Eğitimin Uzağına Düşmek: Yoksulluk ve Toplumsal Cinsiyet’in ‘Uzaktan’ Halleri-2

Eğitimin Uzağına Düşmek: Yoksulluk ve Toplumsal Cinsiyet’in ‘Uzaktan’ Halleri: "Ötekiler bizim yüzümüzde biz ötekilerin yüzünde barınırız. Bu nedenle yüz toplumsal bağın merkezindedir ve gündelik yaşamda kurulup bozulan sayısız ilişkide sürer."

Bir önceki yazımda sosyoloji bölümlerinin tercih edilirliğindeki dramatik düşüşün başlıca nedenlerinin YÖK’ün popülist politikaları, öğrencilerin lisede sosyoloji dersi almadıkları için bu disiplin hakkında bilgilerinin olmaması, sosyolog istihdamının kısıtlılığı, uzaktan eğitimde yoksulluk nedeniyle eğitimin uzağına düşülmesi, dolayısıyla YKS sınavında başarı elde edememe olduğunu söylemiştim. Bu yazıda yine sosyoloji öğrencilerine fakat onların uzaktan eğitim hallerine, daha doğrusu yoksulluk ve toplumsal cinsiyetin uzaktan eğitimde yaşanan hallerine odaklanıyorum.

10 Mart 2020’de pandemi nedeniyle bütün eğitim kademelerinin uzaktan eğitime geçmesiyle öğrenciler üniversitedeyken çok da görünür olmayan ya da iyi kötü üstesinden gelebildikleri zorluklar bir taraftan başka bir şekle bürünürken bir taraftan da baş edilmez hale geldi. Bununla ilgili olarak aşağıda paylaşacağım veriler 2020-2021 bahar döneminde sosyoloji 2., 3., ve 4. sınıf öğrencilerine gönderdiğim açık uçlu sorulara verdikleri cevaplara, ders esnasında yaptığımız konuşmalara ve gözlemlerime dayanmaktadır.

EĞİTİMDE YÜZ’ÜN ÖNEMİ

Breton1 yüz’ün insan varoluşunun anlam kazandığı biricik yer olduğunu söyler. Yüz hem kişisel deneyimlerimizi yansıtır hem de kişisel deneyimlerimizin onun dahilinde etkilendiği toplumsal ve kültürel öğelerden izler barındırır. Bu nedenle yüzün çizgileri, yüze kazınmış anlam sadece kendimize ait ve kendimizin şekillendirdiği bir yer değildir. Yüz aynı zamanda başkalarının/ötekinin ikamet alanıdır. Ötekiler bizim yüzümüzde biz ötekilerin yüzünde barınırız. Bu nedenle yüz toplumsal bağın merkezindedir ve gündelik yaşamda kurulup bozulan sayısız ilişkide sürer. Yüz, toplumsal etkileşimin beden ve dil ile birlikte tamamlayıcısıdır. Fakat yüz, beden kıpırdamasa, dil sussa dahi yüzeyinde bulunan çizgilere sinmiş ve mimiklerde beliren ötekiler, gözlere yansıyan düşünceler sayesinde etkileşimi sürdüren ana yerdir. Uzaktan eğitimde eksik olan şey yüzün diğer yüzler ile doğrudan karşılaşmasıydı. Öğrenciler ev koşulları nedeniyle kameralarını açmadıkları gibi mikrofonlarını da hep kapalı tuttular. Çok azı sorduğum sorulara sesli olarak cevap veriyordu, biraz fazlası da mesaj yazarak derse karşılık veriyordu. Ders anlatımım neredeyse monoloğa dönmüştü. Ders vesilesiyle yapılan sanal karşılaşmalarda öğrencinin yüzünü görememek, hepsinin sadece hocanın yüzünü görmesi, Narkissos figürünü anımsatıyor. Breton Narkissos figürünün öteki olmadan varolmanın imkansızlığını anlattığını dile getirir. Sanal karşılaşmalarda, sudaki aksine bakıp onu öteki sanarak aşkla bağlanan Narkissos gibi hoca da dijital ekranda yansıyan kendi aksini öteki yerine koyarak dersini anlatmaya çalışmıştır. Fakat Narkissos gibi hocayı ve öğrencileri, kısacası uzaktan eğitimi bekleyen şey ölüm olmasa bile eğitimin uzağına düşmek olmuştur. Öyle ki öğrencilerin cevapları da bunu doğrular şekildedir. Öğrenciler uzaktan eğitimde derslerden alınan doyumun azaldığını söylediler. Çünkü hoca ve diğer öğrencilerle olan yüz yüze etkileşimin teşvik ettiği sosyalliği ve motivasyonu sanal dersliklerde yakalamak mümkün olmadı. Dersliklerde hep beraber gülerken, şaşırır veya üzülürken öğrenciler evlerinde bunları kendi başlarına ama daha az duygulanım yaşayarak yaptılar veya yapamadılar. Ayrıca, gerek
ders notlarını paylaşmak, birlikte sınavlara çalışmak, gerekse birlikte yemek yiyip gezmek veya dertleşmek gibi grup dayanışması ve sosyalliğinden mahrum kaldıklarını da ifade ettiler. Fakat diğer yandan bireysel hareket etmeyi sevdiğini söyleyen veya çekingen tavırlı öğrenciler için uzaktan eğitim daha avantajlı oldu.

SINIFSAL EŞİTSİZLİKLER

Bazı öğrenciler babalarının, annelerinin veya çalışan kardeşlerinin işten çıkarılmaları nedeniyle, bazıları babalarının işlerinin durması nedeniyle (örneğin inşaat işçiliği), çiftçilikle uğraşanlar ve asgari ücretle geçinenler kazançlarının az olması nedeniyle, kısacası yoksulluk nedeniyle uzaktan eğitime dahil olamadılar. Kimi öğrenci önceden biriktirmiş oldukları KYK burslarıyla kendilerine bilgisayar aldıklarını ve internet bağlattıklarını söyledi. Bu öğrenciler uzaktan eğitimin barınma, yemek, ulaşım, fotokopi vb. masraflarının olmaması nedeniyle kendilerine avantaj sağladığını beyan ettiler. Uzaktan eğitimin masraflarının yüz yüze eğitime göre daha az olduğunu dile getirseler dahi yüz yüze eğitimin sosyallik ve verimlilik açısından daha iyi olduğunu da vurguladılar. İnternet bağlatmak istese dahi oturduğu köyde internet altyapısı olmayan öğrenciler de vardı ve derse hiç giremediler. Şehirlerde oturan öğrenciler, hizmet sektöründe veya fabrikada çalışmaya başladıklarını söyleyerek derse daha az katıldılar veya hiç katılmadılar. Akşamları işten geldikten sonra ders kayıtlarını izleyerek dersleri takip edebildiler. Çalışan öğrencilerin bazıları yurdun aylık ücretini, yemek ve yol parasını ödeyemeyecekleri için bu dönem üniversiteye gelmediler, halen çalıştıkları için sadece çevrimiçi dersleri seçerek, yüz yüze olan dersleri bırakarak devam etmeyi tercih ettiler.

Orta sınıf aileye mensup bir öğrenci de ekonomik kırılganlık yaşamamanın verdiği rahatlıkla evde geçirdiği süre boyunca, yapmaya fırsat bulamadığı şeyleri yapabilme imkânı bulduğunu söyledi:

“Pandemi süresi boyunca birçok hobi edinebildim. Yemek yapmada geliştirdim kendimi (aşçılık belgesi alabilirim) daha fazla kitap okumaya vaktim oldu, ne kadar özlemişim bir kitabı okurken onun içine dalmayı ve yaşamayı… kitapla yaşarken başında uyuyakalmayı… izleyemediğim çoğu filmleri izleyebildim.”

Uzaktan eğitim yoksul olduğu için çalışmak zorunda kalan öğrenciler için akşam eve geldiklerinde ders kayıtlarından dersi dinleyebilmelerini sağlamış olsa dahi genel olarak uzaktan eğitim teknik donanıma sahip olmayı; ders dinlemeyi, derse katılımı ve ödevleri yapmayı destekleyici bir ev ortamını; kendine ait bir odayı; ev ahalisinin kalabalık olmamasını, belli bir refah ve bilinç düzeyini gerektirdiği için daha ziyade orta sınıf yaşantı ile uyumlu olduğunu düşünüyorum. Öğrencilerimizin çoğunluğu zaten yoksul oldukları veya pandemi nedeniyle yoksullaştıkları için eğitimin uzağına düştüler.

EĞİTİMİN EV’E SIĞMAYIŞI: EV’İN KALABALIĞI, YORGUNLUĞU, HUZURSUZLUKLARI, ANLAYIŞSIZLIĞI VE ŞİDDETİ

Ev, içinde olanı belirlenmiş rolleri oynamak üzere kendi düzenine mahkûm ederek her gün yeniden ve yeniden tüketen doyumsuz ve birikime izin vermeyen bir yer olabilmektedir. Öğrencilerin evde kendilerine ait odalarının olmaması, hem odayı hem bilgisayarı veya tableti kardeşlerle paylaşmaları, büyük kız çocuklarının küçük kardeşleriyle ve ev işleriyle ilgilenmek zorunda olmaları, ailesi çiftçilikle uğraşan erkek çocuklarının bu işlere yardım etmesi, babanın bu süreçte işten çıkarılması ve evde olması, geleneksel toplumsal ilişkiler gereği akraba ve komşu ziyaretlerinin sıklığı, büyükbaba ve/veya büyükanne ile birlikte yaşamak (bakım işi gerektiriyor, bu da ya annenin ya da kız çocuğunun üzerinde), aile üyeleri arasında sağlıklı bir iletişimin olmaması vb. gibi nedenler, öğrencileri evdeki görev ve sorumlulukları ile öğrenciliğin görev ve sorumlulukları arasında gidip gelmek, ikisi arasına sıkışmak durumunda bırakmış, bu durum evi bir karmaşa, huzursuzluk ve çatışma alanına çevirmiştir. Öğrencilerin beyanlarından psikolojik, ekonomik, fiziksel ve ataerkil bir mücadele alanı olarak evin ve evle ilgili bütün hallerin öğrenciliğe galebe çaldığını anlıyorum:

“…evde hiçbir şey yapamıyorum, derse odaklanıp dinleyemiyorum, planlı hiçbir hareketim yok. Dersten hiçbir verim alamıyorum, girdiğim dersi anlayamıyorum, dersi sonuna kadar takip edemiyorum derse bakarken kafam başka bir yere dalıyor, not tutamıyorum sınıf ortamı kesinlikle daha verimliydi. Bu ara herkes için büyük bir yıkım olduğuna inanıyorum benim açımdan bakınca çünkü ders çalışmıyorum sadece ödev zamanı genel bir araştırma yapıyorum hiçbir aktivitem kalmadı her gün planlı kalkıp uygulayamıyorum.”

“Evde geçirdiğim süre içerisinde aile ilişkilerim bana dersler ve ödev konusunda biraz sıkıntı yarattı ailem köyde yaşadığı için çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşmaktayız. Bütün işleri kendimiz yaptığımız için ben daha çok köy işlerinde aileme yardım ettim. Bu durumda da dersleri geri plana atmam gerekti. Çünkü tam iş zamanı köye geldiğim için işlere yardım etmem gerekliydi.” (Erkek öğrenci)

“Bu dönemde beni en çok zorlayan şey ise gerçekten babamın evde kalması oldu. Hatta yalnız beni değil ablamı ve annemi de en çok zorlayan şey babamın tüm gün evde olmasıydı. Bunu açıklamak için öncelikle biraz olsun babamı tanıtmalıyım. Babam çok zor bir insandır ve her şeyi önünde hazır bekler. Yemek, su, ilaçları, giyeceği kıyafeti vs. biraz da sinirli bir yapısı vardır. Biz çocukken babam kamyon şoförlüğü yapardı ve pek fazla evde durmazdı. Biz de galiba onun sürekli evde olmamasına alışmış olmalıyız ki bu dönem hepimizi bir miktar yıprattı. Babam sigara kullanan birisi annem ve ben sigaradan oldukça rahatsız oluyoruz… Aslında babamın sigara içmesi bizler için sorun teşkil etmiyor. Fakat babam sigarayı oturduğumuz odada evin içinde içtiği için herkes yanından uzaklaşıyor bu da babamın psikolojisini olumsuz yönde etkiledi. Annemle tek kavgaları sigaranın evin içinde içilmesiydi. Şu an babam işe başladı, akşam 7’de işten gelip yemeğini yedikten sonra yorgunluktan erken uyuyor ve evin içinde sigara içmemiş oluyor. Bu yüzden de tartışmalar oldukça azaldı.”

“Evde kaldığımız süre içinde ailemizle olan ilişki derslerimizi aşırı etkiledi. Daha çok karışma daha çok beraber olma sürekli bir tartışma, kavga, iletişim kopukluğu, birbirini anlamama yüzünden adapte olmamıza engel oldu mesela derse gireceksin ama evde temizlik var, hangi odaya gitsen o süpürge sesi, kardeşinin TV izleme sesi, müsait misin demeden odaya dalıp rahatsız edilme, bu gibi sorunlar yüzünden adapte olma çok sıkıntılıydı. Bu durum ödev hazırlarken de böyleydi ne zaman ödev için başına geçsek ya bir iş konuldu önümüze ya da çağırıldık ödev yapıyoruz dediğimizde ise tamam bırak sonra yaparsın kaçmıyor ya cevapları aldık bu durum bizi etkiledi tabiî ki.”

Bunlar gibi çoğu ifade, kız öğrencilerin cinsiyete dayalı iş bölümü nedeniyle ev içi sorumluluklarının arttığını, erkek öğrencilerin de ev dışı (tarım veya hayvancılık) işlerle ilgili sorumluluklarının arttığını, her ikisinin dersleri takip edecek ve ödevleri yapacak zamanı bulamadıklarını gösteriyor. Annesi çalışan veya hamile olan, küçük kardeşi/kardeşleri olan, yaşlılarla birlikte yaşanılan bir evde olan kız öğrenciler annelerine yardım etmenin ötesinde annelik rolünü üstlenerek ev içi bütün bakım işlerini yerine getirmeye çalışmışlar veya getirmek zorunda bırakılmışlardır:

“…evde annemin rolünü üstlenmem de derslerime ve ödevlerimi yoğunlaşmamı olumsuz yönde etkiliyor. Mesela evin işini bitirdim ödevlerimin başına oturayım derken yemek saati gelmiş oluyor ya da benden başka bir şey yapmamı istiyorlar. Bütün bunları yapıp bitirdikten sonra odama çekilip ödevlerimi yapmaya çalışıyorum. Tabi odama çekilmemle derslerime ve ödevlerime yoğunlaşma sürecinde dikkatimi dağıtan durumlarla da çok karşılaşıyorum… aile apartmanında yaşıyorum ve kuzenlerim olsun, bu durumda bile olsa eve gelip giden akrabalarım olsun, kendi abim ve kardeşim de bu dikkat dağıtan nedenlere dahildir.” (Kız öğrenci)

“Annemin çalışıyor olması evdeki sorumluluklarının bana kalması demek oluyor. Ev işleri, yemek işleri gibi durumlar benim sorumluluğuma geçiyor. Annemin yorgun argın işten gelmesi durumunda başka işlerle daha fazla yorulmasına vicdanım el vermiyor ve evin küçük anne rolünü tek kız çocuğu olarak ben yüklenmek zorunda hissediyorum. Ders takiplerimi ders saatlerine göre değil kendi boş vaktime göre yönetmemin sebebi bu yüzden. Ödevlerime ayırmam gereken zamanı ayarlamak için evdeki sorumluluklarımla dengelemem gerekiyor ve bu durumda çoğunlukla uyku saatlerimi kısa tutuyorum. Çok yorulduğumu hissettiğim zaman, ödevlerim açısından rahatladığımı hissettiğimde daha fazla uyuyabiliyorum. Özet olarak rahat bir ortamda derslerimi takip ettiğimi ve ödevlerimi yaptığımı söylemem pek mümkün değil.” (Kız öğrenci)

Anneler kız çocukları için ev işi yapmayı zorunlu kılarken, erkek çocukları söz konusu olduğunda ev işlerine “yardımcı” olarak vakit kaybetmelerini ve derslerinden geri kalmalarını istemiyorlar:

“Bu süreçte evdeyken kendi adıma şöyle söylemek istiyorum. Evde olduğumda annem temizlik, yemek gündelik işler ile uğraşırken yardım ediyorum derslerimin olmadığı zamanlarda yardım ediyorum annem dersin varsa dersine bak der.” (Erkek öğrenci)

Bütün bu olumsuzluklarla birlikte ve onların sonucunda ev, bireyselliğin ve bireysel özgürlük duygusunun yittiği yer haline geldi. Öğrenciler evde kendilerine öğrenci kimliğine sahip bir birey muamelesi yapılmadığından, fikirlerinin dikkate alınmadığından, kendi düzenlerini oluşturmalarına izin verilmediğinden, arkadaşlarıyla rahatça telefonda konuşamadıklarından, bilhassa kız öğrenciler kendi evlerinde ve yaşadıkları yerlerdeki (köy veya ilçe) ataerkil zihniyetin baskıcı uygulamalarından muzdaripler. İki kız öğrenci evden ve çevrelerinden gördükleri baskıyı şöyle ifade ediyorlar:

“Kendimi kesinlikle okulda daha özgür ve rahat hissediyorum. Yaşadığım bölge ve aile zihin yapısından dolayı “kız çocuğu” fazla gezmez, fazla dolaşmaz, evde iş yapar gibi algılar olduğu için evde bunalıyorum. 3 tane ağabeyim var. Onlar gezip dolaşırken eve tıkılmak ruhumu ciddi anlamda bunaltıyor. Okul benim için bir kaçış… Bir kere şehir dışında yaşadıktan sonra evde bu kadar uzun süre kalmak çok zor geliyor. Evdeki sorumluluklarım ve ailem bana özgür hissettirmiyor.” (Kız öğrenci)

“Kendimi daha çok okulda özgür hissediyorum. İstediğim birçok şeyi yaşadığım yerleşim yerinden dolayı da yapamıyorum. Mesela akşam yürüyüş yapmak istesem çıkamıyorum. Çünkü ayıp olur, akşam zamanı kızın ne işi var dışarıda gibi zihniyete sahip olan bir yerde yaşıyorum. Okulda olsam istediğim zaman istediğim birçok şeyi yapabiliyorum. Okulda olduğum zamanlar daha özgürüm.” (Kız öğrenci)

SONUÇ YERİNE…

Agamben, “Öğrencilere Ağıt”2 adlı yazısında uzaktan eğitimle yitip giden şeyin sadece üniversiteye has o tartışma ortamları olmadığını, teknolojik barbarlığın bir parçası olarak gördüğü görüngüsel ekranlara hapsedilmek ve herhangi bir hayat deneyiminden dışlanmak olduğunu söylüyor. Yani asıl kaybedilen şey bir yaşam tarzı olarak studentate’dır. Şöyle devam eder: “Üniversiteler Avrupa’da universitates‘ten (öğrenci birlikleri) doğdular ve isimlerini bu birliklere borçlular. Öğrencilik, her şeyden önce, elbette ders çalışmanın ve dersleri dinlemenin kesinlikle belirleyici olduğu fakat genellikle uzak yerlerden gelen ve milliyetlerine göre bir araya gelen bilginlerin (scholars) devamlı görüşmelerinin de önemli olduğu bir yaşam biçimiydi”. Ona göre şimdi bu durum sonsuza dek sona eriyor. Şehrin en canlı kesimini oluşturan öğrenciler onun sokaklarından çekildiler, her biri kendi odasından ders dinliyor ve birbirlerinden de uzaktalar.

Çalıştığım bölümün öğrencileri üniversiteyi ne bir tartışma ortamı olarak ne de farklı yerlerden gelenlerin karşılaştığı bir yer olarak görüyor. Özgürlük anlayışları henüz baskıcı aile/ev ortamından ve çevrelerinden kurtulmakla sınırlı. Yine de evin uzağında gerçekleşen yüz yüze karşılaşmaların yarattığı etkileşim ve sosyalliğin, hatta göreli özgürlük hissinin değerli olduğunu düşünüyorum. Uzaktan eğitimde, yüz yüze eğitimin ve üniversite ortamının yarattığı belli bir hayat deneyiminin yitirildiğini kabul etmekle birlikte Agamben’in karamsar ifadelerindeki gibi sonsuza dek yitirildiğini henüz düşünmüyorum. Uzaktan ve yüz yüze eğitimin birlikte yürütüldüğü bu yeni eğitim döneminde yaşayacaklarımız bunun hakkında düşünmek için gerekli deneyimi kazandıracaktır.

 

1David Le Breton (2018). Yüz Üzerine-Antropolojik Bir Deneme, Çev. Orçun Türkay, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yay.

214 Ağustos 2020, https://uni-versus.org/2020/05/23/agamben-koronavirus-ogrencilere-agit/

 

Bir Cevap Yazın