüyor. Kadın haklarının mihenk taşlarından biri olan kürtaj hakkı, getirilen kısıtlamalarla birlikte özellikle devlet hastanelerinde ulaşılmaz hale geldi. Kadın cinayeti zanlılarının ve istismarcıların “saygın” ve “makbul” birer yurttaşa dönüşüp ceza indirimi almaları ve hatta beraat etmeleri içinse bir takım elbise ve kravat yeterli. Saydığım bu örneklerin ve daha fazlasının tanığı ve/veya mağduru olduğumuz Türkiye’de halihazırda zaten eşitsizlikçi ve üstten bir bakışa sahip olan kadın haklarına yönelik söylem ile pratik arasındaki uçurum her geçen gün daha da derinleşiyor. Toplumsal cinsiyet ayrımcılığının ve eşitsizliğinin en üst düzey siyasi, entelektüel ve akademik tabakalar dahil olmak üzere toplumun tüm kesimlerine sirayet ettiği ülkemizde kadınların zorlu mücadeleler sonucu elde ettikleri haklar kadük ediliyor ve yerlerine ataerkil tahakkümü güçlendirecek uygulamalar yürürlüğe sokuluyor. Öyle ki koronavirüs pandemisinin iktidara sağlamış olduğu olağanüstü yetki ve denetim gücü dahası toplumdaki genel korku ve yılgınlık duygusu toplumsal cinsiyet eşitliğine ve kadınların özgürlüğüne yönelik kazanımları ortadan kaldırma sürecini hızlandırmak için fırsat olarak değerlendiriliyor.

Tüm bu olumsuzluklara karşın feminist kadınlar sayıları gün geçtikçe artarak ve daha da gür bir sesle kadın haklarının mevcut kazanımlarını korumak için mücadele ediyorlar ve bu uğurda polis şiddetine maruz kalmayı, tutuklanmayı göze alıyorlar. Toplumsal muhalefetin bastırıldığı ve toplumun genel anlamda umutsuzluğun karanlığına sürüklendiği mevcut koşullarda kadınların, hakları için yılmadan mücadele etmelerini ve eşit/özgür bir gelecek umudunu canlı tutmalarını sağlayan gücün ne olduğu sorusunun cevabı ise kadın hakları mücadelesinin yaklaşık iki yüz yıllık tarihinde yatıyor. Feminist bir belleğin oluşumunu da sağlayan bu tarihin en sembolik günlerinden biri 8 Mart’tır.

8 Mart 1857 tarihinde ABD’nin New York eyaletindeki bir dokuma fabrikasında çalışan kadın işçiler 16 saatlik işgünün 10 saate indirilmesi ve ücretlerinin erkek işçilerinkine yakınlaştırılacak şekilde iyileştirilmesi talepleriyle greve gitmiştir. Fabrika sahibinin desteğiyle kadınların örgütledikleri bu grevi durdurmak isteyen polislerin saldırısı üzerine, kilitlenen fabrikada çıkan yangın sonucu 129 kadın işçi yanarak can vermiştir. Ataerkinin kapitalizmle suç ortaklığının en yakıcı örneklerinden biri olan bu tarihi gün, II. Kadın Enternasyoneli’nin 1910 yılındaki toplantısında Alman sosyalist kadın önderlerden Clara Zetkin’in (1857-1933) önerisi üzerine Uluslararası Kadın Günü olarak ilan edilmiş ve 8 Mart özellikle Sovyet ülkelerinde coşkuyla kutlanmıştır. Kadınların emek sömürüsüne karşı başkaldırışlarını, eşitlik taleplerini ve mücadele azimlerini sembolize eden 8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü olarak tanınması ise 1975 yılında Birleşmiş Milletlerin ilanıyla gerçekleşmiştir. Türkiye’de ilk olarak 1921 yılında Türkiye Komünist Partisince kutlanan[2]  8 Mart, her geçen yıl daha da fazla kadının katılımıyla gerçekleşen etkinliklerde kutlanmaktadır. Geçmişte ataerkil düzeni yıkarak toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak ve kadınları sosyal ve siyasal alanda güçlendirmek amacıyla düzenlenen 8 Mart etkinlikleri maalesef son yıllarda yerini mevcut kazanımların korunması mücadelesine, kadınlara yönelik fiziksel ve cinsel şiddete karşı isyana ve her geçen yıl bir önceki dönemin rekorunu tazeleyen kadın cinayetlerine karşı öfkenin dışa vurulduğu sokak gösterilerine bırakmıştır. İlk olarak 8 Mart 2003’te feministlerin çağrısıyla Taksim’de yapılan Feminist Gece Yürüyüşü, bu tarihten itibaren her 8 Martta Türkiye’nin dört bir tarafında giderek daha fazla kadının ve kadınların hak mücadelesine destek verenlerin katıldığı en önemli etkinliklerin başında gelmektedir.[3]

8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde feminist talepleri dile getirmeyi, kadınların geceleri ve sokakları terk etmediğini göstermeyi hedefleyen, kadınlara yönelik sistematik baskı ve şiddete yönelik isyanın ve öfkenin dışa vurulduğu en çok da bu zor günlerde kadınlara yalnız olmadıklarını hissettirmeyi ve kadın dayanışmasının gücünü göstermeyi amaçlayan Feminist Gece Yürüyüşü 18 yıldır olduğu gibi bu 8 Mart akşamında da tüm baskı ve yasaklamalara rağmen gerçekleştirilecek. Barikatları, gaz bombaları ve kelepçeleri ile onları karşılamaya hazır olan polislere, yürüyüşlerinin şiddetle bastırılması ve gözaltında çıplak aranma ihtimallerine rağmen pek çok şehirde binlerce kadının gece yürüyüşüne katılacaklarına eminim. Çünkü mücadele azimlerini kadın dayanışmasından ve feminist mücadelenin tarihinden alan kadınlar, 8 Mart’ın tarihsel kökenini oluşturan 1857 tarihli grevde olduğu gibi, direnmeden, örgütlenmeden ve isyan etmeden toplumsal cinsiyet eşitliğini ve özgürlüklerini elde edemeyeceklerini biliyorlar. Fransız Devriminin ardından yeni anayasada kadınlara da insan haklarının tanınmasını talep eden ve “Mademki kadınlara giyotine çıkma hakkı tanınıyor, kürsüye de çıkma hakkı tanınmalı.” diyen ama 1793 yılında oy hakkını elde etmemiş olduğu halde giyotine gönderilen Olympe de Gouge’un isyanının üzerinden 200 yıldan fazla zaman geçti.[4] Kadınlar büyük ve özverili mücadeleler sonucu toplumsal ve siyasal yaşamda söz sahibi olma, kürsüye çıkma hakkını sonunda kazandılar. Bugün yeniden “giyotinle” tehdit ediliyor olmak kadınların sokakları terk etmelerine, ataerkil tahakküm yapılarına boyun eğmelerine neden olmayacak.

8 Mart Dünya Kadınlar Günümüz Kutlu Olsun!

 

[1] İstanbul Sözleşmesinin resmi ismi bu sözleşmenin homoseksüelliği yaygınlaştırıcı ve Türk toplumunu yıkıcı maddeler barındırdığı iddialarının yersizliğine vurgu yapılmak için kullanılmıştır. Sözleşmenin açık amacı kadına yönelik şiddetin önüne geçmektir. LGBT bireylerin toplumsal eşitliğini mümkün kılacak ve haklarını güvenceye alacak anlaşmaların Türkiye tarafından imzalanmasını da destekliyorum.

[2] Türkiye’de 8 Mart Dünya Kadınlar gününün sıklıkla Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmasının temelinde 1921 yılındaki ilk kutlamada TKP’nin emekçi kelimesini eklemesi yatmaktadır. Bugünü Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak adlandırmak Türkiye’ye has bir durumdur.

[3] https://feministbellek.org/feminist-gece-yuruyusu

[4] Çakır, Serpil (2018), Feminizm: Ataerkil İktidarın Eleştirisi,  (içinde) “ 19. Yüzyıldan 20. Yüzyıla Modern Siyasal İdeolojiler”,  (der.) Birsen Hekimoğlu Örs, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 10. Baskı, ss.413-471

- Advertisement -

Bir Cevap Yazın

Sibel Utar
Araştırma Görevlisi
133TakipçilerTakip Et